Son zamanlarda isminden çok bahsettiren Her Şey Her Yer Yerde Aynı Anda filmi bir kesim tarafından çok beğenilse de bir kesim tarafından da o kadar beğenilmemekte. Bir vergi dairesinde başlayan ve aslında ‘’küçük aptal varlıklar’’ olma farkındalığımıza uzanan filmdeki paralel evrenlerin aslında başka filmlerin evrenleriyle bağlantısını sizlerle paylaşmak isterim.
Öncelikle filmin konusuna değinelim. Türü bilim kurgu olan filmin, görünen konusu paralel evrenler olsa da temel konusu anne-kız ilişkisi üzerinden kendimizi sorgulamaya dayanmakta. Karakterler de paralel evrenler arasında geçiş yaparken kendi gerçekliklerini o anlık değiştirmiş oldukları için film çokça Matrix’e benzetilmekte hatta yer yer Matrix ile karşılaştırılmakta. Ama filmin bilim kurgu tarafının dışında fazlasıyla komedi ve dram tarafı da bulunduğu için bu karşılaştırmalar biraz da havada kalıyor tabii. Bu yönüyle de Don’t Look Up filminin tarzında, olaylara esprili bakış açısıyla yaklaşmış olduklarını görmekteyiz.
Yönetmenlerin filmi ‘’Her Şey’’, ‘’Her Yerde’’ ve ‘’Aynı Anda’’ isimli 3 bölüme ayırdığı gibi ben de sahneleri bölümlere ayırmadan edemedim. Öyle ki çoğu sahne başka filmlere göz kırpılmış algısı yaratmakta. Film gurmelerinin de bu sahneleri gözünden kaçırmadığına eminim. Filmi izlediyseniz eğer sizlerle birlikte gelin sosis parmaklara sahip olunan evrene gidelim. Tabii insanlığın bu parmaklara sahip olabilmesi için evrim sürecinde bazı değişiklerin meydana gelmesi gerekmekte. İşte tam da bu noktada ekranda maymunlar zamanı gösterilerek bir anda seyircilerin 2001: A Space Odyssey filminin evrenine yolculuk yapması sağlanmakta. A Space Odyssey evreninden ayrılma kısmımız bu sahnede gerçekleşiyor ve diğer maymunlar sosis parmaklı maymunlar tarafından katledildikleri için bu evrendeki insanlar zamanla sosis parmaklara sahip oluyor.
Ratatuy (Ratatouille) filminin paralel evreni de unutulmayan filmimizde bu sefer Rakakun adlı rakun bir aşçıya yardım etmekte. Böylelikle tüm bu aksiyon, dram, heyecan sahnelerinden kopup bir animasyonun gerçek dünyadaki bir versiyonuna geçiş yapıp bu sefer bir fare değil bir rakunla karşılaşıyoruz. Tüm bunlar esprili bir şekilde hızı kesmeyip seyirciye soluk alma fırsatı da yakalıyor.
Bir başka sahnede ana karakterimizin karateci ve aynı zamanda ünlü bir film yıldızı olduğu evrene gitmekteyiz. Bu evren aslında bize ilk başta, kullanılan gerçek görüntülerden dolayı, içinde yaşadığımız evrende hissettirse de çekim teknikleri, konuşma akışı ve kullanılan yeşil tonlardan dolayı Wong Kar Wai’nin In The Mood For Love ve Fallen Angels filmlerinin evrenine götürüyor.
Yine bir sahnede savaşılan ‘’kötü’’ karakterimiz beyazlar içinde, kahraman ‘’iyi’’ karakterimiz de daha koyu kıyafetlerle Star Wars evrenini bizlere hatırlatmakta. Tabii Star Wars iyiyi beyaz, kötüyü siyah yaparken burda durum tam tersi. Yani film tüm algıların yıkılması gerektiği ve bu renklerin neden iyi veya kötü olarak kullanıldığını bizlere sorgulatmakta. Renkler iyi veya kötü olur mu?
Bunların yanı sıra kendimizi bir yandan Joy karakterinin kötülüğünü ve Eveleyn karakterinin iyiliğini sorgularken bulmamız mümkün oluyor. Kötü algılatılan karakterimize söz hakkının fazlaca verilmesi ve kendisini açıklamasına izin verilmesi filmdeki bir diğer farklılığı ortaya koyuyor. Joy karakterimiz aslında bazı zamanlar bir göktaşı gibi tüm vücudumuza çarparak yayılan o anlamsızlık ve hiçlik hissinin içinde kaybolacakken ona tüm kötü hissettiren şeyleri bir simidin içine koymak istiyor. Öyle ki bu simit bütün bunların kütlesini kaldıramıyor yani metaforik olarak ağırlığında ezilir hale geliyor ve kendi içine çökerek bir karadeliğe dönüşüyor. Bu da diğerlerinin Joy karakteriyle savaşması için yeterli bir sebep oluyor ama aslında tüm bunlar basit olarak görülen ikili bir insan ilişkisinden ortaya çıkmış bulunuyor. Anne karakterimizin bu durumla savaşırken iç güdüsel olarak sevgi yoluna başvuracağını düşünüyoruz ama film bizi burda da şaşırtıyor. Annemiz Joy’un babası olan Waymond’a dönüp baktığında aslında onun tüm sorunları içtenlik ve kibarlıkla halledebildiğini görüyor. Ancak o zaman sevgiyi ve kibarlığın her şeyi yenebileceğini anlıyor ve savaşma tarzını değiştiriyor. Böylece klişe bir sona farklı bir yoldan gidildiğini görüyoruz. Bu da bizlere aslında filmin diğer sevgiyi konu alan filmlerin paralel bir evrendeki versiyonu olduğunu hissettiriyor.
Yani aslında filmi izlerken Matrix’ten Dont Look Up’a, 2001: A Space Odyssey’den In The Mood For Love’a, yaşadığımız evrenden Fallen Angels’a, Star Wars’tan Ratatouille’a geçiş yapmış gibi hissetmemiz mümkün. Tüm bunların bir diğer sebebi de filmin efektlerini 5 ayrı kişinin yapmasından kaynaklanıyor olabilir. Filmin anlatmaya çalıştığı ‘’küçük aptal varlıklar’’ olduğumuz gerçeğinin ve bir kızın kendini ailesine kabul ettirme çabasının dışında çoklu evrenlerin filmin içinde kendisiyle ne kadar örtüştüğünü böylelikle görmüş oluyoruz.