Gece
Gündüz

Toplumsal Cinsiyet Nedir, Yarattığı Eşitsizlik ve Sonuçları Nelerdir?

6 March 2019
yazdı
8 dk'lık okuma

Herkese merhaba! Bu dergi için kaleme aldığım ilk yazımda sizlerle paylaşmak, sizlere anlatmak istediğim konu aslında hem çok önemli hem de hep göz ardı edilen bir konu. Varlığı bariz ortada fakat neredeyse herkesçe görmezden gelinen ve kimse tarafından önemsenmeyen bir konu: toplumsal cinsiyet kavramı (gender), bunun yol açtığı eşitsizlikler ve neden olduğu birçok olumsuz sonuçlar. Kadına şiddetten namus cinayetlerine, kan davalarından kadın sünnetine kadar pek çok olumsuz olayda doğrudan ya da dolaylı neden olarak rol alır toplumsal cinsiyet eşitsizliği.
Öncelikle bu kavramı anlamaya çalışalım. Toplumsal cinsiyet genellikle LGBT 🏳️‍🌈- eşcinsellik vb ile karıştırılır. Aslında eşcinsellik ve benzeri durumlar birer cinsel yönelimdir ve toplumsal cinsiyet kavramını birebir karşılamaz. Toplumsal cinsiyet, toplumdan topluma değişim gösterebilen ve zamanla farklılaşabilen her toplumun sadece cinsiyeti yüzünden bireylere biçtiği roller, istediği ya da istemediği davranışlar, kalıplardır. Belki toplumsal cinsiyet bakış açısının eşcinsel bireylere biçtiği farklı rollerle bir yerde kesişirler ama kesinlikle aynı şeyi ifade etmezler.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği bireylerin nerede nasıl giyinip hareketler sergileyeceğine, laflarına kadar her şeye karışır. Toplumsal cinsiyete bir örnek, her erkeğin evine ekmek getirme zorunluluğu olduğu düşüncesi. Eğer çalışan sadece kadınsa bir evde o evdeki erkeğe kötü gözle bakılır, sen ne biçim erkeksin daha evine bakamıyorsun tarzı son derece yanlış ve eşitliğe aykırı yorumlar yapılabilir.

Ya da kadına sen herkesin içinde kahkaha atamazsın, sen elinin hamuruyla erkek işine karışma, kadının karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etme, kızını dövmeyen dizini döver tarzı uzun yıllardır bilinen son derece cinsiyet eşitsizliğine dayanan ve sanki sadece kız çocukları yanlış yola sapabilir ya da onlar doğurabileceği için onlara daha çok dikkat edilmeli gibi düşünceler, laflar vardır. Halbuki ahlak her iki cinsiyet için de aynıdır fakat ne hikmetse bir evin oğluna “Aslanım benim kız arkadaşı da varmış, yakışır” gibi laflar söylenip bir ilişkisi olması desteklenirken kızın bir ilişkisi olması kabul edilemez bir şey olur. Asla bu konu konuşulmaz ve evlenmeden önce kızın kimseyle görüşüp konuşması istenmez, toplum da hoş karşılamaz. “Elalem ne der?” düşüncesi hakimdir. Halbuki eğer sevgililik olayı kızlar için sakıncalı ve yanlışsa neden erkekler için de öyle olmuyor? Ya da neden kız hava kararmadan dönmeliyken erkek istediği zaman eve dönebiliyor?

Ayrıca kızların nazik, duygusal, güçsüz, daha çalışkan, ev işlerinden, yemek yapmaktan anlayan; erkeklerin ise sert, ağlamayan, gerektiğinde daha kavgacı, duygusal olmayan, ev işlerinden ve yemek yapmaktan anlamaması tolere edilebilen hatta maço olması beklenir toplumsal cinsiyete göre. Halbuki bir erkek de ağlayabilir; sevdiği birine bir şey olur ağlar, çocuğu doğar mutluluktan ağlar, sinirleri bozulur ağlar. Gayet insani bir eylemi tek bir cinsiyetle bağdaştırır toplumsal cinsiyet. Ya da kadın da profesyonel sporcu olup çok güçlü olabilir ya da mizacı duygusal değil sert olabilir. Ayrıca kadının ev işleri ve yemek yapması zorunlu gibi bir algı vardır. Bu da toplumsal cinsiyetten kaynaklanır. Oysa ki böyle bir zorunluluk yasalarda ve bunun gibi hiçbir yerde yazmaz. Ama toplumda bu algı hakimdir ne yazık ki.

Bizim toplumumuzda ve genelde ata-erkil bir anlayışın hakim olduğu toplumlarda ev işlerinden okunacak bölümün seçimine, parlamentoda yer almaktan çocuk bakımına kadar hemen hemen hayatın her alanında toplumsal cinsiyet eşitsizliği gözle görülür bir ayrımcılık yaratmaktadır. Genellikle erkeklerin kadınlardan fiziki olarak daha güçlü olması her alanda erkeğin daha baskın, etkin veya daha olanaklı olmasını gerektirdiği düşüncesi bu cinsiyet eşitsizliğine neden oluyor olabilir. Bu eşitsizlik kadınları iş gücüne katılım, karar verme mekanizmalarında yer alma, istediği mesleği seçebilme gibi her bireyin belli olanakları olması gereken ve eşitlik gerektiren konularda maalesef ikinci planda kalmasına sebep olmaktadır. En acı sonuçları ise genelde kadınları daha çok etkileyen namus cinayetleri, erkekleri daha çok etkileyen töre cinayetleri gibi insan haklarından en temel hak olan yaşama hakkını sırf öğretilen kalıplar ve “Toplum bize ne der?” düşüncesi doğrultusunda her iki cinsiyetten kişilerin de elinden alabilmesidir.

Daha çok kadınları olumsuz etkiliyor gibi görünse de erkeklere etkileri de çok önemlidir. En basitinden eğer bir erkek işsiz ise veya emekli ise ve yani çalışmıyorsa, toplumun kendisine biçtiği rolü ve beklentisini karşılayamadığı için kendini işe yaramaz hissedip bunalıma girebilir ki bu ülkemizde çok sık görülür. Aynı şekilde maalesef sigara kullanımı bir büyüklük veya “erkeklik” belirleyicisi gibi düşünülen toplumlarda daha yaygındır bununla beraber erkekler kadınlara oranla daha çok akciğer kanseri olur. Aynı şekilde bazı toplumların erkeklere daha çok müsamaha gösterebildiği bir diğer konu ise evlilik dışı cinsel birleşimdir. Bu birleşimler farklı kişilerle olursa ve kişiler korunmazsa ölümcül olan HIV virüsünün çok kolay bulaşabildiği ve kişiyi AIDS yapabildiği saptanmıştır. Bu konuda da erkekler toplumca “Erkektir yapar” düşüncesiyle daha serbest bırakılmış ve erkeklerin genelinde de “Bana bir şey olmaz, erkek adama bir şey olmaz” düşüncesi var olduğu için erkeklere daha kolay bulaştığı saptanmıştır.

Bunun yanı sıra ev işleri hep kadının sorumluluğu gibi görülür. Halbuki kadın bunları yapmak zorunda değildir ve aslında bunları tek başına sırtlanarak aile bütçesine de katkıda bulunmaktadır ama maalesef kadına bu zorunluluk gibi yüklendiği için bu bir görünmez emektir. Yani yalnızca işlerin yapılması bırakıldığı zaman emek fark edilir. Oysaki adil olan işleri paylaşmak ya da kadın çalışmıyorsa da en azından eşinin gerektiği yerlerde yardım etmesidir. Bu olgunun kadınları en çok etkileyen bir diğer sonucu ise kadın sünnetidir. Bu uygulama genelde Afrika’da görülmekle birlikte orda da bir dinsel temele dayandırılmaktadır. Fakat bu uygulamanın akla, mantığa uyan hiçbir faydası veya dinsel yönü bence yoktur. Bu uygulamayı yapanlara göre bunun amacı kadınların eşlerine bağlı olmalarını sağlamaktır. Bunun için de bu kadın sünnetiyle kadının normal ve olması gereken genital organlarından bazı kısımları hiç de steril olmayan yerlerde ve işlemlerle daha kız çocukları küçük yaşlardayken bıçak vb aletlerle alıyorlar. Böylece daha cinsellik ne ve bunu kendilerine neden yaptıklarını anlayamayan ve birçok fiziksel acıya ve psikolojik soruna maruz kalan o kız çocuğu puberteye (ergenlik) eriştiğinde herhangi bir cinsel haz alamıyor ayrıca menstrual sıvısı (adet kanı) ya akamıyor ya çok küçük bir yerden akmak zorunda kalıyor ayrıca da idrarlarını tutamaz hale geliyor ve bu yüzden halktan da kokuyor diye dışlanıyorlar. Yine doğumda birçok sorun yaşanabiliyor. Ben kendimi o kızların yerine koyunca dehşete kapılıyorum ve o coğrafyada yaşamadığım için şükrediyorum. Onlardan biri değilim ama oradaki insanlık dışı uygulamanın ve etkilerinin farkındayım. Onların sesi olmak bence bizim vazifemizdir.

“Erkek adamın erkek çocuğu olur” düşüncesiyle ülkemizin doğu kesimlerinde daha fazla olmak üzere dünya genelinde de bu görüşün hakim olup kız çocuklarının istenmediği hatta bebeğin kız olduğu öğrenilince aldırıldığı veya zorla düşük yaptırıldığı da toplumsal cinsiyete dayanır. Temel düşünce ise erkeğin soyadı ömür boyu taşıyıp yaşatacağı için soyu devam ettireceği düşüncesidir. Halbuki kızın çocukları da o soydan olacaktır ve yasalara göre erkek de evlenirken kadının soyadını alabilir veya kadın ayrıldığı zaman çocuklarına kendi soyadını verebilme hakkına sahiptir. Bunun bir örneği yakın bir zamanda yaşanmıştır.


Unutulmamalıdır ki toplumsal cinsiyet zaman içinde bir toplumda beliren ve insanların kafasına sonradan çizilen sınırlar ve beklentilerden ibarettir. Bu sınırlar bebeklere mavi- pembe ayrımı ile başlar ergenlikte, öğrencilikte ve iş hayatında da etkisi devam eder. Eğer biz bunun farkında olup konuştuğumuz herkese de anlatırsak bir bilinç oluşturabiliriz. Ayrıca eğer bizler bunları bildiğimiz için çocuklarımızı bu toplumsal cinsiyete göre değil, kendi aklımıza göre EŞİT bir şekilde yetiştirirsek er ya da geç bu toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve neden olduğu birçok olumsuzluk ortadan kalkacak ve bizler topluma göre değil kendi aklımıza, duygularımıza göre yaşayabileceğiz. Ben inanıyorum ki o zaman her şey daha adil olacak ve bu dünya daha da yaşanılabilir olacak. Unutulmamalıdır ki her iki cinsiyet de toplumun yarısını oluşturur. Eğer herhangi birini ikinci plana atıp hep diğeri her alanda desteklenirse ne ülkede çağdaş ve modern olabiliriz ne de demokratik. Ayrıca kalkınmamız için de toplum olarak işbirliği yapmamız gerektiği de çok önemlidir.
Ben bu konuyu genel hatlarıyla ve her yaş grubuna hitap etmesi açısından gayet açık bir dille anlatmaya çalıştım. Bu yazı umarım faydalı olmuştur. Bu konu tıpta halk sağlığında, psikolojide, toplum biliminde ve bunun gibi birçok dalda anlatılmakta ve önlemeye dair çalışmalar sürdürülmektedir. Daha detaylı ve fazla bilgiye ulaşmak için faydalanılabilecek birçok makale bulunmaktadır. Ve son olarak bilinmelidir ki ayrımcılık bir neden eşitsizlik ise bir sonuçtur. Ayrımcılık yapılırsa eşitsizlik olur ve bu da hiç adil olmaz ve birçok olumsuzluğa neden olur, her konuda adil olmak en güzelidir.
Adil bir dünya dileğiyle
Sevgiyle kalın.

Yorum Yap

Your email address will not be published.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR