“The oldest and strongest emotion of mankind is fear, and the oldest and strongest kind of fear is fear of the unknown.” – H.P. Lovecraft
Fantastik edebiyatın babalarından olan H. P. Lovecraft’ı hepimiz tanırız. Aşırı ilginç kişiliğinin yanı sıra muazzam bir evren olan, Cthulhu evrenini yaratmıştır. Lovecraft ve onun yarattığı temalar zamanında artık şaşırtıcı olmayacak ki pek değeri bilinmemiştir. Ölümünden sonra büyük bir yankı uyandırmış ve yarattığı temalar edebiyata, sanata, çizgi romanlara, oyunlara ve sinemaya nüfuz etmiştir fakat bugünkü konumuz Lovecraft’ın hayatı değil onun yarattığı kavram, Lovecraftvari Korku bilinen adıyla Kozmik Korku. Kozmik Korku her ne kadar H. P. Lovecraft’ın hikâyelerinde yarattığı bir subkategori olsa da Kozmik Korku, insanoğlunun ilk zamanlarından beri süre gelmiştir. İnsanoğlu her ne zaman kafasını kaldırıp gökyüzüne baktıysa, kozmik korkuya kapılmıştır. Bu gizemli, devasa ve korkutucu evrenin enginliği içerisinde aciz hissetmiştir, korkmuştur.
Zamanın ve evrenin büyüklüğü, gizemi içerisinde küçük ve aciz hissediriz. Korkarız. Aklımız evrende bir düzenin olduğunu sezecek kadar vardır fakat evreni gözlemlediğimizde elimizdeki tek şey kaostur. Evreni anlamlandıramayız, matematik yaparız, gözlemleriz, örüntü kurmaya çalışırız ama her şey kaotiktir, anlamlandıramayız. Bu noktada insanı kozmik korku ele geçirir ve insan tek şey söyleyebilir: BEN ACİZİM! Kaos ve düzen arasındaki ince çizgi insan aklının sınırlarını zorlar. Anlamaktan kaçıp, kendini mutlu ve güvende hissettiği o idealar dünyasına kaçmak ister insanoğlu. İnsanoğlunun en içsel ve en arkaik duygusu korkudur ve bu korkuların en güçlüsü, en sağlamı bilinmeyenden kaynaklanan korkudur. Kozmik Korku da budur işte fakat Lovecraft, bu kavrama farklı bir bakış açısı getirir. İnsan sadece anlayamadığı arkaik şeytanlarla savaşmaz bunun karşısında kendisini aciz hissetmez. Lovecraft aynı zamanda insanın biyolojisi ile de alay eder. Zihnin ne kadar kırılgan, toplumsal bilincin ne kadar ötekileştirici, kırıcı ve delice olduğunu yüzümüze vurur. İnsanın tüm organlarıyla da bir oyuncak edasıyla oynar. İnsanın ne kadar aciz ve ölümlü olduğunu deforme olmuş insan vücutlarıyla gözümüze sokar. Kozmosu anlamaya çalıştığımızda, konfor alanımızdan çıktığımızda, bizi anlamlandıramadığımız bir korku kaplar. Hayatımız boyunca yaptığımız, yapmayı planladığımız her şey yalandır, biri hariç o da “Ölümdür.” Varoluşunuz, evrenin büyüklüğü içerisinde önemsizdir, bir toz zerresi kadar önemli değilsinizdir. Lovecraft insanoğlu olarak yarattığımız bu idealar dünyasından bizi çıkartır ve bizi yorulana kadar tokatlar. Teoloji bizi mutlu eden yalanlardan ibarettir der fakat aksi yönde düşünecek olursak egomuza zarar verip kendimizi delirteceğizdir. Gerçek gerçeklik, bize o kadar uzaktır ki onu görmek ve anlamaya çalışmak insanı delirtecektir. Lovecraftçı korku anti-insancıldır. Lovecraft’a göre insan delirmemek için mağarasından çıkmamalı ve mağara duvarındaki gölgeleri izlemeye devam etmelidir kendini ancak öyle mutlu edebilir. Tanıdık geldi değil mi? Eflatun’un Mağara Alegorisi. Oyun sektöründe Kozmik Korku’yu bence en iyi temsil eden oyunlardan birisi olan Control’ün başlangıç monologu hem Mağara Alegorisi’ni hem de Kozmik Korku’yu inanılmaz derecede iyi anlatıyor:
“Sanki bir odanın içerisinde yaşıyor gibiyiz. Duvarında bir poster var. Gözlerimizi dikip bakar ve tüm dünyanın bundan ibaret olduğunu düşünürüz, oda ve poster. Güzel bir şeyin resmi, bir manzara, ünlü biri. Tıpkı filmdeki gibi, neydi onun adı, şu hapishanede geçen? Oda bir hücre ve duvardaki resim her birimiz için farklı. Güzel görünebilir ya da korkunç ama hepimiz ona bakıp donakalmışızdır. Ama hepsi bir yalan. Hepsi bizi gerçeklerden uzaklaştırmak için. Bize yalan söylüyorlar. Kendimize yalan söylüyoruz. Dünya odadan ibaret değil, gerçek dünya çok daha büyük ve garip. Posterin ardında gerçek dünyaya açılan gizli bir delik var. Hepimiz o odada kendimizi güvende hissediyoruz. Ama bazen, bazen bir şeyler posterin ardından sürünerek çıkar ve buna şahit olanlar, delirir ve gördüklerini unutmak isterler.” – Control, Jesse
Edebiyata dönecek olursak, Kozmik Korku sıklıkla yanlış anlaşılan, karıştırılan bir kavramdır. Tabii ki her kavram gibi Kozmik Korku da popüler kültür illetinin eline düşerek gerçek derinliğini kaybetmiştir.
Kozmik Korku ürünleri genellike 20. yüzyılın başlarında, amatör bir detektifi, antik bir yaratığın ipuçlarını çözerken buluruz fakat Lovecraftvari korku, kültist detektif hikayelerinden daha derine iner.
Lovecraft, kendi mitosunu anlatırken hayranlık duyarak okuduğu Edgar Allan Poe, Algernon Blackwood gibi isimlerden fazlasıyla etkilenmiştir. İnsan konfor alanından çıkıp gerçeğin sırlarını çözmeye başlayıp, evrenin enginliği ve gizemleriyle kendi varoluşunu kıyasladığında kendisini küçük, önemsiz bir varlık hisseder. Lovecraft bu tür ile insanoğlunun gerçek gerçekliğin bilinmemesi gereken sırlar olduğu fikrini bize iletmeye çalışır. Gerçek gerçekliğin aşırı karanlık bir atmosfere sahip olduğunu, insan bünyesinin kaldıramayacağı sırlara ev sahipliği yaptığını bizlere söyler.
Korkuyu hissetmeden, parçalanmış doğa yasalarını ve kozmik düzeni resmetmek imkansızdır.