Metal müziğin eski günlerinden uzaklaştığını gün geçtikçe daha çok fark ediyoruz. Müzikal riffler ve vokaller kaybolmaya başlıyor. Türün hayranlarını gücendirmeyi istemem fakat ‘grindcore’ ve ‘deathcore’ metal müziğe fayda sağlayan alt türlerden değiller. Bahsettiğim bu tarzları benimseyen yeni grupları da büyük stadyumlarda ve önemli konser salonlarında çıkarken göremezsiniz. ‘Stadyum grupları’ diye tanımladığımız geniş kitlelere hitap edebilen grupların gün geçtikçe azalması fazlasıyla korkutucu. Uzun süredir rock müziği sırtında taşıyan Foo Fighters’ın şovunda aldığınız keyfi asla bir grindcore konserine alamazsınız. Bu iddiam üzerine tartışmaya girmeye hazırım.
2005 yılında alışılmışın dışında bir müzikaliteye sahip olan “The Strenght /The Sound/ The Songs” adlı albüm piyasaya çıktı. Albümün sahibi olan grup, 2001 yılında Copenhagen’da temelleri atılmış olan ‘Volbeat’ti. Kendilerine tarz olarak rock and roll, heavy metal ve rockabilly karışımı bir ‘sound’ belirleyen grup daha önce yapılmış işlerden farklı bir albümle karşımızdaydılar. Gönül rahatlığıyla söyleyebileceğim bir şey varsa o da şudur; o günden beri kötü bir işe imza atmadılar. Geri kalan satırlarımızda da grubun albümlerini kendi aralarında sıralayıp içeriklerine göz atacağız. Önce bir ‘FunFact’ verelim: Grubun adı ‘Volume’ ve ‘Beat’ kelimelerinin birleşiminden oluşmakta. Dördüncü albümlerindeki ’16 Dollars’ adlı parçanın sözlerinde de isimlerine gönderme yapmışlardır: “I need a quick drink more volume fort he beat…”
6-) The Strength/The Sound/ The Songs (2005)
Bu farklı ve bir o kadar tatlı albümü son sıraya koymak içimi sızlatıyor ama sevdiğim gruplar söz konusu olunca son sıralar hep zor… Grup piyasaya attıkları ilk adım ile Danimarka listelerinde tam yirmi bir hafta kalmayı başardılar. Gelecek günler kendini en baştan göstermiş. Albümde en çok dikkat çeken noktaya içimize kadar işleyen gitar tonlarını yerleştirebiliriz. Volbeat bu ‘puslu’ gitar tonlarını her albümünde biraz daha geliştirerek bizlere sunmaya devam edecek. Aynı durum Michael Poulsen’ın vokalleri için de geçerli. Poulsen’ın aralığı geniş ve yerine göre duygu değişimlerini çok iyi vurgulayabilen sesi aynı zamanda yoğun bir James Hetfield esintisine sahip. Bir Metallica hayranı olarak daha fazlasını bekleyemezdim. Rock and roll ve groove esintileriyle süslenmiş sağlam bir heavy metal albümü ile Volbeat artık tarih sahnesinde.
Dinlenmeli: “Rebel Monster”, “Pool of Booze, Booze, Booza”, “Healing Subconsciously”
5-)Rock the Rebel/ Metal the Devil (2007)
Grubun ikinci albümünde dengeli vokaller ve gürültülü riffler biraz daha melodik bir halde geri dönüyor. Grubun ilk albümü kuvvetini biraz da prodüksiyonun ‘çiğ’ hissiyatından alıyordu. Güzel bir his, asla şikayet edemem fakat ikinci albümdeki daha olgun prodüksiyon grubu bir adım öne taşıyor. Davulda oturan Jon Larsen’daki ve Poulsen’ın vokallerindeki gelişmeyi de fark etmemek elde değil. Aynı zamanda grubun rock and roll esintilerini daha belirgin bir şekilde hissedebiliyoruz. Albümdeki ‘Rock the Rebel’ ifadesi de bunun için iyi bir örnek.
Dinlenmeli: “Sad Man’s Tongue”, “River Queen”, “BOA [JDM]”
4-) Outlaw Gentlemen & Shady Ladies (2013)
Gruplar her zaman üye değişikliğine giderler. İnsan ilişkilerinden bahsediyoruz, bozulabilir ya da tercihler değişebilir. İçinde ‘insan’ barındıran hiçbir oluşumun garantisi yoktur. Buna dünyamızın da dahil olması biraz korkutucu, değil mi?
Volbeat’in başına gelen üye değişikliği bana sorarsanız büyük bir şans. Daha önce Anthrax ile çalışan Rob Caggiano bu albümde Volbeat kadrosuna dahil oldu ki bana göre kendisi hak ettiği ilgiyi göremeyen gitaristlerdendir. Tarzı ile Volbeat’e bambaşka bir sound kattığının somut kanıtı Outlaw Gentlemen & Shady Ladies. Grup, rock esintileri daha fazla olan bir heavy metal albümü ile bu sayede karşımıza çıktı. Yaratıcı süreçte yepyeni bir kan olması her şeyi değiştirebilir. Kendinden önceki albümden biraz daha aşağıda kalsa da prodüksiyonun olgunluğundan ve grubun eski esintilerini çok iyi koruyabilmesinden dolayı hayranlarını hayal kırıklığına uğratmayan bir albüm olabildi. Aynı zamanda grubun zirve şarkılarından ikisine sahip.
Dinlenmeli: “Lola Montez”, “Doc Holliday”, “The Hangman’s Body Count”, “Dead But Rising”
3-) Beyond Hell/ Above Heaven (2010)
Bir önceki albümleriyle Volbeat’in adını duymayan kalmamıştı. Grup dört ayak üstüne düşmüştü ve en büyük destekçileri olarak arkalarına Metallica’yı almışlardı. Elbette bu destekte Lars Ulrich’in Danimarkalı olmasının da payı büyük fakat James Hetfield’ın Volbeat’in yakalayabildiği her konserine gitmesi de hayranlıklarını belirten bir durum.
Bir albüm adına bu kadar uygun olamazdı. İki ayrı uca sahip şarkılardan oluşup bütün olarak bu kadar uyumlu olabilen bir albüm bulmak zor. “Who They Are” ve “16 Dollars” sanki iki ayrı gruba ait şarkılar! Bu albümle stadyumları sallayabileceğini artık tamamen kanıtlamış olan Volbeat’in sıradaki adımı da mükemmel bir turne oluyor.
Dinlenmeli: “A Warrior’s Call”, “7 Shots”, “16 Dollars”, “Fallen”
2-) Guitar Gangsters & Cadillac Blood (2008)
Volbeat film gibi albüm yapabilen bir grup. Poulsen’ın sahip olduğu yetenek yalnızca ‘söz yazarlığı’ olarak tarif edilemez, bu bir nevi ‘hikaye anlatıcılığı’. Bu albüm Volbeat’in bu işi gerçekten iyi yaptığına ve yapmaya devam edeceğine bir kanıt oldu, böylelikle birçok kapı açıldı. İlk adım ise Danimarka müzik listelerine en tepeden girmek oldu! Nightwish ile Amerika turnesine çıkan grup Hollanda’da Pinkpop Festival’da ana sahnede yer aldı. Ayrıca büyük destekçileri Metallica’ya World Magnetic turnesinin Kuzey Amerika ayağında katıldılar. Gitar gangsterlerinin geleceklerinin ne kadar parlak olduğu artık kesindi.
Dinlenmeli: “Still Counting”, “Hallelujah Goat”, “Light A Way”, “Guitar Gangsters & Cadillac Blood”
1-) Seal the Deal & Let’s Boogie (2016)
2016 yazına doğru Volbeat karşımıza öyle bir tekli ile geldi ki nutkumuz tutuldu. “The Devil’s Bleeding Crown” bu zamana kadar Volbeat’in yaptığı her şeyin özetiydi. Muazzam riffler, kuvvetli vokaller ve harika sololar bir şarkıda toplanmış ve bizlere sunulmuştu. Bir albüm için nasıl sabırsızlandırılır sorusunun cevabı tam anlamıyla buydu. Yazın kavurucu sıcağında da bize her şeyi unutturacak olan albüm piyasaya sürüldü.
Rob Caggiano’nun Volbeat müziğine etkisinin ne kadar büyük olduğundan zaten bahsetmiştik. Bu etkinin ne kadar kalıcı ve kuvvetli olduğunu grubun son işi olan Seal the Deal & Let’s Boogie’de fazlasıyla hissedebiliyoruz. Michael Poulsen’dan bahsedecek olursak, sesinin zirve yaptığını söylemeden edemeyiz. “The Devil’s Bleeding Crown”ın ilk cümlelerinden belliydi albümde nasıl bir vokalle karşılaşacağımız. Elini sıkabilmeyi çok isterdim.
Volbeat, harika bir bütünlüğe sahip olan son albümüyle diskografisinin zirvesini yaptı. Heavy metal’in nasıl olması gerektiğini gösteren bir el kitabı değerinde bir albümle kendilerine kapıları ardına kadar açmaya devam ettiler. Metallica’nın gruba desteği artarak devam etti ve beraber WorldWired Tour 2017’de Amerika’yı komple gezdiler. Konserlerin en çok aranan isimleri arasında olan Volbeat, kalabalık sahnelerde artık headliner olarak sahneye çıkıyor.
Dinlenmeli: “The Devil’s Bleeding Crown”, “Goodbye Forever”, “Seal the Deal”, “Mary Jane Kelly”, “The Loa’s Crossroad”