Bu yazımda sizlere müzik hayatıma müthiş yön veren, beni derinden etkileyen, tarzıma ve yorumuma etki eden dev bir isimden, bir efsaneden bahsedeceğim. Doğunun ve batının en büyük sesi, gelmiş geçmiş en büyük gırtlak ve usta hançere Ümmü Gülsüm…
Ümmü Gülsüm; 4 Mayıs 1904 tarihinde Mısır‘da Dakhaliye eyaletinde Tamay Zahayra köyünde bir imamın kızı olarak doğdu. Babası İbrahim Elbeltaci tarafından keşfedilen sesinin ilk eğitimini henüz beş yaşındayken Kur’an-ı Kerîm okumayı öğrenerek yaptı. Kuran’ın tamamını ezbere okuyabiliyordu. 12 yaşına geldiği zaman ise o dönemde küçük kızların şarkı söylemeleri günah olarak kabul edildiği için babası tarafından üzerine erkek giysileri giydirilerek komşularına ve yakın köylere, özellikle Ramazan gecelerinde götürülerek ilahiler, kasideler ve Kuran okutulurdu.
Vokal yeteneği, uzun süren sanat hayatı, Soğuk Savaş döneminde Arap ülkelerindeki milliyetçi akımı temsil etmesi sebebiyle, tüm Arap dünyasında popüler olmuş ve memleketi Mısır’da ulusal simge haline gelmiştir. 20.yüzyılın en önemli Arap şarkıcıları arasında gösterilir.
Bunlar teorik ve ansiklopedik kısa bir tanıtım.
Şimdi benim gönlümün ve müziğimin kelimeleri:
2009 yılıydı Üsküdar Musiki Cemiyetinde öğrenci olduğum yıllar… Bir arkadaşımla tanıştım Esra Nour, laf lafı açtı ve bana Ümmü Gülsüm diye bir kadın var dinle dedi.
E meraklı, genç ve rol almaya aç bir şarkıcı olarak hemen geldim ve dinledim. Önce bir yadırgadım erkek sesine benziyordu. Akşam, sabah, öğlen dinlemeye başladım. Nağmeler, melodiler, hakimiyet ve güç…
Biz toplum olarak güçlü sesleri severiz. Bülent Ersoy’a hayranlığımız da buradan gelir. Bülent Ersoy demişken; Fransız Olimpia’da doğu sazlarıyla sahneye ilk çıkan kişi Ümmü Gülsüm, ardından yıllar sonra çıkan tek Türk ve ikinci isim Bülent Ersoy olmuştur.
Evet devam ediyorum… Sonra bu ardı arkası kesilmeyen dinleyişler beni o güçlü ve tok sesin, müthiş bir altonun hastası, bağımlısı yapmıştır. Ve her biri en az 45 dk olan birçok şarkısını ezberlemiş ve mest olarak dinlemişimdir.
Doğu’nun ve Batı’nın en büyük sesi, gelmiş geçmiş en büyük ses Ümmü Gülsüm Mısır’ın 4. Piramidi olarak da bilinir. “Doğu’nun Yıldızı” da bir diğer ünvanıdır.
Öldüğünde kilometrelerce uzayan bir kuyruğa, yasa: hayattayken savaşların durmasına sebep olmuştur. Savaşları durdurmuş, konserinin olduğunu günlerde ise ertelenmiştir. Bütün servetini Mısır devletine bırakmış ülke ülke gezerek barışı sağlamıştır.
Türkiye’de Alaturka müziğin yasaklandığı yıllarda halk Mısır radyosundan gelen Ümmü Gülsüm nağmeleri ile hayat bulmuş, ruhları sulanmıştır. Hatta Safiye Ayla ile bile tanışmış ve aralarında bir minik kıskançlık krizinin bile olduğu söylenir ama ihtimal vermiyorum.
Ve ve İslam dünyasında büyük ezgi, büyük ilahi olan “Taleal Bedru Aleyna” Hz. Muhammed’e ithafen bestelenmiştir ama Ümmü Gülsüm okusun diye yaratılmıştır. Böyle bir kadındır.
Kralların âşık olduğu, köyden sosyeteye yetmiyormuş gibi hanedana uzanan bir hayat öyküsü…
Ve babasının aydınlığı… Babasının Türk kökenli olduğu söylenir bu arada. Düşünsenize kızının yeteneğini fark ediyor ve onu, o dönemin şartlarıyla düşünün, erkek kılığında müezzinlere götürüyor ders alması için. Büyük destek. Bu durum günümüzde yok! Ama Mısır’ın da Mısır olduğu dönemler tabi…
Neyse, toparlıyorum. Ümmü Gülsüm elinde mendili, yukarıdan aşağıya sarkıtılan mikrofonu ve kostümleri ile bir ikon, bir marka, bir stardır. O şarkıya başladığında herkes susar, herkes pür dikkat dinler ve nağmeleri salondaki herkesi aşar, deler geçer ve tüm Ortadoğu’yu, Avrupa’yı, Amerika’yı sarar…
Hala bir efsanedir, yeri doldurulamayan büyük bir boşluktur. Erkek egemen bir dönemde bir baş kaldırıştır. Mısırda heykeli bulunan Ümmü Gülsüm’e adanmış Nil’in çevrelediği Roda adasında Manastırlı sarayı içinde, sanatçının hayranlarını ziyadesiyle mutlu edecek bir Ümmü Gülsüm Müzesi var. O Mısırın sesi, Kahire’nin Ruhu, Nil’in bereketidir…
Ruhu şad olsun…
Sesi bu kubbede hala hoş bir sadadır…
Lütfen dinleyin ve tanıyın. Benim vesilem ile siz de anın …
Sevgilerime