Dünyada asırlardır süregelen gelişme ve yenileşme hareketlerinde gerek farklı toplumların bilgi düzeylerinin eşitlenmesinde gerek farklılıkların içinde benzerlik tohumlarının bulunarak birliğe ve tekliğe işaret edildiği bu dönemde “küreselleşme” kavramından sıklıkla söz edilmektedir. Küreselleşme kavramı aslına bakıldığında genel bir tanımının olmamasıyla birlikte tartışmaya oldukça açıktır.
Statik olmaktan ziyade dinamik ve değişken olarak iki yönlü bir kavram olan küreselleşme “evrensel insana” işaret etmektedir. Dünyada bulunan farklı etnik, dil, din gruplarının birbirine benzeme sürecine bağlı olarak ortaya tek ve global olan bir “küresel kültür” ün çıkmasından söz edilir. Maddi ve manevi kültürel unsurların artık belirli coğrafi sınırlar içerisinde yaşaması durumunun olmamasıyla beraber insanın belirli bir aidiyet duygusuna kapılmadan birey olmasını ve kendi sorumluluğunu almasıdır. Her insanın kendine ait kültürü yani kendi benliğinin oluşturmuş olduğu evrensel ahlak sınırları çerçevesinde globalleşmeye hizmet etmesidir. Küreselleşme ve küresel kültürün tarihçesi insanlığın birbiriyle iletişime geçmesi kadar eski olduğu tahmin edilmektedir. Bu durumu kanıtlar nitelikte olan Fenike Alfabesi’nden türeyen Yunan Alfabesi ve Akdeniz Uygarlıkları’nda görülen, kökeni Fenike Alfabesi’ne dayanan benzer yazım türleri birer etkileşim ve küreselliğe örnek teşkil edebilir. Ekonomik, siyasi, teknolojik ve çevre boyutları olarak ele alınan Küreselleşme asli olarak bir kültür boyutuna sahiptir. Tarihsel Materyalizm anlamında genelde hepsinin kökeni ekonomik ilişkilere dayandırılsa da kültür boyutu hepsinin birleşimi ve küreselleşmenin yarattığı çeşitli olay veya oluşumların toplamı olarak değerlendirilmektedir.
1960’ların sonlarında ortaya çıkan “Küresel Kültür” tabirinin açıklaması toplumların “Kültür” kavramını nasıl ele aldıklarına bağlı olarak değişmektedir. Tarihsel süreçte niceliksel olarak tanımı artan kültür kavramı, kültür alanında yapılan çalışmaları da etkilemiştir. Geçen zaman ve değişen koşullar neticesinde her yerde tanım farklılığın olmasının sebebini Özönder “kültürlerin çıkış kaynağı tarafından belirlenmesi ve kültürlerin benzemezliğinden kaynaklandığını” iddia etmektedir. İki farklı bakış açısıyla değerlendirilen kültür tanımı içten bakış olarak kendi kültür ögelerini doğru kabul etme ve diğer “öteki” kültürleri kendi kültür norm ve değerleri çerçevesinde değerlendirmektir. Bu da sosyal bilimlerde sıklıkla kullanılan “Etnosantrizm” akımıdır. Dıştan bakış olarak öteki sıfatına nail olan kültür aslında iç ve dış bakış dinamiklerinin birer toplaması konumdadır.
Antropolog olan Eliot’ın kültür tanımı ise “Bir yerde yaşayan belirli bir toplumun yaşam biçimi” olarak değerlendirmektedir. Kültür onların adetlerinde, geleneklerinde ve sanatlarında vardır ancak kültür bunların toplamının oldukça üstündedir. Tek bir objeye bakarak bütün bir resmi anlamının mümkün olmayacağı gibi tek bir gelenekten yola çıkarak kültürü tanımlanın mümkün olmayacağını savunmaktadır. Malinowski, “örgütlenmiş insanların dil veya başka semboller yardımıyla iletişim içinde olduğu bir süreçtir” diyerek kültürün kuşaktan kuşağa aktarılan “sosyal miras ve öğrenilmiş davranışlar” olduğunu söylemektedir. Bu tanımların hiçbiri yanlış veya doğru diye sınırlandırılamayacağı gibi hepsinin makro ve mikro boyutlarda kültürü açıklamaya çalıştığı aşikardır.
Kültür ve küreselleşme konularını sosyolojik açıdan incelemek daha sağlıklıdır. Çünkü toplumun yarattığı bu alanlar yeni dünya düzenini oluşturarak evrensel insan prototipinde fabrika imalatı gibi insanların ortaya çıkması durumu söz konusudur. Bunu bir tehdit veya tehlike olarak değerlendirebilmek için endüstriyel alanda kültürün işlevselliğini ele almak gerekmektedir. Bu alanda çalışmalar yürütmüş olan Frankfurt Okulu, 1920 Büyük Buhran sonrasında Amerika toplumunu incelemiştir. Chicago Okulu’nun etkili olduğu ve yaşanan ekonomik krizin ardından kapitalizmin kendini yeniden şekillendirmesi yeni bir toplum biçimini ortaya çıkarmıştır. Üretim biçimindeki klasik kalıpların “Fordist- Kitlesel Üretim” mekanizmaları yeni bir tüketim olgusu inşa etmiştir. Fordist üretimin rağbet gördüğü bu dönemde, çalışan işçi sınıfının -Marx’ın tabiri ile proletaryanın- toplumun ekonomik gelişimine katkı sağlayabilecek birer tüketici konumuna dönüştürmeyi hedeflemiştir. Üretimin değişmesinin ardından tüketimin sadece varlıklı ailelerin yaptığı bir eylem olmaktan çıkmış toplumun her kesimine hitap eden bir tüketim alanı ve tüketilecek ürünler piyasada yerlerini almışlardır. Modern dünyanın aydınlanma aklının araçsal akla dönüştürülerek sanayi toplumunun tahakküm biçimine geldiğini anlatan Frankfurt Okulu’nda kitle endüstrisinin yaratılarak kitle toplumunda yer alan eğlence alanın dahi araçsallaşmasına dikkat çekmektedir. Modernlik paradigmasının kültür standartlaştırıcı etkisine yönelik eleştiri aracı olarak “Kültür Endüstrisi” kavramı kullanılmıştır. Adorno ve Horkheimer 19. Yy sonu ve 20. Yy başında eğlence endüstrisinin kültürel biçimlerinin metalaşmasını vurgulamak için ortaya attıkları kültür endüstrisi kavramı kültürel bir ürünün standardizasyonunu ve dağıtım tekniklerinin rasyonelleştirilmesini açıklamayı hedeflemişlerdir. Kitle kültürü ve kültür endüstrisine yönelik eleştiriler modernliğin kurmuş olduğu çelik kafesin toplumun manipüle edilmesinde ne derece bir işleve sahip olduğunu görmek için oldukça elverişlidir.
Kapitalizm, sadece ekonomik, politik ve siyasi manada açıklanamayacak kadar karmaşık bir yapıdır. Horkheimer, kültür ve toplum arasındaki etkileşimi açıklarken, kültürel üretimin yalnızca üreticinin tekelinde olmadığını toplumun eğilimlerinin birer ifadesi olduğunun altını çizmektedir. Toplum ne sevip, neyden hoşlanıp, neyi tükettiğinin analizi sonrasında kültürel üretim bir standartlaşmaya giderek kültürel üretim öngörülebilir örüntülere kavuşmaktadır. Kültür ve toplum arasındaki ilişki standartlaşmanın yanı sıra bireyselleşmeden de bahsedilebilir. Ancak bu bireyselleşme bireyi nesneleştirmektedir. Eşitlikçi gibi duran bu kalıp aslında sıklıkla kullanılan “Çarkın bir dişlisi” olma konumudur. Bireyin “şeyler” durumuna gelmesidir. Kapitalist modernlik bireyin sonunu hazırlama tehdidiyle “Tek Boyutlu Toplum” yaratmaktadır. Kültürel ürünlerin standartlaşması ve rasyonalizasyonu kitlelerin tüketimi için hazırlanarak bireye; yeni bir yaşam biçimi, yaşam felsefesi, dünya görüşü vaat etmektedir. Çok sayıda insana ulaşarak reklam değerleriyle yeni fakat birbirinin aynısı yaşamlar oluşturmaktadır. Bu durum Marcuse’nın dediği gibi tek boyutlu düşünce ve davranışın biçimlenmesi durumunu ortaya çıkarmaktadır. Herbet Marcuse tek boyutlu insan kavramını bireyin nesne konumuna indirgenmesiyle açıklamaktadır. Tüketim toplumunun ve tüketim kültürünün bireye sadece tüketime dayalı yaşam biçimi sunarak “sahte ve yanlış ihtiyaçlar” üretmektedir. Modern birey ne kadar mutluysa kurulu sosyo ekonomik sisteme tereddütsüz teslim olmaktadır. Bir markete girdiğinizde ihtiyacınız olan sadece bir diş macunu iken birden fazla çeşidin içinde kaybolmak ya da bir makyaj malzemesi almak istediğinizde birden fazla çeşit ve birden bire bunların arasında boğularak sonuç olarak ihtiyacınızdan fazla ve gereksiz ürün satın alımı birer tüketim bireyi olduğunuzun kanıtıdır. Kültür endüstrisinin anlatmak istediği dayatılan evrensel insan portresinin göründüğü kadar masum ve akılcı olmadığı aksine nesne konumuna indirgenen bireylerin birbirine benzeyerek modern kapitalist dünyaya tüketim vasıtasıyla hizmet eden birer şeyler konumuna indirgenmesidir. Küreselleşme tabiri bu manada tehlikeli durmasının yanında olumlu özelliği hiçbirimizin farklı olmadığını hatırlatmasıdır. Benzer tüketim alışkanlıklarıyla meydana getirdiğimiz yeni küresel kültür faaliyetlerini şekillendiren yine bireylerin kendileridir. Eskiden coğrafi konum ve sınırların farkından doğan gelenek-görenek, adetler, öğretiler ve bunları şekillendiren din, dil ve etnik ayrımın teknoloji çağında giderek şeffaflaştığını söylemek mümkündür. Kapitalizmin sınır tanımayan değişimi ve dönüşümü sosyal dünyada farklı tesirlerde bulunmuş olsa da her şeyin kökeni olan “artı ürün” hala dünyayı etkisi altına alan bir konudur. Marx’ın dediği devrim hareketi artık proletaryaya özgü olmaktan çıkmış bütün insanlığın ve insanların kendi içsel devrimini gerçekleştirerek tek boyutlu düşünce ve davranış kalıplarından kurtulması gerekmektedir.
Yapılması gereken şey oldukça basittir, “Kendin olmak.”
SILA BAL
Kaynakça
Akdemir, A. M. (2010, Şubat). Küreselleşme ve Kültürel Kimlik Sorunu. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 3(1). https://dergipark.org.tr/en/pub/ataunisosbil/issue/2813/37829 adresinden alındı
Bayar, F. (2008). Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye. Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, 32, 25-34.
Çalık, T., & Sezgin, F. (2005). Küreselleşme, Bilgi Toplumu ve Eğitim. Kastamonu Eğitim Dergisi, 13, 55-66.
Rıtzer, G., & Stepnısky, J. (2018). Modern Sosyoloji Kuramları. (H. Hülür, Çev.) Ankara: De Ki Basım Yayım.
Ulusoy, D. (2018). Toplumsal Yapı ve Unsurlar. N. Güngör Ergan (Dü.) içinde, Türkiye’nin Toplumsal Yapısı (s. 13-35). Ankara: Siyasal Kitabevi.