Gece
Gündüz

Mutsuzluk Felsefesi İstenç ve Kirpi İkilemi S/02

5 April 2023
yazdı
10 dk'lık okuma

Bilgilendirme

Yeni yazımızda Arthur Schopenhauer ‘u konuk alacağım. Büyük bir filozof olduğundan dolayı bu yazımızda bütün felsefesinden bahsetmek maalesef mümkün değil. O yüzden yazımızın konusu gereği “Mutsuzluk” konsepti üzerine olan görüşlerini sizlere anlatmaya çalışacağım. Şimdiden keyifli okumalar diliyorum.

Arthur Schopenhauer

Hayatın yegane amacı mutlu olmak mı? Bizler bunu gerçekten, arzuluyor ve bunun için bir şeyler yapıyor muyuz? Arthur Schopenhauer bunu isteyenin gerçekte bizler olmadığını, aslında her şeyi İstenç (isteme)’in istediğini söylüyor. Peki bu İstenç ( isteme) tam olarak ne oluyor? Arthur Schopenhauer’ a göre; İstenç (İsteme) hiç bir yöne çevrilmeyen, ama duyular yoluyla algıladığımız Dünya’da kendini gösteren ve her şeyden sorumlu olan bir enerjidir. Hiç bir amacı olmadan, bizleri sürekli yönlendiren, hedefler koyan ve bizim sürekli bir şeyler istememizi  sağlayan bir güç ve ya enerji diyebiliriz. Öyle bir enerji ki, ulaşabileceği bir son bulunmuyor. Bizler sadece İstenç (isteme)’nin buyruğu altında, doyumsuz ve açgözlü iştahını doyurmaya çalışan birer köle gibiyiz.

Bunu, bir örnekle anlatmak istiyorum; Bir okun uzay boşluğuna savrulduğu andan itibaren, gideceği her yöne karar veren, sanki büyük bir hedef varmış gibi ona sınırlamalar koyan, küçük küçük hedeflerle onu sürekli oyalayan, yanılgıya sürükleyen ve her şey bittiğin de dahi oku uzay boşluğundan başka bir yere ulaştıramayan bir güç veyahut enerji diyebiliriz.

Arthur Schopenhauer’a göre, bu İstenç, varlığın özünde olan bir enerji. Bütün varlıklarda zihinden bağımsız olarak bulunduğunu düşünüyor. Kısaca İstenç (İsteme) körü körüne bizleri mutlu olma hayali ve hedefleriyle yanılgıya sürükleyerek, boş birer hayat yaşamamızı sağlıyor. Bu sebepler de Arthur Schopenhauer’u karamsarlığa itiyor.

Leibniz’in dediği “ Bu dünya olası dünyaların en iyisidir.” söylemi, Arthur Schopenhauer’da “Bu dünya o kadar kötüdür ki, hiç var olmasaydı, daha iyi olurdu.” Karşılığını alıyor. İşte bu yüzden, Artur Schopenhauer bizlere İstenç’e yüz çevirmemizi ve onu kendi içimizde olabildiğince  yok saymamız gerektiğini öğütlüyor. Dünyevi dertler için bizleri baskı yapan İstenç’ten kısmen kurtulduğumuz da olaylar karşısında yaşadığımız, acıların ve mutsuzluğun azalacağını düşünüyor. O yüzden mutsuzluğumuza odaklanmamızı, acı ve hüzne alışarak veyahut kabullenerek. İstenç’in elindeki bu büyük güçten kurtulmamızı öneriyor.

 

‘”İnsan, sürekli gereksinim ihtiyacı olan bir varlıktır. Bu gereksinimlerini yoğun çabalar harcayarak bir şekilde gidermeye çalışır. Bunları giderdikten kısa bir süre sonra tekrar bir gereksinim zuhur eder. İnsan; bir ömür, bu gereksinimleri karşılamak için oradan oraya koşar durur. Fakat onları asla tam anlamıyla gideremez. Bir kısır döngü içinde yaşamını sürdürmeye devam eder.’’

 

Peki İstenç’i nasıl mı yenmeliyiz? Arthur Schopenhauer bunu da bizlere iki madde olarak açıklıyor.

Mutlu Olmak için;

1. Sanat ve felsefe ile ilgilenmek  

Sanat nedir? Bedenin tabi olduğu bu fiziksel ve maddi gerçeklikten, zorunluluklardan kurtulan bir alan diyebiliriz.

Guernica, Pablo Picasso

Picasso‘nun bu tablosunda görüldüğümüz gibi sanatı kullanarak İstenç (isteme)’i istediğimiz ölçüde şekillendirebilir ve gerçekliğin bizim için en uygun haline ulaşabiliriz. İşte tam da bu yüzden Arthur Schopenhauer bizlere sanat ve felsefe ‘nin kapısını aralıyor. Bu kapıdan baktığımızda bizleri, Arthur Schopenhauer’un favori beş sanat formu karşılıyor. Bunlar mimari, şiir, resim, heykel ve müziktir. Fakat O, bu sanatları birbirine eş değer görmemişti. Onun için en yüce olarak atfettiği sanat formu müzikti. Peki neden müzik? Çünkü; müziğin istenç (isteme)’i somutlaştırdığını düşünüyordu. Bunu bir kaç örnekle anlatmak istiyorum. Misal, izlediğimiz filmlerdeki müziğin etkili kullanıldığını sahneleri düşünelim, o sahneden, müziği çıkarırsanız kendinizdeki duygu değişimleri sizde fark edebilirsiniz. Ya da normal dinlediğimiz müzik karşısında anlık değişen ruh halimizi göz önüne alalım. İstenç ( isteme) bizlere, her hangi bir şey buyurmadan, hiçbir eyleme geçmeden, başarı ve başarısızlık yaşamadan değişen ruh haliminizi düşünün. Bu çıkarımla, müziğin ve sanatın, İstenç (isteme) üzerindeki muazzam etkisini ve Arthur Schopenhauer’un bu konuda ne kadar haklı olduğunu görmüş oluyoruz. En azından benim için öyle diyebilirim.

“Olabildiğince az şey dilemek ve çok şey öğrenmek istiyorum.”

 

2. Kahramanca yaşamak

Bu kahramanca yaşam önerisi, Arthur Schopenhauer’un en çok etkilendiği iki isimden birisi olan Buda (Buddha)’nın felsefesinden alıntılamasıdır, diyebiliriz. Bu kahramanca yaşam aslında Keşiş yaşamıdır.

 

Buddha Daibutsu, Kamakura

Budistler geleneksel olarak, aydınlanmaya giden yolda en uygun ortamı rahip yaşantısının sağladığını kabul ederler. Belli bir yüksek farkındalığa ulaşmış varlıkların oluşturduğu topluluk, veya gerçeğin ne olduğunu arayanların oluşturduğu toplulukta diyebiliriz. Kısaca İstenç (isteme) ‘nin bizlere dayattığı bütün baskıları göz ardı edip. Ona karşı koyarak yaşanan bir yaşam. İşte Arthur Schopenhauer bu yaşamın tarzının, olası yaşamların en iyisi olduğunu düşünüyordu.

Bir de Arthur Schopenhauer’ın ünlü “Kirpi İkilemi” metaforundan bahsetmek istiyorum;

”Az sonra, oklarının farkına vardılar ve ayrıldılar. Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaştılar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaştılar. Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilemi, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürdü. İnsanları bir araya getiren, iç dünyalarının boşluğu ve tekdüzeliğidir. Ters gelen özellikler ve tahammül edemedikleri hatalar onları birbirinden uzaklaştırır. Sonunda, bir arada var olabilecekleri, nezaket ve görgünün belirlediği ortak noktada buluşurlar. Bu noktada, çevrenin sıcaklığını hissetme arzusu kısmen karşılanır ama, buna karşılık okların acısı hissedilmez. Kendi iç sıcaklığı çok yüksek olanlar ise, ne sıkıntı vermek, ne de sıkıntı çekmek için, topluluklardan uzak durmayı tercih ederler.”

Az önce okuduğunuz bölüm, Alman filozof Arthur Schopenhauer’in 1851’de yayınladığı ”Parerga ve Paralipomena: Kısa Felsefi Denemeler” adlı eserinin ünlü 396. bölümünün bir kısmıdır. Bizlerin hayatlarında, yaklaştığımızda acı veren uzaklaştığımızda ise onsuz olmayan insanlar vardır. Misal, bir ilişkiye başladığımız zaman o okları fark etmeyiz. Ama o insanı tanımaya başladıkça, okları giderek canımızı yakmaya ve dayanılmaz bir hale gelemeye başlar. Ancak, zamanla iki tarafta anlaşma sağlayarak. Bu okları gizlerler, ama artık o kişinin canımızı yakacağını öğrenmiş oluruz ve bu da kimilerimizde ilişkinin bitmesine sebep olabilir. Bu yüzden, Arthur Schopenhauer, insan ilişkilerinde aşırı samimiyetin birbirlerine acı vereceğine inanır  ve şu sözleri söyler,

“Birisi sizin için gerçekten çok değerli ise, bunu ondan sanki  bir sır gibi gizleyin bu hoş bir şey değildir ama doğrudur. Çünkü bırakın insanları, köpekler bile büyük dostluklara katlanamazlar.”

 

Peki başka insanlara neden yakınlaşırız?

Diğer insanlara yakınlaşmamızın tek sebebinin yalnızlığımız olduğunu düşünüyordu. Kendi yalnızlığımıza katlanamadığımızdan, insanlara yakınlaşmak zorunda hissediyoruz. Sonra da dikenlerle karşılaşıyoruz. Sonuçta insanın bir arafta gibi yalnızken de insanlarla birlikteyken de acı çekmekten kaçamayacağına inanıyordu.

Kısaca bizler, ilişkilerimizde belirli bir mesafede durmalıyız. Ne çok yakınlaşarak, ok yarası almalıyız ne de aramıza mesafe koyarak yalnızlığımızın soğukluğunda kalmalıyız. O mesafeli, güvenli alanı oluşturacak olan yine bizleriz. Doğru seçimler ve adımlarla en doğru yeri bulmalı ve orada kalmalıyız. Ve bu ikileme, sadece ilişki düzeyinde değil, hayatımızın her noktasında dikkat etmeliyiz. Aile, arkadaşlık, ticaret vb. Alanlarda da sık sık karşımıza çıkmaktadır. Lakin bu yazıda o alanlara değinmeyeceğim.

Bu yazımda Arthur Schopenhauer’ı “karamsarlığa ve kötümserliğe” iten şeyin, yaşamın bu kadar ızdırap ve acıyla dolu olması olarak özetleyebiliriz. Onu  sayesinde, karamsarlığı sorguluyor ve gerçekliğe ne kadar eş değer olduğunu fark etmiş oluyoruz. Bu yüzden Arthur Schopenhauer’ın karamsarlığı yok saymak yerine onu kabullenişini ve acılarımızı azaltmak üzerine olan önerilerini daha iyi anlaşmış oluyoruz.

“yalnızlığı sevmeyen kimse özgürlüğü sevemez.” 

 

Ayrıca “Kirpi İkilemi”, dünyaca ünü bir çok isme de ilham vermiştir. Özellikle de psikoloji alanında, hepimizin bildiği Sigmund Freud ve Carl Gustav Jung gibi isimlere…


Tutarsızlıklar

Gel gelelim, Arthur Schopenhauer’ın yaşamı ve felsefesi arasında çok büyük tutarsızlıklar olduğu söyleniyor. Burada bir kaçından bahsetmek istiyorum.

Misal, bu yazıda bahsedemediğim kadınlar, cinsellik ve aşk üzerine kötümser bir bakış açısı bulunuyor. Kadınlarla ilgili kısaca, üremekten başka hiç bir işe yaramadıklarını savunuyor desem abartmış olmam. Aşk ve cinselliği ise İstenç (isteme) konseptinin bir parçası olarak görüyor. Buradan da kadınlara olan bakış açısını anlayabiliriz. Lakin tüm bu kötümserliğe rağmen, çok fazla gönül ilişkisi bulunmuştur. Fakat 72 yaşında, bekar bir şekilde yaşamı sonlanıyor. Üstelik onun hakkında yazan yazarların anlattıklarına göre,açgözlü, kavgacı ve mütevazilikten çok uzak bir kişi olduğunu belirtilirmişlerdir. Bizlere acı çekmeyi öğütlemesine rağmen kendisi tam aksine en lüks mekanlar da yemek yiyen, en lüks partilere katılan birisi olarak atfediliyor. İşte bundan dolayı Arthur Schopenhauer, kendi felsefesini uygulayamadığını, doğru bulduğu değerleri, kendi yaşantısına yansıtamadığını söyleyebiliriz. Kadınlara ve hayata karşı olan nefretinin bir diğer sebebi de bu olabilir. Aslında kendi İstenç (isteme) konseptini yaşayamaması, onun bu konuda ne kadar haklı olduğunu da gösteriyor olabilir.

“Benim felsefemdeki umutsuzluk ve melankoliden dolayı feryat ediyorlar, bunun sebep-i hikmeti şurada yatmaktadır: Zira ben, onların günahlarının bedeli olarak müstakbel bir cehennem efsaneleştirmek yerine, dünyada nerede bir günah varsa orada cehennemî bir şeylerin muhakkak olduğunu gösterdim.”

Artur Schopenhauer’dan etkilenen bazı büyük isimler ve sözleri:

…Bunun ilk adımını psikoanaliz atmadı. Başı çekenler filozoflardı, hepsinden önce de büyük düşünür Schopenhauer ki onun bilinçsiz iradesi psikoanalizin ruhsal güdülerine karşılık geliyor. O düşünür, insanları cinsel faliyetlerinin anlamını hafife aldıkları konusunda uyardı. — Sigmund Freud, Avusturyalı nörolog ve psikanalist

• Schopenhauer ile birlikte ben de özgür iradenin varlığına inanmıyorum. — Albert Einstein, Alman fizikçi (nobel sahibi)

• Schopenhauer’e olan sonsuz hayranlığım – daha önce hiç tatmamış olduğum bir dizi manevi zevk. Eminim ki en büyük dahi: Schopenhauer. — Lev Tolstoy, Rus yazar

Ve bu konsepte, son misafirimiz olacak olan ve bir çok kişi tarafından, Arthur Schopenhauer’dan etkilenen en büyük isim olarak bilinen ( bir çok kişi de Arthur Schopenhauer’ın öğrencisi diyor) kişinin onun hakkında ki sözüne gelelim;

 Ben Schopenhauer’in, onun ilk sayfasını okuduktan sonra bütün sayfalarını okuyacaklarından ve dediği her kelimeyi dinleyeceklerinden emin olan okurlarındanım. — Friedrich Nietzsche, Alman filozof

 

Kendimce Fikirlerim

Arthur Schopenhauer’ın kadınlar, cinsellik ve aşk üzerine olan fikirlerine katılmamakla birlikte, İstenç (isteme) ve Kirpi İkilemi metaforlarının birçok açıdan doğruluk payının olduğunu düşünüyorum. O yüzden en azından, benim için saygı duyduğum çok büyük filozof olduğunu söyleyebilirim. Yazarken en çok zorlandığım bu yazının, burada sonuna gelmiş bulunuyorum. Umarım sizler için keyifli, bilgilendirici ve sizlere bir şeyler katan, bir yazı olmuştur.

Kaynaklar

bknz:https://tr.wikipedia.org/wiki/Arthur_Schopenhauer
bknz : https://tr.wikipedia.org/wiki/Buda
bknz : https://tr.wikiquote.org/wiki/Arthur_Schopenhauer#cite_note-Parerga-5

Parerga ile Paralipomena, , 1851

İstenç ve Tasarım Olarak Dünya, , 1818-1819

Dilozof / Pelin Dilara Çolak
Haluk TATAR

1.görsel

2.görsel

3.görsel

4.görsel

Umut Yiğiter

Öğreniyorum ve öğrendiklerimi sizinle paylaşıyorum.

Yorum Yap

Your email address will not be published.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR