Yılın bu zamanına sınavları bekleme günleri diyoruz. Çünkü hepimiz farkındayız ki ekle/sil bittikten sonra vizeler göz açıp kapayıncaya kadar geliyor. Bu gibi dönemlerde çalma listemde kendimi kaybetmek genel huyumdur. Aşağıdaki listemizle sizlere de bu konuda yardım edebilmeyi umuyoruz.
Volbeat “Goodbye Forever”
Sınavlardan korkmayın! Tamam, şakaydı. Listedeki parçaları tamamen sınavlardan bağımsız tutmaya çalışacağım. Her ne kadar o nakarattan sınav göndermesi yapmak istesem de kendimi tutacağım.
Volbeat’in bana göre şimdiye kadar ki en başarılı işi olan “Seal the Deal & Let’s Boogie” birbirinden yakalayıcı parçalarla dolu. Kafalar yoğunken de tam bunlara ihtiyacımız var zaten. Yakalayıcı melodiler kafamızı biraz olsun rahatlatabilecek etkiye sahipler. Test edildi, onaylandı!
Volbeat, “Goodbye Forever” ile farklı bir tecrübe sunuyor. Son derece yakalayıcı nakaratın koro ile süslenmesi oldukça zekice bir hamle. Bizler de koroya katılmalıyız, ne dersiniz?
Stone Sour “Burn One Turn One”
Stone Sour, bizleri hazırlıksız yakalayan harikulade son albümünün üzerine bir de ‘deluxe edition’ sürdü piyasaya. Özgün ve cover parçalardan oluşan bu eklemede akılda en çok kalan parça ise Burn One Turn One oldu. Bunu başarması da yalnızca birkaç saniyesini aldı.
Corey Taylor’ın başarılı vokallerini inkar edemeyiz hatta bu parça ile somut olarak kanıtlayabiliriz bile. Değişmeyen Stone Sour havasının üzerine bir tutam Slipknot esintisi eklersek ortaya ne çıkacağını da bir göz atarak öğrenebilirsiniz.
Poets of the Fall “Carnival of Rust”
Bazı şarkılar sizi ilk dinleyişinizde duygusal bir kafesin içine koyar. Keşfedemediğiniz duygusal bir karmaşaya girersiniz. Carnival of Rust o parçalardan biri. Yakın bir arkadaşımın önerisi üzerine daha önce adını bile duymadığım Poets of the Fall ile tanıştım. Bu zamana kadar karşıma çıkmamış olmalarına da şaşırdım doğrusu.
Melodisiyle bizi ilk andan yakalayan parça Marko Saaresto’nun sade ve dinlendirici sesiyle tam anlamıyla bir bütün oluşturuyor. Carnival of Rust kesinlikle tecrübe etmeniz gereken bir duygu karmaşası.
Metallica “Harvester of Sorrow”
Asıl duygu karmaşasını ise bu parçayı üsttekinin hemen sonrasına denk getirirseniz yaşarsınız. Keşke her duygu karmaşası böyle olsa!
Ölümsüz şarkılar gerçekten vardır. Metallica’nın ise tonlarca ölümsüz şarkısı vardır. Harvester of Sorrow bunlardan yalnızca biri. Bulunduğu albüm, tüm zamanların en agresif albümlerinden biridir. Aynı zamanda çok daha agresif bazı albümlerin ilham kaynağıdır.
Hetfield’ın vokallerinin bu parçada apayrı bir sertlikte olması şaşılacak bir durum değil. Albümün tempo açısından en yavaş şarkısı olmasına rağmen, aile içi istismar, şiddet ve travma üzerine sözleri ile bizleri en derinden etkileyen bir eserdir.
Megadeth “Train of Consequences”
Youthanasia, hak ettiği ilgiyi görmüyor. Megadeth’in en başarılı işlerinden biri olan Countdown to Extinction’dan iki sene sonra bizlere ulaşmasının da bu durumda etkisi olabilir. Maalesef, bu gibi durumlar bazen ortaya çıkabiliyor. Bize düşen, bu albüme geç de olsa hak ettiği ilgiyi göstermek.
Riff yazma üzerine ne kadar başarılı olduğunu uzun zaman önce kanıtlamış olan Dave Mustaine, parçanın girişinden bizi avuç içine alıyor, son saniyeye kadar da yumruğunu üzerimize sıkmaya devam ediyor. Kumarda kaybetmenin sonunun gelmediğini savunan Dave, hayat ile kumar arasında da temsili bir ilişki kuruyor. Kaybettikçe raylara daha da fazla bağlanıyorsun.
Judas Priest “The Sentinel”
Judas Priest, kariyeri boyunca on sekiz adet stüdyo albümüne imza attı. İçlerinden en iyiyi seçmek ne kadar da zor geliyor. Neyi seçerseniz seçin geri kalanına haksızlık ettiğinizi hissedebilirsiniz. Çoğu kesim en iyi albüm deyince Painkiller’ı işaret eder. En iyi parçaya gelince parmaklar yine albümle aynı adı taşıyan parçaya döner. Benim için ise en iyi albüm Defenders of the Faith, en iyi parça ise albümden kolaylıkla sivrilen The Sentinel’dir.
Halford’ın imza niteliğindeki vokalleri her zaman tüylerimi diken diken eder. Bu ’74 yılındaki Rocka Rolla’da da böyle, 2018 yılındaki Firepower’da da. Bu adamın sesi her yaşında ayrı güzel. Bir de ‘The Sentinel Sesi’ var. Bunun ne kadar kuvvetli olduğunu anlamanız için de parçayı dinlemeniz yeterli olacaktır. “Sworn to avange/ Condemn to hell/ Tempt not the blade, all fear the Sentinel”!
Halestorm “Black Vultures”
Lzzy Hale o kuvvetli sesiyle ne söylese gaza getiriyor. Üstüne bir de nakarattaki o kararlı sözleri duyunca zorluklara kafa atmamak elde değil.
Vicious, Halestorm’dan sürpriz niyetine geldi. Yakın zamanda Into The Wild Life ile yepyeni parçalarını bize sunan gruptan bu kadar kısa sürede albüm beklemiyorduk. Lzzy’nin Joan Jett tarzının getirdiği somut değişimleri de albümde görmek mümkün.
Vicious’ın en sivri parçası olan Black Vultures’ı dinledikten sonra diğerlerine de göz atmak isteyeceksiniz, bizden söylemesi.
Deftones “Prayers/Triangles”
Prayers/Triangles yalnızca bir şarkı değil, tam anlamıyla bir takıntıdır benim için. Deftones, kariyerinin her anında yaratıcılığını zirveye taşıyabilmiş bir gruptur. Son albümleri Gore’da denedikleri her şey muazzam sonuç verdi. Bu muazzam sonuçların en başına da Prayers/Triangles’ı gönül rahatlığıyla yerleştirebiliriz.
Harika vokaller ve anlık patlamalar Deftones’un uzmanlık alanı. Yeni albümleri de ufukta kendini gösterdiğine göre, gaza gelme niyetiyle bir önceki albüme şöyle bir dönelim.
Death “Scavenger of Human Sorrow”
Konu Death’e gelince yine biraz çıkıntılık yapasım tutar. En iyi Death albümü deyin, ‘Symbolic’ cevabını almanız yüksek ihtimaldir. ‘Human’ da mümkün bir cevaptır. Bazı kesimler için ise bu sorunun cevabı ‘Individual Thought Patterns’ olur. Benim için ise ‘The Sound of Perseverance’. Bu cevabı çoğu yerden alamayabilirsiniz. Objektif bakacak olursam evet, ‘Symbolic’ cevabını veririm. Ama elimde değil, Chuck’ın kulağa başka bir güzel gelen vokalleri ve unutulmaz rifflerini göz ardı etmek mümkün değil.
Yukarıda bahsettiğim iki unsuru da Scavenger of Human Sorrow’da göreceksiniz. Albümün geri kalanı için gerekli olan gazın bünyenize aktığını da hissedeceksiniz. Ayrıca benden söylemesi, parça tüm zamanların en iyi girişlerinden birine sahip.
Black Sabbath “Heaven and Hell”
Bu haftaki listeyi devasa bir klasikle kapatmak istiyorum. Yıl 1980 ve müzik dünyasında Ozzy Osbourne’un Black Sabbath’ı bırakması krizi yaşanıyor. Günümüzde dinlediğimiz neredeyse her grubu etkilemiştir Black Sabbath. 1980’de de bunu yapıyordu. Hem de on senedir. Böyle bir durumda grubun vokalinin gruptan ayrılması büyük bir krizi beraberinde getirebilirdi. Eğer Black Sabbath yeni vokali olarak Ronnie James Dio’yu belirlemeseydi. Böylece potansiyel bir kriz harika bir avantaja çevrildi. Ozzy’nin de solo kariyerine başlaması ve “Blizzard of Ozz” adlı albümü bizlere sunması sofraya çifte tatlı gelmesini sağladı.
Heaven and Hell’in unutulmaz anlarını sayacak olsak koca altı dakika elli yedi saniyeyi işin içine dahil etmeliyiz. Kısaltarak yapacak olursak da Dio’nun yumuşak vokal girişinden, nakarat patlamasından, solonun gelişiminden ve en önemlisi parçanın son birkaç saniyesinden bahsedebiliriz. Her ne kadar Ozzy zamanı Sabbath’ı çok sevsem de, bana göre Sabbath’ın en iyi parçası Heaven and Hell’dir. Albümün geneli de tüm zamanların en iyi kayıtlarındandır. Tekrar hatırlatıyorum, son saniyelerde sesi açın ve gözlerinizi kapatın.