Merhaba sevgili okurlarım. Bugün sizlerle sanayi devrimi hakkında konuşacağız? Nedir bu sanayi devrimi? Her zaman tarih derslerinde gördüğümüz, farklı yollar ve farklı argümanlar ile karşımıza tekrar tekrar çıkan bu olay? Sizi elimden geldiğince sıkmamaya çalışacağım değerli okurlarım. Bunu bir tarih dersi değil de, normal karşılıklı bir sohbet gibi okumanız için çok çalışıyorum. Hemen alın çayınızı kahvenizi, çünkü sizi güzel bir tarihi serüvene çıkartıyorum!
İlk olarak kelimenin köküne bir inelim:
Sanayi Devrimi… Tüm dünyayı kökten değiştirmiş olan bir durum. Kapitalizm’in çıkışından tutun da Emperyalizm’in yayılmasına kadar pek çok şeye sebep olmuş bir olay. Aslında bu ‘’isim’’ tanım olarak yanlış çünkü ‘’Devrim’’ dediğimiz kavram aslında ‘’Herhangi bir olayda hızlı ve geniş kapsamlı niteliksel gelişme’’ olarak tanımlanabiliyor. Aslında çok fazla tanım olduğunu söylemek yanlış olmaz fakat tüm ‘’devrim’’ tanımlarının ortak buluşma noktası ‘’Hız ve uzun süreli olacak olan nitelik’’ anlamına gelmeleridir.
Zaten görüyorsunuz, devrim kelimesi tanım olarak hızlı ve hızla gerçekleşen bir kavram. Fransız Devrimi 1789’da başlamış ve 1799’da son haline kavuşmuştu. Gördüğünüz gibi dünyamızı kökten değiştiren bu olay bile 10 yılda son halini aldı. Evet, devrim bir anda oldu, Paris’teki işler bir anda değişti, devrim kavramı kullanılabilir. Ama bu kavramı ‘’Sanayi Devrimi’’ için kullanmamız pek doğru olmaz.
Emrah Safa Gürkan da bu konuyu şöyle özetliyor: ‘’Zaten sanayi devrimi de 1760’ta başlıyor 1850’ye kadar. 90 yıllık devrim? Skandal, tarihçiler böyle isimler çok takıyorlar, onla alakalı bir şey.’’
Hocamızın demek istediği şey şu; benim de bahsettiğim üzere devrim bir anda gerçekleşir, bir anda sürer. Ama bu olay için bunu kullanmamız doğru değil. Bu arada, tarihçiler -kendinin dediğine göre- böyle pek çok duruma, olaya isim takmayı seven insanlarmış.
Peki, ne dememiz daha doğru olur? Açıkçası ben, Sanayi Devrimleri ya da Sanayileşme kavramlarını kullanmamızın daha doğru olduğunu düşünüyorum.
Tarihi yorumlayacaksınız iki şey çok önemlidir. Birincisi neden-sonuç ilişkisi, ikincisi de yan durumlar. Bir tarihi olgu tüm dünyayı etkileyebilir ama her yerde çok kötü ya da çok iyi sonuçlar vermez. Bir olay, bir milleti çok ileri taşırken diğer bir milleti yok edebilir. Bir savaştan tutun da bir anlaşmaya kadar, hatta ve hatta tarih sahnesinde kullanılan bir cümle bile pek çok durumu değiştirebilir ve bu da değişkenlik gösterebilir. Bu durumlar da size revizyonist, farklı ve entelektüel bir bakış açısı kazandırır. Tarihi severek okursanız, hayatınızın içine ister istemez işlediğini göreceksiniz. Her neyse, Sanayileşme konusu bizim toplum olarak zamanında yakalayamadığımız bir konu olduğu için üzerinde çok fazla durulduğunu düşünmüyorum. Bugün bunu kıracağız.
Hemen sebeplerinden ve neden Avrupa’da çıktığından bahsedelim. İlk olarak, İngiltere’de başlamasının belli başlı sebepleri var. Avrupa insanının yavaş yavaş bireyleşmesi, daha çok tüketim yapması –modanın çıkışı da buna dayanır, insanların artık tek elbise ya da tek stil değil, farklı ve renkli pek çok elbise kullanmaya başlaması- nüfusun fazlalılığı, ticaretin ve hukukun artık kökleşmiş olması gibi etmenler, burada çıkmasına olanak hazırladı. Bu etmenler her zaman daha ilerde olan Doğu Toplumlarında yok muydu? Vardı:
Kenneth Pomeranz’ın yazdığı The Great Divergence yani ‘’Büyük Fark’’ kitabında bahsediyor. Bu sanayileşme dediğimiz olay Çin’de de çıkabilirdi, orada da köklü bir devlet geleneği, bir toplum bilgisi, bilim ve teknoloji –bir yere kadar- gelişmişti. Ama Çin’de çıkmadı, çünkü sanayilerin kurulacağı bölgeler ve şehirler, pek çok hammadeye çok uzaktı. Çin, şehirlerini verimli topraklara, yani tarla ve nehirlere kurmuş olan bir toplum. Makinenin çalışması için gereken buhar gücü sağlayacak olan kömür yataklarına da çok uzak. Kömür yataklarının olduğu bölgelerde fazla bir şehirleşme olmamış, o yüzden Çin’de yaşanmadı. İşte bu da neden tarih boyunca her zaman daha zengin olan Çin ya da Doğu topraklarında değil de Avrupa’da çıktığını bize gösteriyor. Ama İngiltere’de bu faktörlerin hepsi ama hepsi uyuyordu ve bununla da yetinmiyor, artılar da ekliyordu. Kömür ucuzdu, lojistik olarak kaynağa ulaşmak da Çin’e nazaran çok daha kolaydı. –İngilizlerin gemicilik mirası, lojistik konusunda en büyük avantaj olmuştur-
Avrupa’da ayrıca şöyle bir argüman da vardı, sömürgelerden getirdikleri kaynaklar! Yani İngiltere –İspanya, Portekiz ve Fransa’ya nazaran ‘’koloni’’ yarışına geç katılan bir ülkedir- ve diğer Avrupa devletleri yüklü bir gelire ve hazineye sahip olmuştu.
Hadi, bir kral ya da parlamentonun başını çektiğimizi düşünelim. Ve 18 ve 19. Yüzyıllar arasında yaşayan bir İngiliziz.
Peki, siz bir ülkenin kralı ya da meclisi olarak ne yapmak istersiniz? Elinizdeki parayı daha da katlamak ve daha da gelişmek istersiniz. O zaman da artık daha hızlı, daha efektif olmanız şart. Bunu en iyi yapabilmek için bir sisteme ihtiyacınız var? Ta da! O da kapitalizm. Onun için de neye ihtiyacın var:
Ham maddeye ve teknolojiye… Hammade için kaynak ve sömürge? Var. Lojistik? Harika. Paramız? Gayet yeterli. Arz ve talep dengesini oluşturabileceğimiz bir pazar? Evet. Yatırımcı çekebilmek için iyi bir hukuk sistemi ve istikrarlı bir hükümet ve ekonomi politikası? Geliştirildi, geliştiriliyor…
Harika! Şimdi fabrikalarımızı kurmak için her şeye sahibiz. Ama insanları köylerinden şehirlere göç etmesi için bir sebebe ihtiyacımız var. Yasalar! Evet, yasaları yaptık. Çünkü kimse köyden kente isteye isteye göç etmez. Hangimiz köyündeki toprağı bırakıp soğuk betonların arasında makinaların önünde çalışmak isteriz ki? –Buradaki argüman basittir, bir nevi köle sistemi gibi çalışan bir düzen kurmalıyız ki, fabrikalarımıza kolayca işçi sağlayalım- Artık kuracağımız fabrikalara çalışması için işçiye de sahibiz. Hadi üretmeye başlayalım… Dedik ve sıkıntı çıktı. Nasıl? O makineleri nasıl yapacağız?
İroniktir, İngiltere’de bu sanayileşme bir anda olan bir şey değildi. Yani sanayileşen İngiltere bile ilk başta ne yapacağını çözememişti. Bunu geliştirmeliydi. Bunun için de 90 yıllık koca bir süreç lazım. Sıfırdan bir şey üretmeye, geliştirmeye çalışıyoruz. O yüzden uzun yıllar boyunca bunun ekmeğini fazla yiyemeyeceğiz, geliştirmemiz gereken bir makine kavramı var…
Derken hop, o da ne? James Watt adındaki bir adam, bizim için makineyi buldu. Buharla çalışıyormuş. Harika! Kömürü basarız ve her yeri dumana boğarız!
Yıllar geçerken, şehirlerde artık bir kültür oluşmaya başladı. Üretim artmadı, katlandı. Lojistik gelişti, şartlar değişmeye başladı. Artık şehirler tüccarların, çiftçiler ve aristokratların, askerlerin ve kralların oluşturduğu yaşam alanlarından çıkmaya başladı. İşçilerin ve sendikaların olduğu, patronların ve müdürlerin soğuk fabrika koridorlarında volta atmaya başladığı, daha da betonlaşıp daha da karardığı ama aynı zamanda da pek çok fırsatın doğduğu bir yer olmaya başladı. Artık şehirli olmuş, şehirleşmiştik. Ha, bir de merak faktörü de için işine dahil olunca, artık bilinçlenmeye başladık. İşçi sendikaları da buradan çıktı zaten. Şuan çoğumuzun yaşadığı bu betondan binaların çıkışından tutun da savaşlarda kullanılan aletlerin, okunulan kitapların tarzlarına kadar pek çok şey değişti. Her şey çok hızlı ve çok köklü değişti.
Sonrası da belli zaten… Üretimin deli gibi artması -1 üretirken 40 üretmeye başlamak- sanayileşen ülkelerin deli gibi sömürge araması, gelişen teknoloji ile silahlanma yarışı, yeni kültürel, askeri ve diplomatik doktrinler v.b pek çok olay… Hepsi ama hepsi, bu dönem için uzun ama insanlık için kısacık dönemde ortaya çıktı. Zaman bazen bükülebiliyor öyle değil mi?