Gece
Gündüz

Öldürmeyen Acı

13 May 2019
2 dk'lık okuma

Aldanmak/Aldatılmak


Aldanmak veya aldatılmak ama neticesinde bunların hepsinden birer ders çıkarıp acılarımızla yüzleşerek güçlenmektir (bence). Kimi zaman insana kendini kullanılmış hissettirir, insanlar ve yaptıkları. Bazen de kendi kendini kaybetmesine yol açarlar işte bunlar. O insanı yok etmeye düşüncelerinin daha fazla var olmasını istemediğini, ona sert bir şekilde göstermeye denir sanki.

Ya da belki de sadece düşüncelerini kullanmasını engellemek istemektir, sevmemektir o şekilde düşünmesini.


 


Dostoyevski “İnsanlarla aramızda geçen konularda aynı  fikirde olmadığımızda dahi birbirimize iyi davranabiliyorsak işte o zaman insan olmuşuz demektir” demiştir mesela. Ve eğer aynı fikirde değilsek birisiyle bir şekilde onu o fikirden caydırmaya değil de, bir şekilde kendimizi onun penceresinden bakmaya çalıştırmalı ve bu konuda az da olsa özveri göstermeliyiz.

Kendimizi asla yaptıkları şeyler yüzünden kaybetmemeli ve bu konuyu kafaya takarak daha fazla yorulmamalıyız.


 


Acıyla baş etmeyi öğrenmeli ve bir şekilde kendimizi insanların aklından geçtiğini umursamadan hayata adapte etmeliyiz. Ve eğer bu acı kaçınılmaz ise kendimizi bir şekilde acıdan nasıl daha güçlü bir şekilde çıkabileceğimize odaklamalıyız.

Eğer bu konuda edebiyat açısından örnek verecek olursak birçok yazar aslında mizahın ya da sanatın sponsorunun acı olduğunu bize kanıtlamıştır. Ve absürde sığınmıştır hepsi bir şekilde. İronik, sarkastik ve absürt bir yaşam bizi bu hayatın acılarından ve sıkıcılığından kurtarabilir, diye düşünmüşlerdir adeta.

Mizah ve kahkaha hayatın acımasızlıklarına karşı verebileceğimiz en güzel karşılık ve bir bakıma cevaptır (bence).


 


Camus mesela “yaşamın anlamsız olduğuna karar vermek ile yaşamaya değer olduğuna karar vermek arasında fark vardır. Yaşam anlamsızdır, ama yaşamaya değerdir.” derken aslında bence kast ettiği şey yaşamın bize verilmiş olan bir armağan olduğunun farkında olmamız gerektiğidir. Ve bunu en iyi şekilde kullanmamız gerektiğinin farkında olmamız gerektiğini niteler şekilde kurmuş ve hayata gülümsemenin ona karşı verilebilecek cevapların arasında aslında belki en güzel cevap olduğunu söylemiştir (bence) bu cümlelerinde.


 


 

Onun ve onun gibilerin kurduğu onca cümlenin, yazdığı onlarca kitabın ve kafa patlattığı tonlarca düşüncenin yok olmamasını sağlamak amaçlı sürekli kendimizle randevulaşmalıyız neticesinde (bence). Ve kendimizin kendimizden başkasına muhtaç olmadığının farkında olmalı, özveri gösterip cesaretimizi toplamalı, her daim hazır olmalıyız. Kendimize yardımı dokunacak şeyler peşinde olmalıyız. Ve bunun bize etkisinin büyük olacağını düşünmeliyiz. Acılardan ders almalı acı çekmenin iyi bir şey olduğunu bilmeliyiz çünkü;

Nietzche’nin de dediği gibi öldürmeyen acının bizi güçelendireceğini bilmeliyiz. Aldanmak her ne kadar acı veren bir olgu olsa da bizi her daim ayakta tutan şey, öldürmeyen acıların bizi güçlendirmesidir…


 


Bu yazımın sonuna Özdemir Asaf’tan bir şiir bırakmak istiyorum;

 

BUGÜN VE BUGÜN

Öyle çabuk geçiyor ki günler.

 

Hele sen de bir bak hayatına.

Daha dün doğmuşuz sanki.

Yeni okula başlamışız,

Yeni sevmişiz.

Öyle çabuk geçiyor ki günler.

Hele sen bir bak hayatına.

Yarın bitecek sanki herşey.

Yarın ölecek gibiyiz.

Daha doymamışız yaşamasına.

Günlerimiz dün bir bugün iki.

Sakın birşey bırakma yarına.

Yarın yok ki.


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR