[1] “İşsizlik hayati bir sorun . . . Makineler insanlığın yararına olmalı. Trajedi yaratıp onları işlerinden etmemeli.” – Charlie Chaplin
1930lu yılların Amerika’sında Büyük Buhran sonrası oldukça çaresiz ve ümitsiz bir toplum profili hakimdi. İnsanlar yaşamak için çabalamayı bırakmış, sadece hayatta kalmakla ilgilenir olmuştu. Endüstrileşmenin de etkisiyle insanlar makinelere ayak uydurmak zorunda kalmış, git gide de onlara benzer hale gelmişti. Dönemin toplumuna baktığımızda yalnızlaşan, ruhsuzlaşan ve sonuç olarak da bencilleşen bireyler görürüz. [2] İşçi gücü olarak insan, sadece bir obje gibi kullanılabildiğinde değerliydi artık. İnsanın tek amacı çalışmaktı.
Makinede bir çark olmak
Politik görüşlerini saklamayıp, sinemasında cesurca ortaya koyan Charlie Chaplin’in 1936 yapımı Modern Times filmi, ülkemizdeki adıyla Asri Zamanlar veya Modern Zamanlar, tam da bu makineleşmiş düzene etkileyici bir eleştiri getirir. Filmde, bizim Şarlo olarak bildiğimiz, ikonlaşmış “Little Tramp” (Küçük Serseri) tiplemesinin -karakteri bir fabrika işçisi olarak geçer- ve Paulette Goddard’ın hayat verdiği Gamin’in yolculuğu merkez alınır. Şarlo’nun işini kaybetmesi ve Gamin’le yollarının kesişmesiyle bu iki karakterin endüstriyelleşmiş dünyada insanlıklarını korumak, hayatı “yaşayabilmek” için verdikleri savaşı izleriz. Filmin açılış jeneriği akarken arkada kocaman bir saat de durmaksızın ilerler. “Vakit nakittir” anlayışıyla bize hayatın zamana karşı bir yarış halinde yaşandığı hatırlatılır ta filmin en başından. Zaten hemen arkasından da güdülen, ite kaka ilerleyen bir koyun sürüsü görürüz ve bu görüntü solarak yerini benzer şekilde işe giden mavi yakalı işçilere bırakır. Mesaj açıktır; o koca saatin kontrolü altında, acele içinde, ne yaptığını bilmeden hayatına devam eden insanın bir koyundan farkı kalmamıştır.
Fabrikaya vardığımızda da tüm düzen koca bir makineyi andırır. Fabrikanın yöneticisi kameralarla işçileri kontrol eder, büyük projeksiyonlarla onlara ulaşarak emirler yağdırır. Bu resmedişten yola çıkarak Chaplin’in [3] George Orwell’in 1984’teki her şeyi gören Büyük Birader’i kendine referans aldığını varsaymak çok yanlış olmasa gerek. Bu devasa fabrikanın mekan tasarımı da bir başka distopik evren sunan [4] Fritz Lang’in Metropolis’ini oldukça anımsatır. Herkesin makinelerin hızına yetişmek için elinden geleni yaptığı bu düzende, yönetici konumundaki insanlar hala tatminsizdir. Fabrika için işçilere hızlıca öğle yemeklerini yedirecek, vakit kaybettirmeyecek bir prototip robot getirip, kahramanımız Şarlo’nun üzerinde denerler. Fakat umulan olmaz, makine bozulup Şarlo’ya vurmaya başlar, yiyecekleri dağıtır. Tüm bu olanlara fabrika sahibinin tepkisi ise sadece makinenin “pratik olmadığıdır”. İnsanın değersizliğinin altı bir kez daha çizilir böylece. Dönemine göre 10 ay gibi kısa bir sürede tamamlanan filmin sırf bu sahnesi için bir hafta harcandığını da not düşelim. Fabrikalarda insana verilen zarar bu denli önemsizken, insan sadece makinedeki çarklardan biridir sadece. Chaplin bu metaforu da kelimenin tam anlamıyla kullanır. Makinelerin hızına yetişemeyen Şarlo kendini makinenin içinde çarkların arasında bulur. Çıktığında ise bedeni hala bir makine gibi çalışmaya devam eder. Bir nevi sinir krizi geçiren Şarlo, işçi olmanın kim olduğunu tanımladığı bu sistemdeki mekanik aletlerden farksız hale gelir. Ama bu sinir krizi onu bozuk bir tane yapar ve işe yaramadığı an kendini sokakta bulur. İçine çekildiği bu makine dönemin tüm endüstriyel dünyasının tasviridir aslında. İnsanlığını sömürüp, onu robotlaştıran, doğru çalıştığı sürece destekleyen sistem.
Her ne kadar kendi döneminin problemlerini yansıtsa ve o şartlardan ayrı düşünülemez olsa da Asri Zamanlar günümüz yaşantısı içerisinde halen güncelliğini korur nitelikte. Artık sadece fabrika işçileri, mavi yakalılar değil, beyaz yaka popülasyonu da rekabetin had safhada olduğu çalışma hayatında bir telaş işinde, sürekli bir şeylere yetişmeye çalışır halde. Modern toplumun ona ayak uydurmaya çalışan bireyleri olarak yavaşlamayı ve gerçekten yaşamayı unutabiliyoruz. Çarklı bir makine olmasa da zamanımızın teknolojileri de bizleri esir almış durumda. Chaplin’in kurduğu toplum ve düzen eleştirisi kendinden sonraki zamanlar için de oldukça geçerli.
İki özgür ruhun buluşması
Şarlo’nun fabrikadan kovuluşu filmin seyrini değiştirecek bir dizi olaya vesile olur. Bir yanlış anlama sebebiyle yakalanıp hapse atılır. Buradaki günleri çok uzun sürmez; bir kaçış planına engel olunca ödül olarak salınıverir. Olumlu gibi görünen bu gelişmedeki kalp kırıcı nokta şu ki Şarlo’nun aslında hapiste keyfi oldukça yerindedir. Dönemin ekonomik sıkıntılarını, işsizlik problemini göz önüne alınca hapishane cezadan ziyade fırsat onun için. Başını sokacak yeri, düzenli yemeği olması henüz işsiz kalmış Şarlo için özgürlüğünün önüne geçecek kadar makul. Ki eş zamanlı olarak gördüğümüz, babası eylemde ölen Gamin’in hayatı bir ekmeğe sahip olabilmenin bile ne denli kıymetli olduğunu gözler önüne seriyor. Elinde iş referansı mektubuyla hapisten çıkan Şarlo işleri batırıp tekrar hapse girmenin yollarını ararken Gamin ile tanışır ve onunla bu sefer kendini yakalatmaya çalıştığı polislerden kaçmaya başlar. Bu noktadan sonra Şarlo’nun hayatı değişir. İkisi bir banliyö evinin önünde karşılıklı oturup soluklanırken arkada ilk kez “Smile”ın (Gülümse) çaldığını duyarız. Pek çok filminde olduğu gibi bu filmin de tüm müzikleri Chaplin’e aittir. Artık bir umut ışığı vardır. Şarlo’nun hapse dönmek yerine Gamin ile kaçması da onun için artık dünyayla yüzleşmeye değer bir şeyin olduğunun göstergesi. Kendilerini banliyö evdeki mutlu bir çiftin yerine koyup düşledikleri Amerikan Rüyası ikisine de yaşam amacı verir. Şarlo bir iş bulup kıza göz kulak olmak, birlikte bir gelecek kurma hevesine düşer. Artık çalışmak için yaşamıyorsa da yaşamak için çalışacaktır. Bir ileri iki geri giderek de olsa kendilerine bir hayat kurmayı, hayal ettikleri düzeni oturtmayı başarırlar.
Her türlü talihsizliklerine rağmen Chaplin bu iki karakterini asla kurban olarak tanımlamaz. [5] Aksine bir röportajında bu otomatikleşmiş dünyada gerçekten hayatı yaşayan iki özgür ruh olduklarını söyler. Öylelerdir de. Korudukları umutları ve yaşama sevinçleri tüm bu çarpık dünya düzeninde insan kalabilmektir. Gamin’e hayat veren Paulette Goddard Chaplin’in özel hayatında da kendisinin partneridir ve Goddard’ın karakterinin Gamin’i yaratırken Chaplin’e ilham kaynağı olduğu söylenir. Bu iki hayalperest kamera önünde de arkasında birlikte çalışırlar.
Tünelin sonundaki ışık
Filmin sonuna yaklaştığımızda ise bir aksilikle yine hayatları tepetaklak olur. Ailesinden kimse kalmadığı için Gamin’in peşine sosyal hizmetler düşmüştür ama yine ikilimiz onları atlatır. Gamin oldukça umutsuz hissetse de Şarlo ona her şeyin yoluna gireceğini söyler. Chaplin’in daha önceki Şarlo filmlerindeki gibi yola düşer ve ufka doğru ilerlerler. Ekranda Şarlo’nun dudaklarından “gülümse” sözcüklerinin çıktığını görürüz ve son bir kez “Smile” çalmaya başlar. Her ne kadar film bize umut dolu bir son bıraksa da Chaplin’in ilk planı çok daha üzücü bir sonmuş. Planlanan hikayede Şarlo yine bir sinir krizi geçirip hastaneye kaldırılırken, Gamin de rahibe olarak manastıra girer ve sonsuza dek ayrılırlar. Bu sonu da çekmiş olmasına karşı Chaplin fikrini değiştirip şu anki sonla uğurlamış karakterlerimizi. Her ne kadar maddi hayat onları yenmiş gibi gözünse de ruhani kaçışlarını engelleyememiştir. Chaplin’in son kez Şarlo olarak kamera karşısına geçtiği Asri Zamanlar halen çoğu sinema yazarı için tüm zamanların en iyi filmlerinden ve Chaplin’in en değerli işlerinden.
Referanslar
[1] Truffault, P. (2003). Chaplin Today
[2] Marx, K., Paul, E., & Paul, C. (1942). Kapital Cilt 1
[3] Orwell, G. (1948). 1984
[4] Lang, F. (1927). Metropolis
[5] Robinson, D. (1985). Chaplin: His Life and Art