Nu metal kavramı, metal müziğin ölüm döşeğinde olduğu düşünüldüğü zamanlarda ortaya çıkmıştı. Nirvana’nın başı çektiği grunge akımı metal müziğe karşı bir düşmanlık beslemese de o zamanın müziğine tamamen farklı bir bakış açısı kattığı için klasik metalin tahtında birtakım oynamalara sebep olmuştu. Daha önce oluşmuş alternatif müzik tarzı üzerine punk ve rap eklemeleri ile oluşturulan nu metalin belli gereklilikleri vardır. Gitarların punk-vari bir şekilde çalınması, davulların sert ve net bir tonu olması bunlardan yalnızca bazıları.
Nu Metal gruplarının soundlarının kendi içlerinde ayrılması ise bu tarzın birçok farklı şekilde yapılabileceğinin kanıtı. Rap ağırlıklı bir nu metal istiyorsanız Rage Against the Machine tercih edebilirsiniz veya kuvvetli bas istiyorsanız Korn’a doğru alabiliriz sizi. Hiçbir nu metal grubuna benzemeyen, kuvvetli davullar ve hızlı gitarların yanı sıra dinamik vokaller arıyorsanız da o zaman yazımızın konusuna çeviriyoruz yönümüzü: Slipknot.
Çocukluğumdan beri hayatımda büyük bir yeri olan Slipknot’ın albümlerini sıralamak benim için kolay olmayacak sanırım. Ama cesaretimi toplayıp giriş yapıyorum. Derin nefes! Başlıyoruz. “Mate. Feed. Kill. Repeat.”i saymak yok!
5. All Hope Is Gone (2008)
İlkokul yıllarımda baştan sona dinlediğim, deyim yerindeyse damarlarımda hissettiğim bu albümü son sıraya koymak emin olun içimi acıtıyor. Bir yandan da kendimi rahatlatıyorum. Çünkü sıralamanın sonunda olması kötü bir albüm olduğu anlamına gelmiyor. Slipknot’ın kariyeri boyunca “başarısız” olarak nitelendirilebilecek bir albüme imza attığına inanmıyorum.
Albüm, şarkılardan oluşur fakat bir bütünlük olması da bu işin asıl anahtarıdır. All Hope is Gone, birbirinden kuvvetli tekliler ile kendini tanıttı. Genele bakacak olursak ise bu kuvvetli tekliler birbirleriyle bir bütün oluşturmuyorlardı. Yoğun gitarların kafamıza kafamıza vurulduğu Gematria, albümün belli noktaları ile uçtan uca farklılıklar yaşıyor. Bu yalnızca ilk parçadan örnek. Aynı zamanda Jim Root ve Corey Taylor’ın bir de Stone Sour üyeleri olmaları iki grubun müziklerinin belli ölçüde birbirine karışmasına yol açıyor. Stone Sour’un etkisini en yoğun hissettiğimiz albüm All Hope is Gone.
Bu ufak detayların haricinde albüm hakkında konuşmamız gerekirse Psychosocial, Snuff ve Sulfur gibi mükemmel şarkılardan bahsediyor olacağız. Bu da All Hope is Gone’ın ne kadar kuvvetli bir albüm olduğunu bizlere açıklayacaktır.
4. Vol. 3: The Subliminal Verses (2004)
Slipknot’ın ana akımda en çok adını duyuran parçaları barındıran albüm de diyebiliriz Vol. 3 için. Benim için de yeri çok ayrıdır. “Before I Forget” ve “Duality” dinlemediğim teneffüs olmazdı bir zamanlar. Aynı zamanda albüm olarak da güzel bir dengeye sahip. Çıktığı andan itibaren piyasayı çalkalayan Iowa’nın arkasından gelebilecek en iyi albümdür Vol. 3. Sertlik konusunda büyük biraderinden biraz daha alt seviyede kalsa da kaliteden hiçbir şey kaybetmiyor.
Grubun sonraki albümlerini de düşünecek olursak, Vol. 3 öncesi ve sonrası arasındaki denge diyebiliriz. Sonraki iki albümün neye benzeyeceğine dair tüm ipuçlarını veriyor. Stone Sour etkilerinin başlaması ve Iowa sertliğinin biraz olsun alt seviyelere indirilmesiyle, All Hope is Gone yolları görünmeye başlıyor grup için.
Ana akımda Slipknot adının daha etkili bir hale gelmesiyle birlikte ticari açıdan da işler grup için iyiye gitmeye başlıyor. Vol. 3 biraz da bu yönden birkaç adım önde bir yapıt. Ayrıca klasik olarak nitelendirilen Before I Forget ve Duality hariç The Blister Exists, Opium of the People ve Vermillion gibi üst düzey eserlere de sahip.
3. .5: The Gray Chapter (2014)
Grubun kariyeri boyunca imza attığı en kritik albümdür 2014 tarihli en son albümleri. All Hope is Gone sonrası tüm zamanların en iyi metal davulcularından biri olan Joey Jordison ile yollarını ayıran grup, tüm yolculukları boyunca omuz omuza yürüdükleri bas gitarist Paul Gray’i de trajik bir şekilde kaybediyor. Tarihinde ilk defa üye değişikliği yaşayan grubun bu zorlu süreçten nasıl çıkacağı merak konusuydu. Ve böylece bas gitarda Alessandro Venturella ve davulda Max Weinberg’ün oğlu Jay Weinberg ile yoluna devam etmeye karar veren grup, Paul Gray’e selam niteliğinde The Gray Chapter’ı hazırlıyor.
The Gray Chapter’ı Vol. 3 sonrasına koyma kararı beni fazlasıyla zorladı. İki albüm benim için birbirlerine oldukça yakınlar. Bu kararımı etkileyen asıl gerçek ise, Iowa’dan sonra Slipknot’ın en kendinden emin albümünün The Gray Chapter olduğunu düşünmemdir. Jay Weinberg’ün gruba kattığı farklı davul soundu ve Corey Taylor’ın albüm boyunca bütün olarak hissedilebilen vokalleri müzikal açıdan albüm için belirtilebilecek sadece birkaç nokta.
Grubun tüm kariyeri boyunca içinde bulundukları ruh hallerini tek bir çatı altında toplamayı başaran bir albümdür The Gray Chapter. İlk zamanlara göndermeler içeren The Negative One, kariyer özeti niteliğinde The Devil in I, bağımlılık yapan Killpop ve sertlikte sınır tanımayan Sarcastrophe yalnızca bulundukları albümü değil, bir sonraki albümü bile sırtında taşıyabilecek güçte şarkılar.
2. Iowa (2001)
Slipknot’ın kariyerinin ilk eşiği Iowa’dır. İlk albümlerinden sonra bu farklı müziğin sadece bir seferlik mi ortaya çıktığı tartışma konusuydu. Tartışmalar Iowa bıçak gibi üstlerine inene kadar devam etti. Bıçak derken ciddiyim. “Left Behind” gibi bir şarkıyı başka türlü açıklayamazdım sanırım. Slipknot tarihinin en sert albümü olduğu gibi, kendinden sonraki nu metal albümlerinin de şekillenmesine yardım etmiştir.
Iowa, grubun mükemmelleştirdiği nu metal fikrini hard rock ve heavy metal esintileri ile harmanlayarak her açıdan doyurucu bir albüm. Öyle ki Corey Taylor’ın son verdiği röportajda yolda olan albümün ‘Iowa ayarında’ olacağını söylemesi çok büyük ses getirdi. The Gray Chapter’ın büyük bir hayranı olarak bir sonraki adımın nasıl olacağı benim için fazlasıyla önemli. Eminim çoğu Slipknot hayranı da albüm çıkana kadar diken üzerinde oturacak. Umuyorum ki bazı kesimlerce The Gray Chapter’ın ‘diğerlerine göre daha hafif’ olarak nitelendirilmesi, grubun istemediği bir albüm yapmasına sebep olmaz.
Eğer bir sonraki albümden, “Left Behind”, “People=Shit”, “The Heretic Anthem” ve “Disasterpiece” benzeri bıçak gibi şarkılar gelecekse ben boynum kopana kadar headbang yapmaya hazırım!
1.Slipknot (1999)
Grubun kendi adını taşıyan bu albüm tam anlamıyla şimşek etkisi yaratan bir eser. 2000’lerin müziğini büyük ölçüde etkileyen ve şimdiye kadar çizilmiş sınırların hepsini akıl almaz bir kuvvetle aşan bu albüm, bugün hala ilk günkü etkisini yaşatır. İçinde barındırdığı sert ve çiğ sound birçok grubun yakalamaya çalıştığı fakat yanına bile yaklaşamadıkları bir örnek.
Tamamen gizem üzerine kurulu olan ilk albüm müzikal açıdan olduğu kadar bu konuda da dikkat çekici oldu. Dokuz maskeli adam son zamanların en sert albümünü yapıyorlar. Peki kim bu adamlar? Bilmiyoruz ve bir süre sonrasına kadar bilemeyeceğiz. Tek bildiğimiz söylemek istedikleri şeyler olduğu. Bu şekilde yaptıkları sürece istedikleri kadar konuşabilirler.
On dokuz yıl sonra bile aynı tazelikle kalabilen şarkılar yazmak zordur, onları konserlerde de aynı canlılıkta tutabilmek ayakta alkışlanacak bir harekettir. Grubun yakın zamanda Knot Fest kapsamında düzenlediği Meksika konserinin DVD’si Day of the Gusano’daki “Spit It Out” o kadar kuvvetliydi ki ben izlediğim koltukta duramadım. Her şarkıyla kalabalığa coşku dağıtsalar da dikkat ettiğim asıl unsur şuydu; “Surfacing”, “Wait and Bleed”, “Me Inside” gibi ilk albümün bombaları sırasında seyirci hiç olmadığı kadar ayaklanmıştı. Bunlar haricinde albümün ağır topları “(sic)”, “Eyeless”, “Purity” ve “No Life” gibi eserler yalnızca grubun değil, nu metal tarihinin en sağlam izleridir.
İçinde dokuz ayrı hayat barındıran bu grup anlat anlat bitmez. Yaptıkları işler tarihe geçmiş tırnak izleridir ve bugün bile hepsi hala hissedilir. Büyük bir trajedi yaşayıp ayaklarının üzerinde kalan, bununla kalmayıp en sağlam albümlerinden birine imza atabilen bu grubu takip etmeli, yaptıkları her şarkıyı dinlemeli ve bir sonraki davulcuları olmaya çalışmalıyız. Pardon, son dediğim sadece benim için geçerli.