Şüphesiz modern okuyucuların çoğu Batı felsefesinin babalarından olan -her ne kadar Thales en önde yer alsa da doğa felsefesinden uzaklaşıp nihai iyi ve erdemli olanın arayışına düşen Sokrates’tir- Sokrates’i duymamış olması biraz zordur. Muhtemelen Platon’un hocası olarak, veya bilgi ve çirkinlik ahengiyle kavrulan öğretiye tamamen dikotomik bir konumda olmasıyla bilinir; yani, herkesin de hemfikir olduğu üzere “çirkin” olmasıyla. Ya da bu yazının da konusu olacak haliyle, felsefenin bilginin yolunda gitme arzusu olduğu düşünülürse “tek bildiği şeyin hiçbir şey bilmediği” olmasıyla.
Felsefe ne demektir? Herkesin klasik bir felsefe dersinden duyduğu haliyle “bilgi arzusudur”. Yani varılan sonuçtan ziyade o dolambaçlı yolda öğrenilen olgular önemlidir. Arzu olduğu sürece o yol durmadan uzayacaktır; belki sola doğru gitmeniz gerekecek veya bir engelin üstünden atlamanız gerekecek. Ancak bir şey kesindir ki arzu olduğu sürece benlik hareket halindedir, o durmadan benliği geliştirecektir. Jean-Paul Sartre’ın Varlık ve Hiçlik’te dediği gibi: “Arzu, varlık eksikliğidir” (676).
Arzu nesnesi Sokrates’in “Bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir” sözünde bilgi olarak ortaya çıkar. Sokrates hayatının her anlamında gerçekten bilgisiz olduğunun bilincindedir. Arzunun doğası gereği bilgiyi yakalayamaz. Yakaladığı anda bilgi arzu nesnesi olmaktan çıkar ve peşinden koşacak bir şey kalmaz; diğer bir deyişle, felsefenin sürece olan vurgusu ortadan kalkmış olur. Bu bağlamda, Sokrates öğrenilmiş cehaletin, docta ignorantia, vücut bulmuş halidir. Kendisi bilgiyle döngüsel bir yakalamacaya girişir. Orpheusçu bir tavırla fani bilgeliğin ilahi bilgeliğin yanında bir hiç olduğunu vurguladığını da söylemek mümkündür aslında. Diğer yandan aslında kendi bilgisizliğinin bilincinde olması onu “insani bir bilge” de yapar. Bu arzudan kaynaklanan varlık eksikliği o kadar fazladır ki bütün Atinalıları sorguya çeker ve birçok yerde düşman edinir kendisine. O, kendisinin de söylediği gibi, bir at sineğidir. Şu ve bu şekilde rahatsız edip mekanik sistemde uyuklayan Atinalıları uyandırmaya yarayan bir “kul”dur. Kul diyorum çünkü kendisi bu görevin tanrılar tarafından verildiğini düşünür. Hatta kendi mahkemesinde kendisinin ölümünden sonra tanrıların merhametli davranıp kendisi gibi bir at sineği yollamasını dilediğini de dile getirir.
Bir öğretinin mutlaklığından ziyade Sokrates’in kendi “bilgisizliğinden” kaynaklanan bir sürecin içinde olduğu kolayca çıkarsanabilir. Somut bir öğretiden ziyade süreçte kullandığı araçlar ön plana çıkıyor -yani felsefi diyaloglar. Sokrates modern zamanda vicdan sesi olarak bilinen iyi ve kötüyü ayırt etmede yardımcı olduğunu öne sürdüğü bir iç sesten bahseder. Felsefenin arzu nesnesi olan bilginin bu durumda bile bireye içkin olmadığı ön plandadır çünkü Sokrates bu durumda kendisini etken konumdan edilgen konuma taşır. Bu da ilahi olanın, veya ideal olanın, fani olandan ne kadar üstün olduğunu tekrar ve tekrar vurguladığını gösterir.
O halde üstte de söylendiği üzere o bir atın yıkıcı gücünden yoksun küçük dokunuşlarla bilinçli olanın uyanışını sağlamaya yarayan bir at sineğinden farkı yoktur -ikinci konumda ve çoğu durumda edilgenlikle bezenmiş. Veya Platon’un Theaitetos diyaloğunda kurduğu paralelden yola çıkarsak, Sokrates bir ebedir. Varoluşsal erdemsizlik içinde yaşayan Atinalıların sancılarını geçiren bir aracıdan farksızdır. Bu da Atinalıların ruhlarını tedavi etmeye yarayan bir “ebe” görevi üstendiğini, onların kendilerini tanıyıp erdemli ve de aynı zamanda mutlu yaşamın yolunu açtığını söyler. Ki bu da Sokrates’in dönemin Atinalılarına kalıplaşmış öğretiden ziyade yol yordam gösterdiğinin kanıtıdır. Neden mi? Çünkü O, kendisi de itiraf ettiği üzere, hiçbir şey bilmez: “Kimseye hiçbir şey öğretemem, sadece düşünmelerini sağlayabilirim” (Sokrates).
Yani sonuç olarak, Sokrates bilgisizliğinden ötürü bilgiyi arzulamış felsefenin doğasını yansıtan bir filozoftur. Her ne kadar erdemli yaşamın özünün bilgide yattığını öne sürse de, felsefenin de doğası ve tabii ki de kendisi de kabul ettiği gibi bu türden bir bilgiyi elde etmek zordur. Bundan ziyade süreç önemlidir. Bu da Sokrates’in felsefenin doğasındaki arzu nesnesiyle birey arasındaki ilişkiyi ortaya koyduğunu gösterir.
Referans
—. Varlık ve Hiçlik: Fenomenolojik Ontoloji Denemesi. 1st ed., İstanbul, İthaki Yayınları, 2021.