Geçtiğimiz günlerde Bahçelievler FİTLAB spor salonunda İlker KOYUNCUOĞLU ile buluştuk, çalışma ortamını ziyaret ettik ve merak edilen sorularımızı sorma fırsatı yakaladık.
Değerli hocamızla röportajımızı soru cevap şeklinde yaptık. İşte o röportaj sizlerle…
-
Kendinizden biraz bahseder misiniz?
- Adım İlker KOYUNCUOĞLU, 1979 Ankara doğumluyum. Sporun içinden gelen ve uzun yıllar sporla uğraşmış, spor ve sağlıklı yaşam alanında hizmet vermeye çalışan birisiyim. Hacettepe Spor Bilimleri ve Teknolojisi Yüksekokulu’ndan mezunum. Şu an FITLAB LIFE CLUB’da spor koordinatörü ve profesyonel sporculara bireysel performans antrenörlüğü yaparak hayatımı sürdürüyorum.
-
Sizi Beşiktaş sayesinde tanıdık. Beşiktaş’tan önce ve sonra neler yaptınız?
- 2000 yılından itibaren fitness sektöründe çalışmaya başladım. Zamanında Türkiye’nin çok bilinen, Ankara’nın önemli bir spor merkezi ve spor markalarından olan SPORMED’de iş hayatına başladım. Spor alanındaki ilk iş tecrübemi ve bugünlerimin altyapısını SPORMED’e borçluyum. Orada yaklaşık 8 yıl çalıştıktan sonra Ankara’da farklı spor merkezlerinde yönetici olarak çalıştım. Bilkent Üniversitesi’nde 2003-2008 tarihleri arasında basketbol ve fitness ile ilgili akademik personel olarak görev aldım. Bunların yanı sıra birçok takımda bireysel ve takım antrenörlüğü, kondisyonerlik, fitness antrenörlüğü, atletik performans koçluğu ve danışmanlık görevleri üstlendim. Yaklaşık 18 yıldır da spor sektöründe hizmet vermeye devam ediyorum.
-
Peki Beşiktaş’da çalışma süreciniz nasıl geçti?
- Ankara’da bir spor merkezinin yöneticiliğini yaparken kendi eğitmenlerimi de dahil ettiğim bir yurt dışı eğitimine katıldım. Sanıyorum bu eğitim sonrasında Beşiktaş’ın dikkatini çektim. Çünkü Türkiye’de çok fazla kişinin sahip olmadığı bir antrenörlük sertifika programıydı. Yöneticilik yaptığım spor merkezinde bu konu ile ilgili bir PR çalışması yapılmıştı. Dönemin idari menajeri Önder Özen de benim gibi Hacettepe Spor Bilimleri mezunu. Benim Beşiktaş’ta çalıştığım pozisyonla ilgili bir arayışları vardı. Doğru koşullar ve spor şansı bir araya geldi sanırım. Beni araştırdıklarında, mezun olduğum okulun, Hacettepe Üniversitesi’nin de verdiği olumlu referansla Beşiktaş FK performans antrenörlüğü sürecim başladı. Slaven Bilic ve Şenol Güneş’in bulunduğu Beşiktaş FK teknik ekibinde toplam 3 sezon görev aldım ve severek, büyük gururla hizmet vermeye çalıştım. Türkiye’de sporun zirvesi futbol ve bu üst düzey sporcularla çalışmak, mesleğinizin zirvesinde görev almak tarif edilemez bir duygu.
-
Çalıştığınız süre boyunca en iyi anlaştığınız futbolcu kimdi?
- Aslında isim söyleyerek kısıtlamak çok zor. Beşiktaş bir futbol takımı değil, bir kulüp ortamı. Felsefesi olan, hayata farklı bakış açısı olan bir kulüp. İçindeki bireyler de en altta çalışandan en üstte çalışana, futbolcularından voleybolcusuna basketbolcusuna kadar bir aile gibi. Dolayısıyla bunlardan herhangi birisinin ismini söylemek diğerlerine haksızlık olur. Fakat hala görüştüğüm ve gerçekten kendi ailemden biri gibi sevdiğim futbolcular tabii ki var. Şu anda Beşiktaş’ta değil ama Olcay Şahan’la, hala Beşiktaş’ta olan Necip Uysal’la, milli gururumuz Cenk Tosun’la, yine çalıştığım dönemden José Ernesto Sosa Filip Holosko, Tolga Zengin ve Oğuzhan Özyakup ile daha sık görüşmeye devam ediyorum ve gerçekten benim için özel insanlar. İsmini unuttuklarım için af diliyorum.
-
Peki sizin için gelecek vaat eden futbolcular kimler?
- Aslında Beşiktaş’ta çalıştığım dönem aldığım bir görevlendirmeyle son 1 yılda U-21 ve U-19 takımıyla da çalışma fırsatı buldum. Bu görevlendirme sırasında bu oyunculardaki potansiyelleri görme ve yaşama fırsatım oldu. Zaten gelecek vaat edenden bahsettiğimiz zaman aslında biraz bunlardan söz etmek lazım. Çünkü A Takım seviyesindeki Süper Lig oynayan futbolcular belirli bir kariyerdeler. Fakat çalıştığım dönemde Gaziantep Spordan bize gelmiş Cenk Tosun’un gösterdiği kariyer gelişimi muazzam. Yanlış bilmiyorsam Türkiye’nin en pahalı dış transferi kişiliğini koruyor. Altyapıda U-21’de ve U-19’da çalıştığım çok önemli oyuncular vardı, ben çok yüksek potansiyelli olduklarını düşünüyorum. Şu anda Beşiktaş’ta değiller ama farklı kulüplerde bu potansiyeli hala taşıdıklarını düşünüyorum. Eslem Öztürk bunlardan bir tanesi, Şiyar Kepir bunlardan diğeri, Hamza Küçükköylü U-21 ligin de gol kralı olmuştu fakat hala Beşiktaş’ın oyuncusu olmasına rağmen başka bir kulüpte kiralık pozisyonunda. Muhammed Enes Durmuş Müthiş potansiyeli olan bir oyuncu. Gençlerbirliği’nde oynayan Mert Çetin dikkat çekici çalışkan ve profesyonel. Bu oyuncuların yüksek potansiyeller taşıdıklarını biliyorum, umarım yakın zamanda onları daha üst liglerde göreceğiz.
-
Beşiktaş’ta çalışırken kendinizi aile ortamında hissettiğinizi söylediniz, teknik direktörlerle aranız iyiydi, beraber yürütüyordunuz antrenmanları. Sizce gelmiş geçmiş, kendi görüşünüzle en iyi teknik direktör kim?
- Şimdi ben kendimi bildim bileli Beşiktaş taraftarıyım ve Beşiktaş tarihinde bir teknik direktör soruyorsanız eğer, herhalde benden farklı bir yanıt veren olmaz. Gordon Milne Beşiktaş tarihinin bana sorarsanız en önemli teknik direktörü. Arka arkaya 3 şampiyonluk kazanmış, çok önemli başarılara imza atmış birisi. Onun dışında tabii ki Şenol Hoca da güçlü bir ekibe sahip iyi bir antrenör, 2 şampiyonluk kazandırdılar. Ama kişilik, karakter, kendini geliştirme ve daha sayamayacağım birçok vasfıyla Slaven Bilic benim için çok önemli birisi. 2 yılımızı paylaştık, her anlamda bana çok destek oldu. Beni ekininin bir parçası olarak gördü ve bunu her zaman hissettirdi ki ben ekibine sonradan dahil oldum, esasında bu futbolda çok da kabul gören bir şey değil. Antrenörlerin büyük bir çoğunluğu kendi ekipleriyle kulüpleriyle gelip gidiyorlar. Fakat ben sonradan dahil olmama rağmen ekibinde bana kendi ekibinden birisi, aileden birisi gibi hissettirmiştir. O yüzden Slaven Bilic benim için çok önemli ve özel bir yerde.
-
Çarşı taraftarı futbol camiasında en çok sevilen taraftar grubu. Bir Fenerbahçeli ya da bir Galatasaraylı taraftara sorduğumuzda bile Çarşı taraftarını sevdiklerini söylüyorlar. Sizce bu kadar sevilmelerinin sebebi nedir?
- Çarşı sonuçta bir Beşiktaş taraftar grubu ama aynı zamanda felsefesi olan, gerçekten gerçekler üzerine giden, yeri geldiğinde karşılarına kendileri bile çıksa onların bile karşısında duran, haksızlığa gelemeyen; Türkiye’de çok önemli organizasyonlar, eylemler, dik duruşlar sergilemiş bir grup. Ben gerçekten Çarşı’nın aslında bir takımı olduğunu düşünmüyorum, yani tabi ki Beşiktaş’ın gurur duyduğumuz bir taraftar grubu ama Fenerbahçeli Çarşı’lı, Galatasaraylı Çarşı’lı da var bana sorarsanız. Bütün Türkiye’nin kabul ettiği, büyüklüğü tartışılamaz, organizasyonları yurt dışında bile hayranlıkla izlenen, benim de yakın zamanda lideri ile tanışma fırsatı bulduğum gerçekten hayranlık uyandıran bir grup.
-
Türk futbolunun gidişatı hakkında ne düşünüyorsunuz? Şu an çoğu takımın gidişatı kötü gözüküyor, buna dair birçok eleştirmen de farklı farklı yorumlar yapıyor. Sizin bu konuda ki düşüncelerinizi öğrenelim.
- “Futbol, sadece futbol değildir” diye bir laf var, buna yüzde yüz katılıyorum. Sadece topa vurarak, oyuncularımızı sahaya çıkartarak, onlara antrenman yaptırarak, maçları kazanmakla biten bir şey değil. Artık herkesin ve bütün dünyanın kabul ettiği gibi, bir endüstri futbol. Bu futbol endüstrisi tabi ki dünyadaki bütün ticarette olduğu gibi paraya dayalı. Finansal Fair Play gibi UEFA’nın her ne kadar belirleyici, düzenleyici kuralları-kaideleri olsa da, gerek ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik olumsuzluklar ve gerek kulüplerimizin, -özellikle büyük kulüplerimizin- içinde bulunduğu borç batağı diyeceğim, kulüplerin ilerleyişini çok zor durumlara getiriyor. Sonuçta euro ve dolarla yapılan işler bu transfer işleri ve benzeri. Euronun ve doların Türkiye’deki anlık ve bizim kontrolümüz dışındaki artışları da bu olumsuz durumu çok negatif etkiliyor bizim açımızdan. Fakat sadece bu değil; futbolun ileriye gitmesi, sporun ileriye gitmesi için bizim kendi üretimimizi yapmamız gerekiyor her alanda olduğu gibi. Yani nasıl tarımda dışa bağımlı olmak istemiyorsak, müzikte-sanatta dışa bağımlı kalmak istemiyorsak sporda da yapmamız gereken kendi üretimimizi yapmak yani bu da alt yapılara çok fazla önem vermek. Altyapıda gerçekten işten anlayan, gerçekten futbolcuları yetiştirebilecek, işinin profesyonelleriyle çalışmak -ama her anlamda- çok önemli bir etken. Benim işin içine girdiğimde fark ettiğim bir sıkıntı -aslında sıkıntı mıdır değil midir bu tartışılır bu benim görüşüm tabi ki- futbolun çok içine kapalı kalmış olması. Masörün futboldan gelmesini, doktorun futboldan gelmesini nasıl beklemememiz gerekiyorsa bir fitness koçunun, bir kondisyonerin de futbolun içinden gelmesini beklememek aslında biraz daha işleri kolaylaştırabilir. Futbol çok içine kapalı “Sen futbolcu değilsin, futboldan gelmedin bu camianın içinde ne işin var” gibi tutumlarla çok karşılaştım ve biliyorum ki meslektaşlarım da diğer kulüplerde çok karşılaşıyorlar. Bu tip tabuların yıkılması lazım. Çok önemli bir konu da ahbap-çavuş ilişkisi, abisi dayısı tanıdığı ile çalışanların kulüplerde yer alması yerine işinin profesyonellerinin sektörde görev almalarıdır.
-
Spor Akademisi’nde okuduğunuzu söylediniz. Hayaliniz gerçekten antrenör olmak mıydı yoksa okuduğunuz bölüm sebebiyle mi antrenörlüğü tercih ettiniz?
- Her Türk erkeği gibi küçüklüğümüzde futbol topu vardı ayağımızda. İlerleyen zamanlarda fiziksel gelişimimizle beraber, etraftaki yaşça büyük abilerimizin “gel sen basketbol oyna” vs. şeklindeki yönlendirmeleriyle ben basketbol oynamaya başladım ve uzun yıllar da basketbol oynadım. Basketbolla ilgili uluslararası olmadı ancak ulusal başarılarım oldu. İlerleyen süreçte geçirdiğim bir sakatlıktan dolayı artık daha ileri seviyede basketbol oynayamayacağımı anladığımda, kendimi bu alanda değil de antrenörlük anlamında geliştirmeye ve sporla ilgili bir şeyler yapmaya karar verdim. Spor Akademisi öncesinde de bir iktisadi bilimler maceram var. İktisadi Bilimler Fakültesi’nde 2 yıl okuduktan sonra yapmak istediğim işin bu olmadığına, severek yapmak istediğim bir iş ile hayatımı sürdürmek istediğime karar verip Hacettepe Spor Bilimleri ve Teknolojisi Yüksekokuluna girdim. Oradaki eğitimimi tamamladım, iki kez yüksek lisansa başlayıp bıraktım. Bu süreçte dediğim gibi Bilkent Üniversitesi’nde fitness ve basketbol ile ilgili çalışmak gibi bir fırsatım oldu. Bu fırsatlardan sonra da hayatım tabi ki 24 saati sporla geçen bir hale büründü
-
Şu an Türkiye liginde en beğendiğiniz takım hangisi ve beğenmenizdeki asıl sebep nedir?
- Beşiktaş taraftarı olduğum için sonuçta Beşiktaş her zaman kazansın, her zaman iyi olsun istiyorum, kulüpten şu an maalesef ayrılmış olmama ve artık çalışmıyor olmama rağmen. Fakat tabi uzun zaman beraber çalıştığım ve zaman zaman hala gidip çalıştırdığım oyuncuların da içinde bulunduğu Trabzonspor da özellikle bu son dönemde iyi top oynadığını gözlemlediğim bir kulüp. Olcay ve José Sosa ile aramda gerçekten önemli bir bağ var. Dolayısıyla onları da takip ediyorum. Yine son dönemde Mustafa Denizli’nin Kasımpaşa’nın başına geçmesiyle iyi top oynattığını gözlemliyorum. Son olarak Başakşehir’in de son 5 yıldır özellikle müthiş bir çıkışı var. Yani faklı bir yapılanmaları var arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla çünkü nefis bir aile ortamı yaratmışlar, başarıya yansıdığını düşünüyorum. Bu kadar kısa zamandır süper ligde olan bir takımın, bu kadar kısa zamanda sürekli üst sıralarda olması zaten başarılı olduklarını gösteriyor bence. Maalesef bu yıl süper lig çok kaliteli diyemiyorum.
-
Bir Türk olarak kendi ülkenizin takımlarına olan desteğiniz tabii ki çok büyük. Peki yabancı sınırının tekrar gelip gelmemesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Bir Türk evladı olarak tabi ki ne kadar çok Türk oyuncuyu süper ligimizde görür, ne kadar çok Türk oyuncuyu yurt dışında futbol oynarken, basketbol oynarken, voleybol oynarken izlersek o kadar gurur duyarız diye düşünüyorum. Dolayısıyla yabancı sayısına çok takılmadan şunu düşünmek lazım “ne kadar kendimizden iyi sporcuyla yarışırsak, o kadar kendimizi geliştiririz”. Yabancı sayısının ligde fazla olması bize bu yarışma imkanını sağlıyor evet ama maalesef ülkemizde “yabancı oyuncuyu transfer ettik, yerli oyuncuyu koymak yerine yabancı oyuncuyu sahada oynatmalıyız” zihniyeti olduğu için bu yarışma ortamını kendi kendimize baltalıyoruz. Bu benim sporculuk yıllarımda da başıma gelen bir şey. Aynı pozisyonda oynadığım sporcudan çok çok daha iyi bir potansiyeldeyken ve performans gösterirken, bana ödenen parayla yabancıya ödenen para arasında dağlar kadar fark olması nedeniyle o oyuncunun sahada olduğunu ben bizzat yaşamış birisiyim. Ülkemizde de bu ve benzeri durumları bütün spor dallarında görebileceğimiz gibi ben de antrenörlük yaparken, kondisyonerlik yaparken, fitness koçluğu yaparken de gözlemliyorum. Çok potansiyelli bir Türk evladını oynatmak yerine onun pozisyonuna yabancı transferi yapmış ve yabancıyı oynatan kulüpleri ve antrenörleri kendim de gözlemledim. Burada tabi birçok bileşen var. Oyuncuların potansiyellerinden ve performanslarından çok işin içine giren menajerler, antrenörler, üçüncü-dördüncü şahıslar, yöneticiler vs. durumu olumsuzluğa itiyor. Yabancı sayısının yüksek ya da alçak olması bu anlamda düzenlenir-değerlendirilirse, kontrol altına alınırsa tekrar söylüyorum yarışma ortamı yaratmak ve mücadeleyi kızıştırmak anlamında faydalı olabilir. Kontrol altına alınması gerektiğini tırnak içinde söylüyorum, bu çok önemli.
-
Özel bir nedeni yoksa Beşiktaş ailesinden ayrılma gerekçenizi bizimle paylaşır mısınız?
- Aslında bununla ilgili çok fazla yorum yapmak istemiyorum sonuçta hayatta yaptığımız hiçbir işe gidip “hadi ben buradan emekli olacağım” diyerek başlamayız. Sadece Türk futbolunda değil, yine diğer spor dallarında da antrenörler gelir antrenörler gider. O antrenörlerle çalışanlar, diğer antrenörlerle çalışamaz. Benim açımdan olumlu 3 yıllık bir süreç geçmişti. Slaven Bilic de benim hakkımda olumlu bir rapor vermişti, hatta sözleşmeli çalıştığım ilk yıldan sonra ikinci yılımda bana ikinci Başkan Ahmet Nur Çebi ve futbol şube sorumlusu yöneticimiz Mete Vardar Beyler tarafından ‘’İlker Hoca sizinle kadrolu çalışmak istiyoruz” denmişti. Ben bu durumla tabi ki gurur duydum ama ilerleyen süreçte Slaven Bilic’in gitmesi, Şenol hocanın gelmesinden bir sezon sonra, bizim bildiğimiz-bilmediğimiz birtakım sebeplerle maalesef Beşiktaş ailesinin bir ferdi olmaktan çok mutluyken ve onur duyarken ayrılmak zorunda kaldım.
-
Sizi daha fazla yormadan röportajımızı son bir soru ile bitirmek istiyorum. Tüm bu çalışma hayatı size neler kattı?
- Hayat, doğumla başlayıp ölümle biten çok uzun bir yol ve bu yol biz nasıl istersek öyle geçiyor aslında. Bizim kontrolümüzde olmadan hani çok hızlı akan bir ırmak gibi düşünüyorum. Bu ırmakta biz eğer kontrolü ele alırsak çok eğleniyoruz ama bizim kontrolümüzde değilse, bu gücü kendimiz kullanamıyorsak ya da bir hedefimiz yoksa sağa sola savrulup gidiyoruz. Dolayısıyla sadece çalışma hayatımda değil, okul hayatımda da, günlük hayatımda da her gün yeni şeyler öğreniyorum. Çünkü özellikle yaptığım işin biten bir iş olmadığını düşünüyorum.“Ben bu işi bitirdim, benim burada 18 yıllık tecrübem var, artık öğreneceğim hiçbir şey yok” dediğim gün aslında artık çöküşe geçtiğim gün olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden hala seminerlere, kongrelere zaman zaman davetli zaman zaman katılımcı olarak gidiyorum. Sürekli kendimden genç arkadaşlarla çalışmaya çalışıyorum çünkü beni daha dinamik tutuyorlar. Yaptığım iş sürekli farklı insanlarla çalışmamı ve farklı insanlar tanımamı gerektiren bir iş. Bu yüzden bana tanınan bu doğum-ölüm arasındaki şansı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyorum aslında, yaptığım şey bu.
- Beni kırmayıp röportaj isteğimi kabul eden ve keyifli sohbetiyle dergimizin ilk röportajının konuğu İlker KOYUNCUOĞLU’na, hocamızla röportaj yapma fırsatı sunan ve destekleyen Bahçelievler FİTLAB LİFE CLUB ekibine çok teşekkür ediyorum. Sizler de İlker KOYUNCUOĞLU ile görüşmek, kişisel eğitim almak ve sorularınızın yanıtını bulmak için Bahçelievler FİTLAB LİFE CLUB ailesine katılabilirsiniz. Salonu da gezme fırsatı bulduğum röportajımda kaliteli bir ortamda hizmet veren Ankara’nın seçkin spor salonuna bir göz atmanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Bir sonraki yazımda görüşmek üzere…