Dikkat! Spoiler içerir.
Doğa ve sevginin ön plana çıktığı çok özel İsveç geleneği Midsommar, yaz mevsiminin başlangıcı olarak kutlanan oldukça köklü bir gelenek. Nordik gün dönümü olarak da adlandırabileceğimiz, Avrupa’nın birçok bölgesinde kutlansa da özellikle İsveç kültürünün en önemli günlerinden birisi. İskandinavya’nın Pagan dönemlerinden kalma bu gün özetle yazın gelişini, doğanın canlanmasını, doğurganlığı ve aşkı kutluyor.
Geçen uzun ve karanlık kış aylarından sonra güneşin neredeyse batmayacağı günlerin gelişini aile ve arkadaşlar ile dans ederek kutlamak en öne çıkan Midsommar geleneği, en uzun gün olan 21 Haziran çevresinde kutlanıyor.
Tarih boyunca farklı kutlamalar görsek de günümüzde Midsommar, beyaz elbiseler, çiçekli taçlar, leziz çörekler, özenle hazırlanmış yemekler ve İsveç’in geleneksel içkileriyle parklarda, bahçelerde Maypole etrafında uzun bir piknik ile kutlanır. Hatta efsaneye göre yeterince dans ederseniz Nordik mitolojisinin haylazları elfleri ve ormanın gizemli yaratıkları perileri Midsommar’da görebilirsiniz.
Hatta 2019 Haziran ayında ülkemizde gösterime giren Midsommar, Hereditary filmiyle başarıyı yakalayan Ari Aster yönetmenliğinde çekilmiştir. Filmde ana karakter olarak karşımıza Dani (Florence Pugh) çıkıyor.
Ari Aster’ın ikinci uzun metrajlısını, Dani’nin travması ve bireylerin gündelik hayattaki rollerinin temellendirildiği ve devamında karakterlerin İsveç’e gitmesinin ardından gelişenlerin anlatıldığı olarak ikiye ayırabiliriz.
Aster filmde normal korku filmlerdeki gibi simsiyah ve karanlık korku sahneleri sunmuyor bize. Aydınlık bir hava ve her zaman güneş olan bir köyde geçiyor film. Rahatlama hissetsek de içimizde aslında o aydınlık içimize bir tedirgin duygusunu veriyor. Bizlere, görünen her şeye güvenmememiz gerektiğini, aslında ardında yatan şeyin çok daha farklı bir tehlike olabileceğini gösteriyor yönetmen Aster. Güzel olan her şeyin huzur vermediğini yüzümüze vuruyor adeta.
Aslında hissettiğimiz gerçek his, her güzel şeyin ardında aramamız gereken karanlık hissi. Görünmeyen bir kötülüğün, görünenden daha tehlikeli olabileceğinin verdiği gerçeklik. Açıkça karşımızda olan bir kötülüğe karşı kendimizi savunma şansımız yüksekken, gizlice gelen bir kötülüğe karşı nasıl hazırlıklı olabiliriz ki?
Ayrıca kostüm ve makyaj da filme farklı bir boyut kazandırıyor. Özellikle filmin sonlarında Dani’nin giydiği çiçekli kostümü buna örnek olarak verebiliriz. Filmde her bir detaya kadar işlenen mizansen, izleyenlere ürkütücü derecede mükemmelliği hissettiriyor. Dani karakterini canlandıran Florence Pugh ise duygusal açıdan sınır tanımayan, çığlıklarıyla yaşadığı dehşeti iliklerimize kadar iletebilen filmi tek başına omuzlarına yüklüyor.
Hikayenin ilerleyişinden tutun, kullanılan sembollere, yaratılan dünyaya kadar her şeye hayran duyuyorsunuz. Her bir ritüelin gerçekleşmeden önce bizlere duvar fresklerinde gösterilmesi ise en etkileyici ayrıntılardan biriydi. Aslında kullanılan duvar freskleri ve daha birçok sembolün gerçekte hiçbir anlamı bulunmuyor. Bunun hepsi sadece bu film için tasarlanmış sembollerken oluşuyor. Bu ayrıntı ise filmin başarısına başarı katıyor.
Bununla birlikte kullanılan müzikler ve ezgilerle okunan dualar da gerilimin dozunun artmasında ki en iyi ayrıntılardan biri.
Filmin sonunda ise filmin ilerleyişine göre mutlu bir son kuruluyor. Dani’de Mayıs Kraliçesi olarak bir kişiyi kurban ediyor ve kaybettiği ailesinin yerine yenisini koyuyor. Böylece bir folk horror klasiği olarak “kurban edilmesi” gereken genç kadın, “sona kalan kız”a dönüşerek hayatta kalıyor. Gecenin gelmediği, güneşin batmadığı, çiçeklerin solmadığı “iklime alışmış”, gözleri ışıl ışıl.