Gece
Gündüz

Alberto Giacometti

19 August 2022
13 dk'lık okuma

“Gride aradığım her rengi buluyorum” diyerek, bence bütün sanat pratiğini özetleyen Alberto Giacometti’den bahsetmeye çalışacağım bugün. Kendi arayışının yanında felsefenin, sürrealizmin, varoluşçuluğun sorunlarının önemsiz kaldığını beyan eden ressam, heykeltıraş ve düşünür Giacometti, kendisini belli kalıpların içine sokmaktan uzak durur. “İnsanlar işlerimi nasıl yorumlamak isterlerse öyle yorumlayabilirler” diyerek her tür okumaya kapı açar. Bu okumalar ise genellikle bizi “gerçeklik nedir?” sorusuna yöneltir.

Sanatçı ile üniversiteye hazırlanırken tanıştım. Birlikteliğimiz, kendisini çözümlemeye çalıştıkça içinden çıkılmaz bir hal almaya başladı. Sanatçının çalışma notlarından, söyleşilerinden, mücadelelerinden derlenen Yazılar kitabını edindiğimde kendimi liman bulmuş gibi hissetmiştim. Çünkü bu adam nokta kullanmıyordu! Her şey birbirine virgüllerle bağlıydı; her şey akıyor, birbiri içine dönüyor, birbirleri oluyordu. Asla bitmeyen devinimlerden bahseden sanatçı, böyle bir zihin mücadelesinde gerçeği sorguluyor, onu yakalamaya, dahası aktarmaya çalışıyordu. Tuval, kağıt gibi yüzey üzerine yaptığı ve neredeyse sadece çizgilerden oluşan çalışmalarında asıl yakalamak istediği devinimin görünür olmasıydı. Bu sayede çizdiği -her ne ise- kozmik düzlemde bir varlığa işaret ediyor demekti. Bir varlığa işaret etmek de gerçek olmak demekti.

Akışkanlığın hiç kaybolmadığı bu gerçeklikte gerçek neydi peki? Ayakları yere basan bir şeyden bahsedilebilir miydi? Soruları arttıkça çözüm için mücadelesi artıyordu Giacometti’nin. Ümitsizliği ve huzursuzluğu artıyor, kasveti çoğalıyordu. Bilinmezlikte yaşıyor ve üretiyordu.

 

Alexander Liberman, Giacometti in his studio, 1954

 

1901 yılında İsviçre’nin İtalyanca konuşulan bir bölgesinde sanatçı bir babanın oğlu olarak doğar Alberto. Babasının izinden giderek sanat eğitimi alır, 1915’te de ilk yontusu olarak kardeşi Diego’nun portresini yapar. İsviçre hükümeti tarafından görevlendirilen babası ile birlikte 1920 yılında Venedik Bienali’ne gider; kente ve Tintoretto’ya hayran kalan sanatçı, bir yıl burada kalır. Buradaki zamanını “Sabahtan akşama kadar bütün şehri köşe bucak geziyordum, Tintoretto’nun görmediğim tek bir işi kalmasın istiyordum.” cümlesiyle özetler. Kentte karşılaştığı bir Mısır büstünden çok etkilenerek Vatikan’a Mısır koleksiyonunu görmeye gider. Böylelikle arkaik sanata ilgisi 20 yaşının, sanat üretiminin başında başlamış olur.

1922 yılında Paris’e taşınır ve Grande Chaumiére Akademisi’nde ders alır. 1925 yılına kadar devam eden eğitiminde Antoine Bourdelle’in atölye asistanlığını yapar; gündüzleri yontu, öğlenden sonraları resim dersleri alır. Bu dönemde renkli ve canlı çalışmalara önem veren sanatçı, bunu yapmanın çok zor olduğunu söyler. Yıllar sonra kendi atölyesini kurduğunda yer açmak için bu çalışmaların birçoğunu attığını belirtir.

Bir figürün bütününü yakalamaya olanak yoktu. Modele çok yakın çalışıyorduk ve bir ayrıntıdan yola çıktığınızda, bir bütüne varmanıza hiç olanak yoktu. Buna karşın bir ayrıntıyı, örneğin burnunun ucunu çözümlemekle işe başladığınızda da yitip gidiyordunuz. İnsan orada tüm yaşamı boyunca kalabilir, yine de bir sonuca ulaşamayabilirdi. Biçim bozuluyor, bu, karanlık ve derin bir boşlukta devinen tanecikler gibi değil, bunun bir kanadıyla öteki kanadı arasındaki mesafe Sahra gibi, sınırı yok, devinimsiz kılınabilecek hiçbir şey yok, her şey elinizden kaçıp gidiyor. -Giacometti

 

Loomis Dean, Alberto Giacometti ,1964

 

Bu dönemde gözüyle gördüğünü kopya etme konusunda zorluk yaşamaya başlar. Modelden çalışarak değil aklında kalanlar ile yontu ve resim yapmanın en doğru yol olacağına karar verir. Çağdaş sanatın ve egzotik sanatın etkisinde kalarak, gerçeği imgelem yoluyla yeniden yakalamaya çalışır. Çift, Gövde, Dikilen Kadın gibi yapıtlar ortaya koyar.

1926 yılında, ölümüne değin işler üretmeye devam edeceği Hippolyte-Maindron sokağındaki atölyesine taşınır. 1928’de sürrealist çevreye dahil olur. Akım içerisinde ürettiği Asılı Top ile adından bahsettirir. Her daim boşluğa önem verdiği gözlemlenen sanatçı bu işinde, Georges Bataille ve sürrealizmin saldırgan tavrından oldukça beslenir; erotizm, cinsellik, aşk ve vahşet gibi güçlü duyguların yanı sıra hava boşluğu kadar bırakılmış aralık ile izleyiciye gerilim yaşatırken zarif bir duruş sergilemeyi de başarır.

Gerçeküstücülerin arasındayken bile bu dönemin geçici olduğunu fark eden sanatçı, Andre Breton’la yaşadığı fikir ayrılıkları neticesinde 1940’larda akımdan ayrılır. Kendi yolunu yeniden yapılandırmaya başladığı döneme Avangard sanat anlayışları hakimdir. Giacometti de kendi ‘avangard’ı içinde sanatın özüne dönmeye karar verir, her şeyi yeniden yapılandırmaya ve salt bir duyumla anlamaya çalışır. Bunun için arkaik, primitif sanatla diyaloğunu güçlendirir.

 

Loomis Dean, Alberto Giacometti is framed by the reaching hand of one of his elogated sculptures, 1964

 

Modern heykel sanatının öncü isimlerinden Brâncuşi eserlerinde; öznelerin de özünü yakalamayı amaçlayarak gerçekçilikten uzaklaşıp soyutlamaya yönelmesi, heykellerini yaparken kullandığı malzemenin doğasına sadık kalması heykel sanatında devrime yol açmıştı. Malzemeyi ön plana çıkarmak amacıyla yüzeyin sadeleştirilmesi, heykel sanatının primitivizm ile aynı zeminde buluşabilmesine imkan tanımıştı. Giacometti de bu tavırdan etkilenir. Kamusal anlamda söylemek istediği hiçbir sözü bulunmayan Giacometti’nin tek davası gerçeğin kendisine erişebilmek, gerçek ötesinin kendisini yakalayabilmek olur.

Bu aşamada devreye hiç şaşırtmayan bir isim dahil olur: Platon. Platon’un Devlet’inde bahsedilen Mimesis Estetiği ve yine Devlet’inde bahsedilen Mağara Alegorisi Giacometti’yi anlamlandırmamıza yardımcı olur. Mimesis anlayışına göre sanat eserleri, taklidin taklididir. Sanatın objesi olan fenomenler gerçek olmayan birtakım kopyalardır. Sanat bize gerçekliği değil, görünüşü verir. Sanatta söz konusu olan görüntüler olduğu için, gerçek varlık alanı İdealar Dünyası’ndan oluştuğuna göre, sanat eseri kopyanın kopyası olmak durumundadır. Yani bir sanat eseri asla gerçeği yansıtamaz.

Aristoteles ise, sanatın bir öykünme olduğunu ve sanattan alınan zevkin kopyanın kusursuzluğu ile ilişkili olduğu savunur. Kusursuz şekilde kopya edilmiş sanat, insanda hayranlık uyandırdığı için mimesis etkinliği olumludur. Mağara Alegorisi’ne geçmeden önce Aristoteles’in bellek ve hafıza üzerine yaptığı ayrımı da buraya iliştirmek isterim: Aristoteles, “belleğine kaydetme konusunda iyi olanlar” ile “hatırlama konusunda iyi olan insanlar”ın aynı olmadığını belirtir. Hatırlama, belleğe kaydedilmeden yalnızca barındırdığı zaman anlayışının üstünlüğü nedeniyle ve sadece insanlarda bulunması nedeniyle farklıdır. Bunun nedeni olarak, hatırlamanın bir tür tasım olduğunu, hatırlamanın yalnızca tasarlama gücüne sahip olanlarda bulunduğunu çünkü tasarlamanın da bir tür tasım süreci olduğunu yazar. Ve sanki Giacometti’yi öngörmüş gibi, iyi hatırlayanların kalın kafalı olduklarının vurgusunu yapar. Bu yargı ilk anlamıyla da ikinci anlamıyla da yolumuzu sanatçıya çıkarır sanki…

Mağara Alegorisi ise en temelde bir eğitim eleştirisidir. Benzetmede, yüzleri mağara duvarına dönük şekilde zincirlenmiş bir grup insan bulunur. Bu insanların arkasında bir ateş yanar. Ateşin önünde geçirilen nesnelerin gölgesi mağara duvarına yansır. Nesnelerin kendisini değil yalnızca gölgelerini görebilen insanlar için gerçeklik bu gölgelerden ibarettir. Platon açıkça duyusal bilginin gerçekliğinden şüphe edilmesi gerektiğin mesajını verir.

Antik Yunan’da yaygın kullanılan ve günümüzde türlü varyantları bulunan techne kavramından da bahsetmek isterim. Yunan felsefesinde bir işi ustalıkla yapma, bir amaç gözeterek ortaya yeni bir şey koyma olarak tekhne kavramı; üretmek, yaratmak, sanat için kullanılır. Bu kavram hem güzel sanatları hem zanaatları hem de beceriye ilişkin etkinlikleri içine alan bir sözcüktür. Bunun yanında techne kavramının yalan, hile, dalavere anlamları da bulunmaktadır. Platon ‘gölgeleri’ küçümseyip ve gerçek olmadıklarını belirtse de techne ustaları kendi gerçekleri için gölgelere başvurur.

Gölge ise her tür belirsizliğe karşın temelde iki şeyin kanıtıdır: ışığın ve üç boyutlu bir nesnenin. Gölge, dünyada olmanın kanıtıdır. Gölgenin varlığı var olmanın kanıtıdır. Giacometti’nin bu görüşlere dair açıkça bir beyanı bulunmasa da yöneliminin bu yönde olduğu açıktır. Ayrıca “şeyleri bir perde aracılığıyla gördüğümüzü” belirterek Mağara Alegorisine göz kırpar. Nitekim bir techne ustası olarak gittikçe incelen figürlerinin cılız birer gölgeye dönüştüğü aşikardır.

 

Robert Capa, Alberto Giacometti in his atelier, Paris, 1952

 

Hatırladıklarını yapıt olarak canlandırma olanaksızlığının farkına vardığında tekrar canlı modelden çalışmaya başlar sanatçı. Kardeşi Diego kendisine modellik yapar, ortaklıkları ömürleri boyu sürer. Agorafobisi bulunan Giacometti, atölyesi dışına çok az çıkar, çok az kişiyle görüşür. Bu süreçte canlı modelden yaptığı yontuların gittikçe küçüldüğünü fark eder, canlı modeli tekrar bırakır. İkinci Dünya Savaşı’na kadar Picasso, Sartre ve Simone de Beauvoir ile diyalogu canlı olur. Savaşın başlamasıyla Cenevre’ye yerleşir, atölyeyi kardeşi yönetmeye başlar. Savaşın yıkımlarını görmesine rağmen her zaman yaşama bağlı bir insan olan Giacometti’nin savaşla birlikte insan algısı değişir: insanı hiçlik, boşluk, yokluk kavramları üzerinden tanımlamaya başlar.

1945’te Paris’e geri döndüğünde canlı model ile çalışmaya da geri döner. Gözde modeli, birkaç yıl sonra evleneceği Annette Arm olur. Daha fazla küçültmekten çekindiği heykelleri ile her çalıştığında sonuç yine aynısı olur; modelle çalışarak dahi minicik, her biri üçer santimetreye kadar küçülen heykeller yapmaktan kendini alamaz. İnsanların gördüklerini zihinlerinde büyüttüklerini, bunu alışkanlıktan dolayı yaptıklarını düşündüğü için gerçekliğe ulaşmakta zorlanır. Modelle çalışmak, belleğe güvenmek, tekrar modele dönmek… Hangisinin hakikati daha doğru yansıtabildiğine karar veremez. Vazgeçmeden her sabah kalkıp aynı iştahla çalışmaya devam eder. Bir gün önce yaptığını bir sonraki gün tersyüz etmekte asla tereddüt etmez. Bu savaşı, kazanmanın ve yitirmenin zevkini duymak için her gün kendisini tüketir. Hakikatin her an devinim halinde olduğunu kabul eder. Zamanın önüne geçememe sıkıntısı aslında en büyük motivasyonu haline gelir. Zira eğer nesnenin iç yüzüne ulaşabilirse ‘zaman’ ile bir problemi kalmayacaktır. Çünkü orası varlığın ve evrenin özüdür; mutlak ve değişmez olandır.

Son dakikada çalışıyorum. Aylarca yapıp bozduğum “şeyler” i üç saatte bitiriyorum. İçimdeki istek çalışmak değil, ne yapmak istediğimi öğrenmek… Ve onu en kısa sürede yapıp bitirmek. Belki de ben sahte bir yontucu, sahte bir ressamım. -Giacometti

 

Alexander Liberman, Giacometti with his four standing figures, Paris, 1955

 

Çeşitli aralıkla gerçekleştirdiği kitap resimleme çalışmalarına 1946 yılında Georges Bataille’ın Histoire de Rats adlı kitabı da dahil olur. Pek çok grup sergisinin peşinden 1948’de New York’ta açılan sergisinin katalog önsözünü yakın dostu Sartre yazar. Sanatçıdan çokça beslenen Sartre da Giacometti gibi, Andre Breton’un, insanın bir bütün olarak değil bir bilinçaltı olarak değerlendirmesini eleştirir. Bu dostlukları Giacometti’nin varoluşçu olarak anılmasına neden olur. Fakat sanatçının böyle bir arayışı bulunmaz. Varlığı bir bütün olarak ele alabilmeyi amaçlar. Bunun için boşluktan yararlanır. Figürlerine mekanlar yaratabilmeyi ve uzamda bir yer edinebilmelerini ister. Sartre Giacometti’den önce hiçbir sanatçının boşluğu sanatına dahil etmeyi denemediğini, başaramadığını belirtir. Boşluk, mekan yaratımı için gereklidir ve ancak bu şekilde yaşam sürdürülebilir.

Giacometti’nin heykellerini aynen zihnimdeki bir fikir gibi görüyorum -Jean Paul Sartre

 

Henri Cartier-Bresson, Alberto Giacometti, 1961

 

1950 yılında yaptığı Orman adlı grup heykeli ile ilgili eleştirmenlerin, çağdaş insanların yalnızlığının anlatıldığı görüşüne karşı çıkan sanatçı, anlatmak istediğinin yalnızca geniş bir alanın insan üzerindeki baskısı olduğunu belirtir. 1949-1950-1951 yıllarında başta Tate Galeri olmak üzere Çağdaş Sanat Müzeleri Giacometti’nin işlerini bir bir kendi koleksiyonlarına dahil etmeye başlar. Bu dönemde birçok yazar ve düşünür ile yakın ilişki halinde olur, hepsinin Giacometti’nin atölyesinde mutlaka bir çıkmazlık serüveni bulunur. Bunlardan en bilineni Jean Genet ve James Lord ile olanlardır. İki yazarın da ayrı ayrı atölye anıları, Giacometti’nin gerçekliği kavrayış kıvranışlarını anlattığı eserleri bulunur.

1955 yılından ölümüne değin çeşitli yerlerde retrospektif sergileri açılırken mali anlamda kendisine gelir getiren kitap resimleme, dekorasyon objeleri yontma işlerine devam eder. Bir başı veya bir gözü anlayabilmek için yıllarca her sabah aynı şey üzerinde çalışırken Diego’nun ticari amaçla yaptığı eserleri sayesinde atölyesini ayakta tutmayı başarır. Her daim işlerini bitirmek konusunda zorluk yaşayan Giacometti, olgunluk döneminde üretkenliği azalırken yontu üzerindeki yetkinliği artar. Dünya algısının tamamen değiştiği işler üreten Giacometti için bir yontu, dış dünyayı kendi görüşünü yansıtan bir araç olmaya ne kadar yakınsa o kadar önemli hale gelir; “Bir yontu sadece bunun için vardır.” der; “Sanat yalnızca bir görme biçimidir; bakmak sorgulamaktır.”

1961 ve 1962 yıllarında yontu dalında ödüller kazanır. 1965 yılında Fransız Kültür Bakanlığı’nın verdiği ulusal sanat nişanına layık görülür. Aynı yıl Zürih’te Alberto Giacometti Vakfı açılır. 1966 yılında kalp yetmezliği nedeniyle vefat eder.

 

Alexander Liberman, Giacometti, Paris, 1955

 

En çok bilinen Yürüyen Adam, Uzun Kadın gibi eserleri bronz dökümler olmasına rağmen kilden yapılmış gibi görünür. Oldukları yerde durmalarına rağmen her an hamle yapacak, bir adım önümüze geçecek gibi aceleci bir halleri vardır. İnsanın küçüklüğünü belli edercesine arşa uzanmalarına karşın kırılgan, narin, çarpık görünümleri bulunan heykelleriyle tezatlığı somutlaştırırlar sanki. Darmadağınık, alçı tozlarıyla dolu atölyesine her gün takım elbisesiyle girer Alberto. Saldırganlık ve duygusallık her zaman birliktedir onun için; “İnsan on dakika gazete okur, yeni bir uydunun ayın çevresinde döndüğünü öğrenir, hemen sonra yine aşktan konuşmaya başlar” der. Heykel gruplarıyla kalabalıkların boşluğunu görünür kılar. Kardeşi, eşi, metresi dışında yaptığı büst ve heykellerde bir isme, kimliğe pek rastlanmaz. Sadece kendileri için orada bulunan heykellerdir; kültürel bir anlamları, çağrışımları yoktur. Fakat varlardır ve bu gerçektir. Belki de bu uçlar arasında kendisine dinlenecek alanı gri ile yaratabilir Giacometti. Benim huzurlu hissetmemi ve anda kalmamı sağlayan gri rengi, belki Alberto için de bir liman sağlamıştır.

Resim ya da yontu yapmayı bırakmak bana öylesine hüzün veriyordu ki yeniden çalışmaya başladım. Neden başarılı olmadığımı anlamak istiyordum. -Giacometti

 

Alexander Liberman
Alberto Giacometti, his wife Annette and brother Diego, Paris, 1951

 

❔​ Giacometti’nin, kendi ismiyle birlikte anılan her tür akım ve görüşten kendini soyutlama çabasında olduğunda düşünüyorum. Bu çabası belki babasından farklı olmak için içten içe geliştirdiği bir durumdu. Ve zamanla tüm hayatını bir yalıtılmışlık içinde geçirmeye başladı. Agorafobisini de bu çerçevede anlamlandırmak mümkün. Peki Alberto, Henri Bergson ile yakın bir ilişki içinde olsaydı yine aynı sorunları kendisine dert edinir miydi? Yoksa “Bergson’dan etkilendi” yaftasına maruz kalmamak için kendisine başka sorunlar mu bulurdu? Sanat pratiği nasıl bir yol izlerdi? İkisini bir potada eritmek mümkün değil midir yoksa?

Tilbe Şevval Yıldırım

yazıyoruz, çiziyoruz
hep aynı

Yorum Yap

Your email address will not be published.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR