Hepinize tekrardan selamlarımı sunuyorum değerli okurlarım. Bugün sizleri yine tarihi bir serüvene çıkartıyoruz ama eminim ki bu seferki birazcık tanıdık gelecek. Devlet-i Aliyye tarihini öğrenirken de aşina olduğumuz bu ”Sıcak Denizler” kavramını sizlerle beraber inceleyeceğiz, yorumlayacağız ve tanımlayacağız. Nedir bu Sıcak Denizler? Bu Ruslar neden tarih boyunca hep sıcak denizlerde olmak istedi? Bunları tartışacağız. Ama tabii ki sıradan bir tarih yorumlaması ile değil, EAOMAG farkı ile…
İlk olarak her zaman bize ”anlatılan” Sıcak Denizler kavramına bakalım. Bize her zaman söylenen ”Ruslar sıcak denizlere inmek için biz Türkler ile savaştı” ya da ”Ruslar sıcak denizlere inmek için Kırım’ı işgal etti” tarzında söylemleri hepimiz duyduk. Yanlış değil tabi ki, ama Devlet-i Aliyye’nin en büyük yıkılma sebeplerinden biri olan Rusları bu kadar küçük bir argümandan tanımamızın yanlış olduğunu düşünüyorum. Bir de bir kaç kavram ile ilgili açıklama yapmam lazım:
Nomad: Göçebe yaşamı benimseyen halklara verilen genel isim.
Kosaklar: Zaporijya, Don, Kırım ve Güney Kiev’de yaşayan, nomad yaşam tarzını benimsemiş ortodoks slav topluluk.
Lehistan: Polonya – Litvanya Birliği. Lehçe; Rzeczpospolita Obojga Narodów, Litvanca; Abiejų tautų respublika.
-Osmanlı Devletinden bahsederken Devlet-i Aliyye’yi kullanacağım. Çünkü Osmanlı Devleti soyluları kendisine bu isimle sesleniyorlardı.
İlk olarak bu Ruslar ne zaman tarih sahnesinde yerini almaya başladı, ne zaman güçlendi de imparatorluğun sınırlarını tehdit etmeye başladı? Hemen birazcık geri gidelim:
Rus toprakları tarih boyunca gerek Vikingler, gerek Moğollar, gerek diğer Nomad kökenli Türkler tarafından pek çok defa istila edildi. Ayrıca iç mücadeleler, kıtlık ve coğrafi konum gibi etmenlerden dolayı tarih sahnesine çıkmaları birazcık geç oldu. Almanlar ve İtalyanlara nazaran çok çok daha önceden birliklerini toplamalarına rağmen, tarih boyunca yaşadıkları bir dizi yenilgi ve olaylar yüzünden çoğunlukla batılı devletlerin arkasında kaldı. Öyle ki 16. Yüzyılda, Ruriklerden Korkunç İvan‘ın Rus Çarlığını kurması ile beraber yavaş yavaş tarih sahnesinde yerini almaya başladı. Rusların kendi ordusunu iyi mobilize etmesinden, teknolojik üstünlüklerinden ve sayısal fazlalıklarından dolayı bölgedeki Nomad halklara, hanlıklara ve kabile devletlerine karşı üstünlük sağladılar. 1552’de Kazan’ı ele geçirdiler. Karşılarında düz tarlalar ve bozkırlardan başka bir şey kalmamıştı. Eğer dönemin haritasına bakacak olursak, Batı Rusya, Ukrayna ve Belarus da Lehistan Devleti; devletin kuzeyinde ve Baltıklarda İsveç Krallığının egemenliği; Kafkasya’da Dağıstanlılar, Çeçenler ve Çerkezler, Kırım’da ise Türkler ve Tatarlar bulunmaktaydı. Zaporijya, Kırım ve Don bölgesinde ise kanunsuz Kosak nomadları cirit atmaktaydı -Kosaklar bizim için önemi çünkü bu halk, bahsettiğimiz sıcak denizler için yapılan Kırım Savaşlarında önemli bir rol oynayacaklar-.
Anlattığım gibi, Ruslar aslında bir nevi köşeye sıkışmış bir milletti. Ural Dağlarını geçtikten sonra da karşılarına soğuk, verimsiz ve bir medeniyetin yurt edinmediği dümdüz bozkırlardan oluşuyordu. Yani bomboş bakir topraklardan ibaretti. O toprakların sonu Asya’ya varıyordu, ama binlerce kilometrelik bu mesafeyi demiryolu gelene kadar verimli kullanamadılar bile! Her neyse, şimdi Rus Çarlığının bu durumdan kurtulmak için gerek diplomatik, gerek askeri olarak hamlelere giriştiler. Ama her giriştikleri hamlede topraklarının büyüklüğünden ve savaşlardaki yenilgiler ve başarısızlıklardan dolayı bedelini kıtlık, salgın hastalıklar hatta Moskova’nın Kırım Hanı tarafından yakılmasına dek pek çok kötü felaket ile karşı karşıya kaldılar. Ta ki Deli Petro olarak bilinen I. Peter’e kadar…
Bu büyük tabloyu ilk olarak görenlerden biri Deli Petro idi. Petro, diğer Rus prenslerinden farklı olarak Moskova’nın dışındaki bir Alman mahallesinde büyümüştü. Burada pek çok Alman arkadaş edindi, Avrupalı askerlerden modern bir eğitim aldı. 1689’da evlendi ve bir sene sonra Alexis adında bir oğlu oldu. Kaynaklara göre eşi ile hiç bir zaman iyi geçinemedi.
Petro, çok genç, ileri görüşlü, çalışkan, kararlı ve azimli bir gençti. Hatta bazı Rus tarihçileri, Petro’nun dünya hakimiyeti istediğini belirtirler. Petro, Rusya’nın bu köşeye itilmiş halinden kurtarmanın tek amacı, verimli topraklar ele geçirmek olduğunu düşündü. ”Sıcak Denizler” kavramını da aslında Petro bulmuştu. Sıcak Denizler olarak adlandırılan denizlerde hakimiyet elde etmek demek; zengin topraklar ile ticaret yapabilmek, koloni ve sömürge elde etmek ve dünya hakimiyetinde söz sahibi olmak demekti. Bunu çok iyi bilen Petro, Avusturya, Venedik, Malta ve Papa Devleti’nin kurduğu ”Kutsal İttifak” tarafına katılarak Kuzey Karadeniz’de söz hakkı elde etmek istedi. Azak Kuşatmasında yaşadığı zorluklardan dolayı, donanmanın ve ordudaki modernizasyonun ihtiyacını fark etti.
Her zaman Avrupa ülkelerinden biraz daha uzakta kalmış olan Rusya’da ilk batılılaşma adımlarını Deli Petro attı.
Öyle ki Petro, modernizasyonu getirmek için uzmanlar davet etmek yerine, batıya öğrenci gönderdi. Hatta bu işi o kadar kafasına koymuştu ki, hem yeni dostlar aramak için hem de Avrupa’da ki reformları gözlemlemek için bir Avrupa turuna çıktı. Kimliğini gizleyerek, 1697’de sırası ile Almanya, Hollanda ve İngiltere’yi ziyaret etti. Burada marangozluk, gemi yapımı ve tıp bilimleri üzerine çalıştı. Burası önemli çünkü Petro, büyük bir ticaret ve büyüme evresi yakalayan Avrupa’da büyük fikirler edindi. Amsterdam ahalisi ile -kimliği gizli olmasına rağmen- pek çok etkinliğe ve festivale katıldı. Dönemin gemilerinden biri olan Pieter en Paul isimli fırkateyninin yapımında bizzat marangoz olarak çalıştı. Hollanda’da pek çok dost edindi ve Hollandaca dilini ana dili gibi öğrendi. Pek çok zaman, yanındaki Rus yoldaşları ve Hollandalılar arasında tercümanlık yaptı. Rusya’ya geri döneceği zaman, hem şehirlerdeki mimari hem de hayalindeki büyük Rus donanmasının inşası için 640 Hollandalı marangoz, mimar ve mühendisi yanında götürdü.
Petro’nun aklında, Boğazlar’da hakimiyet sağlamış, Karadeniz’i bir Rus gölü haline getirmiş, Tsargrad olarak isimlendirdikleri İstanbul’u ele geçirmiş, Akdeniz’de aman vermeyen dönemin en güçlü donanmasını kurmuş bir Rusya vardı. Bu seyahatlerinden sonra Venedik’e gitmek istedi, fakat Rusya’da çıkan ayaklanmalar yüzünden geri dönmek zorunda kaldı. Geri döndükten sonra kültürel olarak da bazı batı adetlerinin iyi olduğuna kanaat getirdi. Tüm soyluların ve memurların sakallarını kesmesini istedi, kesmeyenlerden ise ”sakal vergisi” aldı. Rus soylularının artık Avrupa Soyluları gibi giyinmelerini istedi. Geleneksel Rus takvimi yerine Protestan takvimini kabul etti. Bu sırada döner dönmez eşi ile boşandı ve onu bir manastıra kapanmaya zorladı.
Bu sırada İsveç’in saldırgan tutumlarından dolayı ”Büyük Kuzey Savaşı” olarak anılacak o büyük savaş başladı. Petro, tam da bu sırada Rusların Baltıklara açılacak olan kapısı için bugün ki ismi ile ”Saint-Petersburg” şehrinin inşasına 1703 yılında başladı. Neva Bataklığını 10 sene boyunca ıslah etmeye çalıştı. Şehirde daha ağırlıklı Batı etkili bir mimari kullandı. Öyle ki şehrin ilk yapısı olan Aziz Petro ve Pavel kilisesinde Hollanda mimarisini temel aldı. Şehrin yapımında ise on binlerce serf hayatını kaybetti… Bu yeni şehri, başkent yapmayı planlayan Petro, buranın güvenliği için İsveç ile savaşması gerektiğini biliyordu. 1700’de Narva’nın önünde hafife aldığı genç kral Demirbaş Karl’a karşı çok büyük bir hezimet aldı. Demirbaş, daha fazla Rusya’nın içine ilerlemedi ve savaşı Lehistan topraklarında devam etti. Petro, 4 yıllık bir aranın ardından 2. Narva Muharabesini kazandı. Daha sonra, Poltava’da büyük bir zafer daha aldı. Böylelikle İsveç Kralı Devlet-i Aliyye’ye sığınmak zorunda kaldı. Savaşın sonlarına doğru da Saint Petersburg’un inşasını tamamladı. Büyük Kuzey Savaşı’ndan büyük bir pasta alan Rusya, hem yeni başkentin güvenliği sağladı ve Baltıklar’a inmeyi başardı.
Ruslar, Baltıklar’da güvenliği sağladıktan sonra daha çok Kırım’a ve Asya’ya yöneldiler. Çünkü istedikleri zenginlik hala çok uzaktı. Köşeye sıkışmış olan Rus Devleti, bundan sonraki 3 asır boyunca bu amaçları doğrultusunda debelenip durdular. Gerek Kosaklar’ı kullandılar, gerek reformlar yaptılar, gerek diplomatik, kültürel olarak uğraşlara girdiler… Başarısız olduklarını söylemek doğru olmaz, çünkü ticaret hakkından tutun da boğazların tarafsızlaştırılmasına dek pek çok diplomatik başarım elde ettiler.
Reformlar Deli Petro’nun bıraktığı bir miras olmadı, ama sıcak denizler sevdası Rusya’ya kalan tek yadigar oldu. Rus ticaretinin, ele geçirilmesi düşünülen ticaret noktalarının, Rusya için önemi büyüktü. Ama genişlemeden ziyade, uçsuz bucaksız Rus Ovaları’nın verimli mahsullerini ihracını kolaylaştırmak ve güvenliği sağlamak için istediler. Bu politika daha çok Karadeniz ve Akdeniz’de etkili oldu. Ama Rusların Asya’da ki emelleri tamamen genişleme ve yeni topraklar elde etmek içindi. Bu hayalleri de, Japonlara yenilmeleri ile suya düştü.
Rusya, Karadeniz’deki emellerinden asla vazgeçmedi. Öyle ki, Kızıl Devrim’den sonra da Rusya, sıcak denizler sevdasını terk etmedi. Öyle ki, Türk İstiklal Harbi’ne pek çok silah, mühimmat ve çeşitli yardımlarda bulundular. Amaçları, biz Türklerin bağımsızlıklarını elde ettikten sonra boğazlarda Ruslar’a üs verilmesiydi. Öyle ki, başarısız oldular. Türk Hükumeti, sosyalizme herhangi bir sempati beslemedi. Hatta karşı bile çıkıldı. Soğuk Savaş dönemine kadar da ideolojik olarak yakınlık duymadılar. Halktan gelen bir hareket de olmadığı için, Türkiye Cumhuriyeti, herhangi bir rejim değişikliğine ihtiyaç duymadı.