Bol dantelli siyah elbiseler, gotik konseptli fotoğraflar, Evanescence, karanlık her şey, favori çift Marilyn Manson ve Dita Von Teese…
1. Rebecca (1940)
‘’…Mezarı oradadır şimdi. O deniz ülkesinde…’’
Yönetmenliğini Alfred Hitchcock‘un yaptığı birçok ödüle layık görülmüş olan Rebecca…
Hitchcock yine psikoloji bozan, ağır; his, tutku, korku ve gerilim gibi unsurların birleşimiyle oluşturduğu muhteşem bir kokteylle karşımızdaydı.
Hitchcock’un ilk Amerikan filmi olan 1940 yapımı Rebecca’nın yapımcılığını David O Selznick üstlenmişti. Ensest ilişkilerin hikayesini anlatan bu film, The Birds’ün de kısa hikayesinin sahibi Daphne Du Maurier’nin aynı adlı romanından uyarlanmıştır.
2. The Crow (1994)
“Eskiden insanlar öldükleri zaman bir karganın, ruhlarını ölüler diyarına götürdüğüne inanırdı. Ama bazen, o kadar kötü bir şey olurdu ki ruh beraberinde büyük bir hüzün getirirdi ve dinlenemezdi. Böyle olduğunda nadiren karga yanlış şeyleri düzeltmek adına bu ruhu dünyaya geri getirirdi.”
Filmin öyküsünü yazan James O’Barr, nişanlısını bir alkollü sürücünün hatası sonucu kaybetmiştir. James, bu acıyla baş etmeye çalışırken bir şeyler yapmak istedi ve çıkış yolunu çizimde buldu. Daha sonraları ise gazetede okuduğu “bir çiftin nişan yüzükleri için öldürülmesi” haberi onun The Crow’un temellerini atmasını sağladı.
Tüm bu gerçekliğin nedeni aslında çok basitti; bu hikâye onun intikam hikâyesiydi! Ve büyük bir acının doğurduğu The Crow büyük bir başarı elde etti. Hatta James O’Barr, Uluslararası Çizgi Roman Festivali’nde ödül bile aldı.
Filmden bahsedersek, yakışıklı ve başarılı müzisyen Eric Draven (Brandon Lee) ve nişanlısı Shelly Webster (Sofia Shinas) evlenme arifelerinde, bazılarının “Şeytanın Gecesi” dedikleri gün dört kundakçı serseri yüzünden öldürülürler. Eric onlara karşı koymaya çalışırken kurşunlanıp pencereden aşağı atılır. Shelly ise defalarca tecavüz edildikten ve ağır bir şekilde dövüldükten sonra hastanede hayata gözlerini yumar. Ve böylece birbirini seven bu iki insan evlilik günlerinde, soğuk mezarlarında sonsuzluk uykusuna yatarlar. Ta ki takvimler bir yıl sonra yine 30 Ekim’i yani şeytanın gecesini gösterdiği güne kadar. Bir karga gelir ve Eric’in huzursuz ruhunu intikam için tekrar diriltir. Eric, karganın rehberliğinde evine geri döner. Burada dokunduğu her şey ona geçmişin acı dolu hatıralarını anımsatır. Tam o sırada karısına hediye ettiği pantomim maskesini görür. Gece kadar siyah giysileriyle tezat oluşturan beyaz makyajlı suratı artık intikam için döndüğü dört serserinin korkulu rüyası olacaktır…
3. The VVitch (2015)
Filmin pazarlamasında, fragmanlarda ve birçok makalede yazıldığının aksine orijinal ismi ‘The Witch’ değil, ‘The VVitch: A New-England Folktale’. Başlığın altında yer alan ‘Bir Yeni-İngiltere (Amerika) Halk Hikâyesi’ ibaresi, filmin daha iyi okunabilmesi ve kafaları oldukça karıştıran finaline açıklama getirebilmek adına kilit bir nokta olabilir.
Sundance Film Festivali’nde galasını yapan ve aynı festivalden en iyi yönetmen ödülüyle dönen The VVitch, 17. yüzyılda geçen bir cadılık öyküsü anlatıyor.
Robert Eggers tarafından yazılıp yönetilen film, çekirdek topluluk olarak tabir edilen aileyi merkezine alıp, onların üzerinden toplum dediğimiz kalabalıkların din ile ilişkisini olası en net şekilde ortaya koyuyor. Kabul etmek zorunda kaldığımız gerçekler, tokat bile değil, yumruk oluyor ve art arda darbeler indiriyor yüzümüze.