Gece
Gündüz

Santuri Ali Ufki Bey

20 September 2020
yazdı
4 dk'lık okuma

Günümüzde Ukrayna sınırları içerisinde yer alan Lvov şehrinde, soylu bir Polonyalı ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Wojciech’in doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmese de bazı araştırmacılar doğum yılını 1610 senesine tarihlendirir. Ailesinin sahip olduğu şartlar sebebiyle oldukça iyi bir eğitim alan Wojciech Bobowski, Latince, Yunanca gibi dillerin yanında müzik eğitimi de alır.  Her aristokratın rutin seyrinde gitmesi beklenen hayatı 18 yaşına doğru hayal bile edemeyeceği  şekilde aniden değişir. Bu değişime dair de farklı tarihlendirmeler ve anlatılar bulunur, bunlardan ilki; 18 yaşına yaklaştığı dönemde Kırım Tatarları tarafından esir alınarak İstanbul’a götürüldüğüdür. İkinci olarak  “A Relation of a Journey to Constantinople ” adlı eserinde Claes (Nicholas) Ralamb, 1657’de hayat  hikayesini bizzat kendisinden dinlediğini belirterek onun 1645’te Venedikliler ile yapılan savaşta Osmanlılar’a esir düştüğünü anlatır.  Üçüncü olarak da 1628 yılında savaş esiri olarak önce eski başkent Edirne’deki saraya getirildiği ve daha sonra Topkapı Sarayı’na gönderildiği yönündedir. Topkapı Sarayı’na girdiği tarihte yaşının 22 ile 29 arasında olduğuna dair rivayetler bulunur.

İşte tüm bu anlatıların ve rivayetlerin ışığında, ileride Albert Bobowski, Albertus Bobovius, Alberto Bobovio, Ali Bey, Alli Bey, Hali Bey, Hulis Bey ve en bilinen haliyle Ufki mahlası ile Ali Ufki Bey olarak birçok isimle anılacak olan Wojciech’in hayatı İstanbul’a getirilmesi ile sonsuza kadar değişecektir. 19 yıl kaldığı sarayda Enderun’da eğitim alır, Türkçe’nin yanı sıra birçok Doğu dilini öğrenir, Türk müziği ve çalgıları ile tanışır. Müslüman olur ve sarayda tercüman olarak da görev yapar. Gençlik döneminde ailesinin yanında aldığı müzik eğitimi sayesinde Batı müziğine dair bilgisi ve eğitimi olan Ali Ufki Bey sarayda tanıştığı Türk müziğinde de başarılı olur.

Hanende olan Ali Ufki Bey’e musiki hocalığı ve sarayın musiki odasında sazendelik gibi çeşitli görevler de verilir. Santur çaldığı için Santuri lakabı verilen Ali Ufki Bey’in onu kıymetlendiren en önemli özelliği ise nota yazım bilgisidir. Bir defa duysa bile müziği hatasız ve mükemmel şekilde notaya geçirebilmesi ya da aradan zaman geçmesine rağmen hiç nota kaçırmadan aynı müziği yeniden çalabilmesi ona duyulan hayranlığın sebepleridir.  Ali Ufki Edvarı olarak da bilinen Mecmua_i Saz ü Söz adlı eserini 1650’lerde kaleme alarak en eski Klasik Türk Müziği eserlerinin günümüze kadar gelebilmesini sağlar. Ayrıca onun nota bilgisiyle tuttuğu kayıtlar sayesinde Doğu ülkeleri içerisinde sadece Osmanlı müziğinin kaydedilmiş olanları ileriki dönemlere taşınmış olur.

Müzisyen ve besteci kimliklerinin yanında dilbilimci, şair, tercüman, tarihçi ve minyatür ustalığı gibi meziyetleri de vardır. Kendisi hakkında 17 dil bildiği rivayet edilse de kesinliğinden emin olunanlar şunlardır; Lehçe, Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, Latince, eski ve modern Yunanca, Türkçe, Farsça ve Arapça. Bizzat kendisi, Sultan İbrahim ve IV. Mehmed dönemlerinde sarayda çeşitli görevler aldığını belirtir, bu dil bilgisi sayesinde  IV. Mehmed zamanında Dîvân-ı Hümâyun baştercümanlığında bulunduğuna dair çeşitli kaynaklarda bilgiler bulunsa da bu Osmanlı kaynaklarınca doğrulanmamaktadır.

Hezarfen Hüseyin onun ikinci tercüman olduğunu belirtmekte bu da bize tercüme gibi diplomasiye dokunan ve üst düzey bürokrasinin içinde yer aldığını gösteren önemli bir bilgi sunmaktadır. Esir olarak geldiği sarayda bürokraside gittikçe yükselen, müzik tarihine adını unutulmayacak şekilde yazdıran bu adam aynı zamanda Kitab-ı Mukaddes‘i ilk defa Türkçe’ye çeviren kişidir. Saray yaşantısını yazdığı hatıratlarında en ince ayrıntısına ve sarayın mimari, fiziksel özelliklerinden, gündelik yaşamına kadar oldukça farklı noktalarından anlatan Ali Ufki Bey verdiği bilgilerle saraya adeta büyüteç tutulmasını sağlar. Çünkü mimarisi ve özel/kamusal alan ayrımları sebebiyle avlu avlu dışarıya ve kişilere de kapanan/yasaklanan saray onun anlattıkları sayesinde içeriden görülebilir hale gelir.

Özellikle Enderun yaşantısına dair anlattıkları saray içi eğitim, yaşam ve ilişkiler bağlamında oldukça önemli ve bir yakın plan anlatımıdır. Ali Ufki Bey’in İstanbul’a gelen elçiler, şarkiyatçılar, tüccarlar, seyyahlar,  eski eser ve kitap toplayıcıları, misyonerler ya da şehre yerleşen yabancılar ile buluştuğu, onlara yaşamı ve saray hayatı hakkında bilgiler verdiği bilinen bir gerçektir. Bu sürekli temas hali ise Doğu ve Batı’nın kesişim kümesi haline gelmesine neden olur. Kültürlerin birbirleri arasında besleyici bir ilişkilenme yaşamasına vesile olan kişi olarak önemli bir roldedir Ali Ufki Bey, onun döneminde Batılı seyyahların Osmanlı ve Doğu medeniyeti hakkında anlattıkları ve yazdıklarına nazaran  çok daha ayrıntılı ve doğru olan anlatıları Doğu ve Batı arasında bir denge kurar ve etkileşime geçtiği Batılıların yazınları da etkiler.

Bu kültür mozaiği adam, esir olarak geldiği toprakların başkentine vurulmuş, hayatını da noktalanana kadar burada geçirmiştir. 1672, 1675, 1676 veya 1680 gibi tarihlerde hayatını kaybettiği düşünülmektedir.  Ardında onlarca eser  bırakan, müzik tarihimizi nota bilgisiyle canlı tutan bu adam ne yazık ki unutulup giderek hak ettiği kıymeti görememektedir.

Yorum Yap

Your email address will not be published.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR