Yeraltı edebiyatını okurken içinde prensler ve prensesler görmeyi bekleyebilirsiniz. Ama prenses uyuşturucu bağımlısıysa ve prens obsesif-kompulsif bozukluktan şikayetçiyse… Ayrıca yeraltında, çok sevdiğimiz masal karakterleri ırkçı olabilirler; toplumdan tamamen dışlanmış, hayatın her kötü yanını acı bir şekilde tecrübe etmiş olabilirler. Bunları da göz önünde bulundurursak; yeraltı edebiyatının aslında masal dünyasının önündeki toz pembe perdeyi çekerek bizlere gerçekleri tüm çıplaklığıyla gösterip, biz bunları tecrübe ederken suratımızda beliren ifadeden keyif aldığını söyleyebiliriz. Yeraltını keşfetmenin belli bir bedeli vardır, girdikten sonra aynı kalamazsınız.
Bu türün ilk örneklerinden birini Dostoyevsky’nin verdiği bilinir hep. Benim de bilgim o yönde. Yanılıyorsam da şu konuda eminim ki; bugün hala yeraltından eserler okuyorsak bunun nedeni Dostoyevsky’nin isimsiz karakterinin çığlıkları sayesindedir.
Dövüş Kulübü’nün isimsiz karakterindeki Yeraltından Notlar esintisini fark etmek eğer iki kitabı da okuduysanız tabii ki mümkün. Ani duygu değişimleri satırları, deliliğin sınırında gezen insani ilişkiler ve tabi ki fiziksel ve zihinsel karmaşa… Dövüş Kulübü’nün bize sorduğu en büyük sorulardan biri de budur zaten; zihindeki karmaşa, fiziksel boyuttan daha şiddetli olabilir mi? Bu soruyu cevaplamanız için de kendi zihinsel karmaşanızın içinden başarıyla sıyrılmanız gerekmiyor, onu benimsemeniz gerekiyor.
Dünyayı baştan sona değiştirmek için biraz delilik gerekir mi? Yüzyıllar sonra üzerinde hala konuştuğumuz başarılar, çılgın olmayan, tamamen mantık çerçevesinden gelen fikirlerden çıkmış olabilir mi? Başarılı olmak düzenli çalışma gerektirdiği kadar delilik de gerektirir.
Dövüş Kulübü bizlere soru soruyor ama verdiğimiz cevapları umursamıyor. Çünkü soru soran her zaman cevaba ihtiyaç duymaz. Bazen soru yalnızca kime sorulduysa onun içindir ve bazen dengeyi kurmak için denge kazıklarına iki yumruk sallamak en doğru yoldur.