Gece
Gündüz

Aşka Dair

15 October 2019
3 dk'lık okuma

Aşk şüphesiz, insanlık tarihiyle birlikte başlayan ve günümüze kadar süregelen, birçok düşünür tarafından tanımlanmaya çalışılsa da net bir tanımı olmayan bir duygudur. Zaman zaman duyguların en güzeli zaman zaman ise en acısıdır. Aşk için “en”lerin duygusu desek yanlış bir tabir kullanıyor olmayız. Acının da mutluluğun da “en”idir aşk.

Aşka dair birçok düşünür yıllar boyunca farklı bakış açılarıyla farklı sözler söylemişlerdir. Aşk da zaten herkes için farklı anlamları olabilen bir duygu değil midir? Bu durumu Fransız ressam Eguene Delacroix şu sözleriyle ifade ediyor: “Aşkı anlatabilmek için yeryüzünde var olan dillerden çok farklı bir dil gerekir.” Herkesin aşk tanımı, aşk denildiğinde kafasında oluşan resim farklıdır.

Fransız yazar Marcel Proust aşkı; “Aşktan sorumlu olan bizim hayal gücümüzdür, diğer insan değil,” şeklinde yorumlamıştır. Yani burada karşıdaki kişinin kim olduğundan çok bizim ona ne anlam yüklediğimizin önemini vurgulamıştır. Peki gerçekten öyle midir? Bu belki de “ilk görüşte aşk” denilen durumlar için geçerli bir söz olabilir. Belki de gerçekten aklımızdaki profile yatkın olana kalbimizden anlamlar yüklüyoruz.

 

Bilim insanları, aşkın fizyolojik bir durum ile (oksitosin, vazopressin, dopamin hormonlarının yükselmesi durumu) ortaya çıktığını söylerler. Bunun hormonal bir durum olması, insanın birden fazla kez aşık olabileceğini gösterir. Fakat bu bilgiler hormonların yükseldiğini gösterse de asıl olan niçin yükseldiği sorusunu cevaplamaz.

Ünlü düşünür Platon’a göre aşk, ciddi bir akıl hastalığıdır. Belki de eleştiriye en açık cümleyi Platon kurmuştur. Birçok akıl hastalığına sebep olsa bile aşk, başlı başına bir akıl hastalığı mıdır, tartışılır. Bu sözü söyletecek tek şey; aşkın bir insana normalde yapmayacağı şeyleri yaptırma gücü olsa gerek.

Evet, aşk insana normalde yapmayacağı şeyleri yaptırır. Yazının başında da değindiğim “en” duyguları bu konuda devreye girer. İnsan bazen “en mutlu” olabilmek için “en acıya” katlanır.

Aşkın güzel tarafları olmasıyla beraber bu gibi kötü tarafları da vardır tabi. Bu konuyla ilgili Ahmet Hamdi Tanpınar, “Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir,” sözünü söylemiştir. Bu söz, karşılıklı yaşanan aşklarda sanki bütün güzelliklerin bir şekilde vergisinin ödendiğini anlatır. Aslında problem, rutine binen hayatlar ve bunun getirdiği suistimaller silsilesinden başka bir şey değildir. Sadakatsizliğin de içinde bulunduğu tüm bu suistimallerin temelinde rutine binen ilişki ve insanoğlunun doyumsuzluğu yatar. Rutin, aşkı alışkanlığa çeviren başlıca etmendir.

Günümüz aşklarında yaşanan bir diğer problem ise “kaçan kovalanır” mantığının abartılarak “kovalanan kaçar” mantığına dönüşmesidir. Aşk içinde olan bu küçük tatlı taktikler abartıldığı zaman büyük problemlere dönüşebilir. Bu durumda yaşanan en büyük problem ise iki kişinin yaşayacağı aşkı tek kişinin yürütmesidir. Bu konuyla ilgili Amerikalı şair Dorothy Parker aşkı savaşa benzetmiş ve adım atanın her zaman kaybettiğini düşündüğü sözü söylemiştir: “Savaşta olan şey, aşkta da vardır: Görüşme isteyen kale, yarı yarıya alınmıştır.”

Tüm bunlara rağmen saygı ve karşılıklı anlayışla süslenmiş aşk dünyanın en güzel olgusudur. Fakat tam tersi olsa bile aşkı gerçekten yaşamış bir insan için aşkın kötü tarafları da yaşamaya değer şeylerdir. Dünyayı yaşanılır kılan edebiyat, sanat gibi tüm olguların temelinde aşk yatar. Aşk varsa insan gerçekten yaşar.

Aşkla kalın…

Ersel Dalgakıran

4 Nisan 1992 yılında İstanbul’da doğdum. Lisansımı 2015 yılında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Biyoloji bölümünde tamamladım. Şu anda ilaç sektöründe özel bir firmada çalışmaktayım. Sanat ve edebiyat hayatımda olmazsa olmazlarım.

1 Comment

Yorum Yap

Your email address will not be published.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR