İnsanların bir şekilde -özellikle günümüzde ve ülkemizde- konuşmaktan sürekli olarak korktuğu, utandığı, rahatsız olduğu cinsellik denen bu şey nedir aslında?
Cinsellik
Son zamanlarda takıntılı olduğum bir yazar var: Arthur Schopenhauer. “Cinsel Aşkın Metafiziği” ve “İnsan Doğası Üzerine” adlı kitapları ilgimi çekmeyi başaran yegane kitapları diye değerlendiriyorum. Ve şimdi bu kitapları okuduktan sonra aklımda yanıt bulmaya çalışan konular ve sorular hakkında size hazırladığım bir yazı olacak bu. Konu biraz deşilmeye müsait olmamaya yakın gözüktüğünden dolayı kullanacağım kelimeleri ve bugüne kadar aldığım bütün referansları edebiyat, felsefe, psikoloji gibi konular üzerinden dikkatle seçtim.
Her ne kadar günümüz insanları ve tabiki dış dünyadaki yaşamın verdiği üstü kapalılığın yarattığı insanlardaki bu cinsellik konusunun isminin dahi geçmesinin yarattığı “utanç” üzerinden hareketle direkt sormak istiyorum.
Kafamda oluşan ilk sorulardan birisi şu; “Cinsellik iki insanı birleştirir mi yoksa ayırır mı?”
Esther Perel diye bir psikoterapist var. Ve şöyle söylüyor:
_ erotik yakınlık insana hem kendisini buldurur hem de kendisini kaybettirir.
Schopenhauer kitaplarında “esrime” yani kendinden geçme hali diyordu buna. Ve insanın yaşamdaki özünün bir şekilde bu olduğunu söyler. Çünkü her ne kadar kötü olduğu düşünülse de yeni orgazm olmuş bir insan ölüme daha yakın olduğunu ve daha hazır olduğunu söyler. Hatta boşalmanın insan vücudunda ve ruhunda yarattığı o huzur dolu boşluğu yaşlı bilgelerin sakinliğine benzetir. Her şey bir anda da olsa bir şekilde daha açık, net, berrak bir hale geldiği için böyle söyler…
Dolayısıyla aslında cinsellik “bile”insanın hayatında kendisine ve eğer varsa karşısındakine karşı yarattığı kişisel bir deneyimdir. Bunu bi’ başkasıyla paylaşıyor olsak da aslında iki taraf da kendi farklı deneyimlerini yaşar durumdadır. Anlattıklarımın takibini yapabiliyor musunuz? Bilemiyorum. Ya da bugüne kadar yazdıklarımdan anlattıklarımdan anlayabildiğiniz bir şeyler oldu mu? Onu da bilemem. Tüm bu anlattıklarımı ters düz edelim demiyorum ancak bir sözcüğün başka hangi anlamlara gelebileceğini görmemiz lazım…
Şefkat mesela; merhamet, nedir bunlar?
Merhamet göstermenin içinde bir kibir, bir büyüklenme var sanki.
_ O kadar iyi bir insandır ki, karıncayı bile incitmez.
derler mesela. Oysa o cümledeki “bile” karıncayı çoktan incitmiştir. Şahsen ben kimsenin bir şekilde – nasıl olduğu farketmez- bana merhamet göstermesini istemem. Çünkü ben sadece bedava olan şeyi “hayal etmeyi” bırakacak değilim ve düşünmeyi de durdurmam ve kimse de kahraman değil.
Zaten bu kahramanlık konusu da çelişkili bir konu. Çünkü -bence- bir şekilde insanlığı kurtarma arzusunun altında insanlığa hükmetme arzusu yatıyor olabilir aslında.
Bir şeyin hukuka uygun olması onun mutlaka adil olacağı anlamına gelmez.
Ya da en iyi eğitimi almış olmak, bizleri bir şekilde bilgili birisi olarak göstertmek ya da o şekilde kılmak bizi zeki birisi yapmaz. Bilgisayarlarda her türlü bilgi var mesela ama pek de zeki oldukları söylenemez.
Öfke gayet normal bir duygu.
Ama nefret nedir?
Bir insan -kim olduğu farketmez- aslında “ne”den neden nefret ediyorsa biraz da -bence- o’dur aslında.
Utanç duymak nedir mesela?
İlk başta kulağa olumsuz bir cümle gibi gelen bu cümle aslında çok kıymetli.
Ernst Ingmar Bergman diye bazen okunduğunda “Earnst” adından dolayı Hemingway ile akrabalığı olduğu düşünülen İsveçli bir yönetmen var. -Ki değiller…-
Soruyorlar:
“Gidişat kötü. Dünya nasıl kurtulacak?” diyorlar.
“Utanç” diyor Bergman. Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir. Ve elbette vicdan. Bizim en büyük sınavımız onunla…