Gece
Gündüz

Bundy, Efron ve Upuzun Bir Film İsmi

26 June 2019
4 dk'lık okuma

Karizmatik katil Ted Bundy. Bu isim ve yanındaki ona çok uygun olan sıfat 70’li yıllarda oldukça gündemdeydi. Bilindiği üzere Ted Bundy, ’74-’78 yılları arasında, arkasında sayısı belirsiz birçok kurban bırakan bir katildi. Karizması ve inandırıcı gülümsemesiyle de 10 yılı aşkın inkar süresini oldukça iyi yönetmişti. En sonunda 30’dan fazla cinayet işlediğini kabul etmiş, 1989 yılında idam edilmişti. Kendi avukatlığını kendi yapmıştı ve jüriyi sempatikliği ile avuç içine almıştı. Ted Bundy’nin dava süreci alışılmışın dışında olayları barındırıyordu. Karizması yalnızca jüriyi değil halkı da etkilemişti, öyle ki Bundy’nin serbest bırakılması için yoğun eylemler bile yapılmıştı. O zamanlar destekçilerinin bilmediği şey ise, Ted Bundy’nin gülümsemesinin altında 12 yaşında bir küçük kıza tecavüz edip vahşice öldüren bir adamın olduğuydu.

Filmin çıkmasını beklerken bir süre Bundy’nin hayatını ve cinayetlerini araştırdım ve emin olun sebep olduğu acı ve vahşeti burada anlatmaya içim el vermiyor. Bu kadar masum cana ve beraberinde onların ailesine yapılan bu kötülükleri düşündükçe daha gün yüzüne çıkmamış cinayetler aklıma geliyor, kanım donuyor. Bu gerçeklerin ışığında filmi çok farklı bir beklentiyle bekledim. Yaşananların ekrana tüm çıplaklığıyla yansıtılıp yansıtılmayacağını merak ettim fakat bir yandan da senaryonun Bundy ile yıllarını geçiren Elizabeth Kendall’ın “The Phantom Prince: My Life with Ted Bundy” adlı eserinden uyarlandığı gerçeği bana filmin daha farklı bir yol izleyebileceği ihtimalini düşündürüyordu. Sonuç olarak ikinci bahsettiğime yakın bir sonuç ile karşılaştık.

Film, Bundy’nin hikayesini Elizabeth’in kitabından alıyor fakat tamamen Bundy’e odaklanıp Liz’i kenara atıyor. Bundy’e odaklanırken de gerçekleri seyirciden gizleme politikası izliyor fakat bunun da dozunu biraz kaçırıyor. Filmde uzun süren ve anlatının neredeyse tamamını kapsayan bir gizem var. Hal böyle olunca lastik gibi uzanan bu gizem bir süre sonra kabak tadı vermeye başlıyor. Bu gizem filmin gelişme kısmına hafifçe yedirilip sonlara doğru doruk noktasına ulaşsaydı daha farklı bir yorum yapıyor olurdum. Sonuçta Ted Bundy en ünlü seri katillerden. Hikayesi de bu kadar bilinirken film boyunca gizem unsuru kullanmak üstü kapalı anlatım yapmak seyircinin ilgisini -özellikle olaylara aşina olanların- filmden uzaklaştıran bir unsur olmuş. Zac Efron’un başarılı performansı gayet yerinde bir Bundy profili oluşturduğu için kendisi adeta filmin taşıyıcısı görevinde. Fakat filmin yola çıkış mantığının Bundy’nin hayatını onu seven iki kadının gözünden anlatmak olduğunu göz önünde bulundurursak sadece Zac Efron’un performansına odaklanmak yanlış bir strateji demeliyiz. Çünkü aslında olan şu; bizler Bundy’yi kendisini seven iki kadının gözünden görüyoruz fakat bu iki kadının karakter gelişimi oldukça zayıf. Bakış açısını kullandığımız iki karakteri tanıyamıyoruz ve bu bakış açısından “Masum Ted Bundy”yi yalnızca Ted Bundy’yi görerek izlemek salak yerine konulmuş hissi bırakıyor.

Film çıkmadan benim için en dikkat çekici noktası olan kısımdan bahsetmek istiyorum. Filmde James Hetfield’ın rol alacağını öğrenmek benim için yılın en heyecan verici haberlerinden biriydi. Bir de Papa Het’in üzerinde şerif üniforması ile yayınlanan fotoğrafı iyice heyecanlandırdı elbette. Filmde karanlıktan belirip ilk repliğini söylediği anda da tüylerimi diken diken etti. Sonraki iki dakikada anladım ki bu o replik zaten tek repliğiymiş. O kadar beklemem ve heyecanlanmam sadece iki dakikalık sahnesi içinmiş. Elbette bu benim için büyük hayal kırıklığıydı fakat idolüm olan adama sadece iki dakikalık rol vermelerini bir hata olarak görüp buraya yazmak tabi ki olmaz. Kişisel sorunum deyip geçiyorum. İki dakikalık da olsa tam bir şerif olmuş ama Papa Het.

Filmi özel yapan bir teknik özellik, bir atmosfer aradım fakat maalesef bulamadım. Son derece sıkıcı, zor ilerleyen bir film olduğunu söyleyemem. Kaliteli başrol performansı sayesinde film belli kısımlarda akıyor. Lastik olan gizem unsuru ve Bundy hariç komple silik kalan karakterler ise yavaşlatıcı unsurlar. Özellikle Bundy’nin hapishanede evlendiği eşi Carole Ann Boone karakter tasarımı açıdan çok zayıf. Bundy’nin yargılanması sürecinde oldukça büyük bir rol oynayan hatta Bundy’nin bir nevi medya yüzü haline gelen Boone’un filmde oldukça başarısız resmedilmesi hikayeyi taşıyan kolonlardan birinin çatırdaması demek. Lily Collins’in Liz Kendall performansı göze batmayan bir destekleyici performans fakat karakter tasarımı yedirilmediği için o da film boyunca yalnızca havada asılı kalıyor. Ayrıca climax anı da film boyunca uzatılan gizemi epik bir şekilde sonlandırmaya çalışırken bir miktar yavan kalıyor. Tüm bunların ışığında da “Extremely Wicked, Shockingly Evil and Vile” belli klişeleri takip eden ve tarihi çizgisinden yetersiz beslenen bir film oluyor.

 

Not: James Hetfield kadar havalı bir insan YOK.

Yorum Yap

Your email address will not be published.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR