Gece
Gündüz

Mutsuzluk Felsefesi ( Her kitap ertelenmiş bir intihardır. ) S/01

13 January 2023
yazdı
6 dk'lık okuma

Bugün sizlere “Mutsuzluğu”  konu edinmiş filozoflar ve fikirlerini anlatmak istiyorum.

Bu yazıda bizlere eşlik edecek olan  filozoflar:

İlk olarak misafir edeceğimiz düşünürümüz:

  1.  Emil Michel Cioran 

Her kitap ertelenmiş bir intihardır. İşte bu sözleri ile tanıyacağımız kişi: Emil Michel Cioran. Peki neden bu sözleri söyledi? Size bunu, yazdığı birkaç kitap ismi ile anlatmak istiyorum:

  • Doğmuş Olmanın Sakıncası
  • Çürümenin Kitabı
  • Umutsuzluğun Doruklarında

Cioran’ı bu mutsuzluğa iten, bu kitapları yazmasına sebep olan etkenler nelerdi?

Hayata karşı bakış açısının Nihilizm olduğunu biliyoruz. Yani en popüler tanımıyla nihilizm, her şeyin anlamdan ve değerden yoksun olduğunu savunan felsefi görüştür. “Hiççilik” olarak da bilinir. Yani Cioran’a göre yaşamın kendisi bir hiçliktir. Cioran’ın gençliğinde insomnia  (uyuyamama) hastalığına yakalanmış olduğu ve diğer yandan da yaşamaktan ziyade, doğmuş olmakla ilgili problemleri olduğu bilinmektedir. Uykusuz geçirdiği gecelerde varoluşsal krizler geçirerek kendi yalnızlığında düşüncelere hapsolduğu bir gerçek gibi duruyor.

“Dünyanın bir manası olsa şimdiye kadar görmez miydik?”

diyerek. Her şeye şüphe ile yaklaşıp reddettiğini anlayabiliriz. Henüz genç yaşlarda iken annesinin “Bu ıstırapları çekeceğini bilseydim seni dünyaya getirmezdim. sözünden yola çıkarak gençlik çağlarında da bu tarz düşüncelere kapıldığını anlayabiliriz. Nitekim O’na göre hakiki ve biricik talihsizlik, dünyaya gelme talihsizliğidir. Kendi sözleri ile söyleyecek olursak “Doğmuş olmamı bağışlayamıyorum. Dünyaya gelerek sanki bir gizeme saygısızlık etmiş, önemli bir anlaşmaya ihanet edip adı olmayan büyük bir kabahat işlemiştim. Oysa o kadar keskin olmadığım da var ki: Doğmak bana o zaman, başıma gelmemiş olmasıyla avunamayacağım bir felaket gibi görünüyor.”

Ölümden sonraki yaşama inananlar için de  “Ölümden sonra var olmadan önceki halimize döndüğümüz doğruysa o saf olanağa tutunmak ve oradan hiç kımıldamamak daha iyi olmaz mıydı? Gerçekleşmemiş bir tamlık içinde ebediyen kalabilecekken bu dolambaç niye?” diyerek durumu özetliyor. Hayatı boyunca yalnız olan ve hiç kimse ile evlenmeyen Cioran bir Antinatalist, yani insanların üremesinin ahlâki açıdan kötü olması nedeniyle ürememesi gerektiğini savunanlar arasındadır. Yıllarca kendi yalnızlığında ölümü, hep bir kurtuluş yolu olarak görmüştür. Bunu da “Schopenhauer, ölüleri tekrar yaşama davet etsek onların bunu reddedeceklerini savunur. Bana kalırsa, tam tersine, ikinci kez çok daha büyük bir zevkle ölüler.sözlerinden anlayabiliriz.

Mutsuzluğunun ana kaynağını, “doğması ve hayata karşı neredeyse hiçbir anlam bulamamış olması” olarak tanımlayabileceğimizi düşünüyorum. Kendisi her zaman ölüme yakın hissetmek isteyen birisi. Gece geç vakitlere kadar uyuyamadığından dolayı mezarlık gezerek ölümü kendisine hatırlatmayı sevdiğini söyler. Hayat hakkındaki derin düşünceler beynini o kadar dolduruyor ki sonunda çareyi hayatın bittiği yerde aramaya başlıyor. Hayatın başladığı yerden bu kadar nefret ederken bittiği yere bu kadar sadık ve bağlı olması sadece ölüme yüklediği derin anlamdan kaynaklı olabilir.

Peki bu kadar karamsarlık, mutsuzluk, yalnızlık ve uykusuzluk ile savaşan ölümü bir kurtuluş yolu olarak gören Emil Michel Cioran

Sizce intihar ediyor mu?

Ben söyleyeyim: Hayır etmiyor. Çünkü mutsuzluğa çözüm olarak; onu anlamayı, anlatmayı, kabullenmeyi ve onunla yaşamayı hayat felsefesi haline getirmiş bir filozof kendisi. Peki bu mutsuzluğun onu tüketmesine nasıl mı mani olmuş? Bu soruyu Cioran’ın sözleri ile cevaplamak istiyorum:

“Bütün hayatım boyunca ölüm fikri musallat oldu bana ama bundan söz etmiş olmam sayesinde. Ölüm fikri bana hâlâ musallat ama daha az. Bunlar çözemeyeceğimiz meseleler, haklı saplantılar. Bunlar saplantı değil, muazzam gerçeklikler. İntihar üzerine yazdım, ama her defasında açıkladım: İntihar üzerine yazmak intiharı alt etmektir. Bu çok önemli. Ama teorik olarak tek bir kelime yazmamam ve hiçbir şey yayınlamamam gerekirdi eğer kendime mutlak bir biçimde sadık kalsaydım. Yine de kendi sorumluluğumu almam, varoluşa biraz rıza göstermeyi istemem ölçüsünde kendime sadık kalamam. Bana geçinme imkânı sağlayan bu tür tavizleri vermek, uzlaşmak gerekti. Yazmamış olsam intihar etmiş olacağıma katiyetle kanaat getirdim.”

Ve Cioran’a göre dinlerin kendi elimizle ölmeyi yasaklamalarının nedeni, bunda tapınakları ve tanrıları aşağılayan bir itaatsizlik örneği görmeleridir. Dolayısıyla intihar aynı zamanda itaate karşı çıkan bir gücü temsil etmektedir. Soluk alma zorunluluğundan kurtulacak gücün niye yok? Buradaki güç o denli bir atfa sahiptir ki “Hiçbir mutlak hükümdar, kendini öldürmeyi kafasına koymuş bir zavallının gücüyle karşılaştırılacak kadar bir güce sahip olmamıştır.

İstediği zaman ölüme kavuşabilirdi ama sırf bu yüzden ölüm fikrinden uzak kaldı ve şu sözleri söyledi: ‘İstediğim zaman kendimi öldürebilirim’, dediğimiz zaman yaşam bir kâbus olmaktan çıkar. Elimizde böyle bir çare bulunduğunda gerçekten de her şeye tahammül edilebiliriz.

İntihar zaten istediği anda ulaşabileceği kadar yakındaydı. Ama onu yapmaktansa bu mutsuzlukla bir olmayı, onu kabullenerek severek bir yaşam sürmeyi kendine hayat felsefesi olarak seçti. Bu yolda “Mutsuzluğu” bir ilham kaynağı olarak kullandı ve yirmiden fazla eser yazdı. Eserlerinin birçoğunu depresyonda kendi düşünceleri ile savaşırken yazdı. Eserleri çoğunlukla bu kendisiyle vermiş olduğu savaşları konu edinmektedir. “Otobiyografi” olarak tanımlayabiliriz.

 

Yaşamı boyunca diğer filozoflar gibi ortaya bir fikir veya konsept atıp onu savunmuş birisi değildir. Bu yüzden kimilerine göre bir filozof olarak atfedilmiyor ama bana soracak olursanız, kendine has fikirleri ve konsepti ile son zamanlarda yaşamış en büyük filozoflardan birisidir kendisi. Gençlik yıllarında sonradan pişman olacağı siyasi hareketeler ve yazıları haricinde hayatını bir anlam arayışı için harcayan okurlara öğrendiklerini karamsar bir havayla da olsa anlatan ve sadece mutsuzluğunun altındaki sebepleri arayan birisiydi. “Hiçbir şey keşfetmedim. Ben sadece hislerimin sekreteri oldum.” diyerek oda bunu kabul eder.  Lakin eğer bir gün Emil Michel Cioran’ın eserlerini okumaya karar verirseniz onun bu mutsuzluğunu kabul etmek için okuyun. Çünkü Emil Michel Cioran onu başardı.

Neden yazıyorsunuz diye sorulduğunda: “İçsel bir sefalet bu. Zayıflıktan da öte bir çöküş. Ve de bağırmamak için, çığlık atmamak için yazıyordum. Bir kitap ortaya çıksın diye değil”. O yüzden okuduğunuzda bir roman ile karşılayamayacaksınız, okuduğunuzda Emil Michel Cioran ile karşılaşacaksınız. Belki size de mutsuzluk ile birkaç fikir verebilir.

Bu karamsar hayatta en çok ulaşmak istediği yere 1995 yılında bütün mutsuzluğunu unutturan Alzheimer hastalığına yakalanarak gözlerini özlemle beklediği ölüme kapatıyor. O, kendisini unutarak ölmüş olabilir. Bizler onu birer ölümsüz olarak görerek sevmediği bu hayatta hatırlamaya devam edeceğiz. Belki bizler de onun gibi çağımızın hastalığı olan bu mutsuzluğu sevmeyi öğrenip onun gibi üretken birisi olmayı başarırız diye umut ediyorum…

 

Bu bölümü burada Emil Michel Cioran’ın güzel bir sözüyle bitirmek istiyorum:

“Hiçbir kriterin olmadığı bir dünyada yaşamak isterdim. Hiçbir prensibin ve formun olmadığı bir dünya..! Bir dünya ki belirsizlikler diyarı; çünkü bizim şu ana dek yaşadıklarımız tamamen formlara, kriterlere bağlı ve bir o kadar da yavan.

  *S/02 Arthur Schopenhauer ile ilgili olan bölümü yakında yayınlanacaktır.

Umut Yiğiter

Öğreniyorum ve öğrendiklerimi sizinle paylaşıyorum.

Yorum Yap

Your email address will not be published.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR