Dream Theater bu işi uzun zamandır yapıyor. 14 stüdyo albümü gerçekten dile kolay. Günümüz piyasasında da progresif metal deyince akla gelen ilk gruptur kendileri. Kadronuzda John Petrucci ve John Myung’a sahipseniz bu zaten kaçınılmaz bir sonuçtur.
Dream Theater’da kadro deyince işler biraz farklılaşabiliyor tabi. Grup 2009 yılına kadar en iyi davulcular arasında gösterilen Mike Portnoy ile sahnelerdeydi. Fikir ayrılıkları ve çatışmalar sonucu Portnoy gruptan ayrıldı ve bagetler başka bir Mike’ın eline geçti. Mike Mangini. Mangini teknik açıdan adeta yetenek bombası gibi bir herif. Fakat grupla ilk işi olan “A Dramatic Turn of Events” (2011) ve 2013’teki grubun kendi adını taşıyan albüm arasındaki değişimi çok da iyi yönde olmadı. Ayrıca Portnoy’un parçalara kattığı hissiyatı verme konusunda da çok başarılı değil. Zaten Mike Portnoy’dan daha iyi bir davulcu bulabilmeleri pek olası görünmüyordu. Mangini ile aynı kaliteyi yakalayamasalar da “Distance Over Time” işler tıkırında gidiyor gibi diyebiliriz.
Grubun 2016’da piyasaya sürdüğü 2 saat 10 dakikalık konsept albüm “The Astonishing” gerçekten ‘şaşırtıcı’ bir olaydı. Pek iyi yönde olmamasına ise pürüzü diyelim. Özellikle Portnoy zamanındaki atmosferin ‘tamamen’ kaybolduğu albümdür benim gözümde The Astonishing. Kötü olmasa da, yenilikçi olmaya çalışırken uzun, yorucu ve sıradan bir efor olmuştu. İtiraf etmek gerekirse de o albümden sonra prog canavarlarına olan umudumu biraz yitirmiştim. Distance Over Time beni bu konuda yanılttı ve bu durumdan fazlasıyla memnunum. Bir saatlik süresiyle grubun stüdyo albümleri arasında ikinci en kısa kayıt unvanını da elinde tutuyor. Petrucci daha önce bir röportajında albümün konsept albüm değil beş kafadarın bir odaya girip rock ‘n’ roll’un dibine vurduğu bir albüm olduğunu açıklamıştı. Daha doğru bir tanım kullanamıyorum. Kullanabilsem de Petrucci’nin üzerine laf söylemem zaten.
Grubun bu yolu seçmesini daha faydalı buldum. Albümde herhangi bir yenilik göremeyeceksiniz ama ihtiyaç da duymayacaksınız. Zaten biz insanlar yenilik isteriz, şikayet ederiz; eskiye dönülür, yine şikayet ederiz. Bu yüzden Distance Over Time için elimizdekinin tadını çıkarmalıyız diyebilirim. Bu saatten sonra ilk albümlerdeki atmosferi aramayı bıraktım. Bunun zaten en büyük nedeni Kevin Moore’un 1994’teki Awake’ten sonra gruptan ayrılması. Benim için Dream Theater’ın en kaliteli albümlerinden biridir ve hak ettiği ilgiyi bugün hala görmediğini savunuyorum. Images and Words ve Awake’i dinlerseniz ve yeni materyaller ile kıyaslarsanız atmosfer hakkında ne demek istediğimi anlayacaksınızdır. Buradan bakacak olursak da Dream Theater’ın bana göre en muhteşem kadrosu James LaBrie, John Petrucci, John Myung, Kevin Moore ve Mike Portnoy’dur. Bu kadrodan aldığımız atmosferi ve kaliteyi daha sonrası ile kıyaslamak bizi sadece üzecektir.
Grup, albümün piyasaya sürülmesinden önce üç tekli çıkardı. Untethered Angel, Paralyzed ve Fall Into the Light. Bu üç parçadan yola çıkarak albümün genel gidişatı hakkında tahmin yürütmek ilk başta zor geldi. Kendimle çeliştiğimi bilerek içimdeki eski Dream Theater arayışını bastıramadığım için belli kıyaslamalara girdim. Özellikle Mangini’nin davullarının Portnoy’a göre fazla mekanik kalması ve Petrucci’nin sololarını Portnoy kadar destekleyememesi kulağıma fazla çarptı. Bu izlenimleri Untethered Angel’dan almıştım. Paralyzed’ı dinlediğimde ise grubun daha önce Systematic Chaos albümünde Forsaken ile yapmaya çalıştığı şey aklıma geldi: Biraz daha piyasalaşmak. Fall Into the Light ile bu korkumdan biraz sıyrılabildim. Albüm elimize ulaştıktan sonra biraz korkarak dinlemeye başlasam da, At Wit’s End ve Pale Blue Dot gibi progresif kaliteye sonuna kadar sahip olan parçalar içimi ferahlattı. Ayrıca, The Astonishing’de eski performansını özleten Petrucci, Distance Over Time ile parlamış. John Myung ise zaten hep buralarda ve en iyi yaptığı şeyi yapıyor. Yalnızca bass sesini biraz daha duyursaydı bizlere, daha da mutlu olabilirdik.
Sonuca gelirsek; Distance Over Time’da Awake atmosferi bulamayacaksınız, Black Clouds & Silver Linings davulları duyamayacaksınız, Octavarium ve A Change of Seasons gibi uzun ve besleyici parçalarla karşılaşmayacaksınız. Fakat bir süredir Dream Theater’dan göremediğiniz sertliği bulacaksınız, grubun üzerindeki yükten kurtulduğunu fark edeceksiniz ve en nihayetinde gayet güzel bir progresif metal albümü dinleyeceksiniz. The Astonishing ve (belli istisnalar dışında) ‘self-titled’ albümü biraz kenara alırsak, grubun bundan sonraki işlerinin A Dramatic Turn of Events ve Distance Over Time ayarında olması benim için tatmin edici olacaktır. Günümüzün en büyük ustalarından olan bu ekibin en iyi yaptıkları işi devam ettirdiklerini görmek güzel.
Öne Çıkan Parçalar: Fall Into the Light, Barstool Warrior, At Wit’s End, Pale Blue Dot