Merhaba sevgili okurlarımız. Bugün Batı Edebiyatını seven okurlarımızın kalbinde taht kuran bir Fransız soylusu, yazar ve filozof Voltaire’i konu alıyoruz. Çayınızı, kahvenizi alın ve arkanıza yaslanın. Çünkü film gibi bir hayat hikayesi sizleri bekliyor! Yazarken çok eğlendim, umarım siz de okurken güzel zaman geçirirsiniz!
Asıl adı François Marie Arouet olan Voltaire, 1694’te Paris’te gözlerini açtı. Babası François Arouet noterlik yapan bir memur, 7 yaşında kaybettiği annesi Marie-Marguerite Daumand ise Poitou’lu soylu bir ailedendir. Yazarımızın çocukluğu, La Fontaine kitapları okuyarak geçti. Bu sayede dünya ve yaşam hakkındaki ilk izlenimleri oluşmaya başladı. İyilik edenin her zaman iyilik bulmadığını, herkese güvenmenin tehlikeli olduğunu, hayatta her şeyin bir anda tam tersine dönebileceğini küçük yaşlarda La Fontaine’nin şirin fablarını okuyarak öğrendi. On yaşındayken sadece asillerin eğitim gördüğü, köklü bir lise olan Collége Louisle-Grand’a gönderildi. Sivri dili, konuşma becerisi, cesur bakışları ve farklı fikirleri ile ilk defa burada dikkat çekti. Kendisinin dediğine göre burada ”Latince ve aptallıklar” harici bir şey öğrenmediğini iddia etmiştir.
Liseden sonra babasının zorlamasıyla hukuk eğitimi alsa da, çocukluğundan gelen edebiyata olan merak, her zaman kalbinde kor gibi yanmıştır. Paris’te bir avukatın yanında çalışmaya başlasa da, gizliden gizliye yazılar ve şiirler yazmıştır. Bu arada annesinin dostu, aynı zamanda vaftiz babası olan Chateauneuf vasıtası ile sarayın çevrelerinde gözükmeye başlar. Hal hareketleri, cesur tavrı ile burada da sarayın dikkatini üzerine çeker. Bu sıralarda Hollanda’ya gönderilir, fakat orada yaşadığı bir takım aşk olaylarından sonra tekrardan dönmek zorunda kalır. Yazarımız, Paris’e döndükten sonra yavaş yavaş farklı, eleştirel yazılar yazmaya başlar. Nitekim Kral’ın Naibi, Orléans Dükü II. Felipe’yi konu alan bir yazısı yüzünden meşhur Bastille Hapishanesi’ne atılır. Oradayken yazdığı piyesi Oedipe ve Henriade büyük bir başarı sergilemiştir, ayrıca soğuk Bastille duvarlarının arasındayken de kendine yeni bir isim seçmiştir: Voltaire.
1 yıllık mapus damlarındaki zorlu hayatın ardından, 1718’de yazdığı Oedipe sahnelenir ve çok beğenilir. ”Ben soyluyum, Kral’a yakınlaşır, yolumu bulurum” demeyi kendine yakıştıramamış olsa gerek, buradan kazandığı paranın büyük bir kısmı ile yatırım yapar ve bir kısmını piyangoya yatırır. Nitekim, yatırımları çok isabetli olmuş ve piyangodan da yüklü bir miktar para kazanmayı başarmıştır. Ailesin’den de gelen destek ile yazarımız, kazandığı bu paralar ile ömrü hayatı boyunca bir daha maddi sıkıntı çekmeyecek, refah ve zenginlik içinde yaşayacaktır.
Ünü git gide artan yazarımız, karakterinden ve sivri dilinden asla ve kat’i bir şekilde taviz vermemesinden ötürü, soylu bir şövalye ile giriştiği kavga yüzünden 1726’de 2. defa Bastille’i boylar. Oradan sürgüne gitmek kaydı ile kurtulacağını anlayan Voltaire, memleketini bırakıp gurbet ellere, yani İngiltere’ye gitmeye karar verir. Burada Bacon, Lock ve Newton okumaları, ayrıca kendi ülkesinden daha özgür bulduğu ortam, dini ve etnik yapıdaki çeşitlilik, yazarımızın kalbinden vuracak, özgürlük, eşitlik ve din konularına ilişkin fikirlerinin oluşmasında önemli bir rol oynayacaktır. Yaklaşık 3 yıllık İngiltere macerasından sonra 1729’da tekrar Fransa’ya dönecektir.
Lettres Phiosophiques ya da bilinen diğer adıyla Lette sur L’ Angleterre 1734’de yapımcısı habersiz ve izinsiz yayınlar. Bir süre sonra Fransız askerleri yapımcısını tutuklar. Aynı kaderi paylaşacağını düşünen Voltaire, sevgilisi Chatelet Markizi’nin kocasına ait Cirey Şatosuna sığınır. (Ben de hayretler içindeyim.)
Ha bu arada, unutmadan yazalım. Aslında Voltaire’nin yapımcısının tutuklanma sebebi aslında basit bir bahaneden ibarettir. Lette sur L’Angleterre eseri, İngiliz monarşisinin hoşgörüsünü, insan haklarına olan saygısını konu alan bir kurgusal metindir. Fransa’da yok satan bu yazısı, büyük bir tartışmanın kıvılcımını ateşlemiştir. Paris Vali’sinin emri ile de yapımcısı tutuklanır. Yazarımız bu yüzden Chateau de Cirey’e sığınmıştır.
Yaklaşık on beş sene boyunca bu şatoda yazarımız ikamet eder. En önemli eserlerinden bazılarını da burada yazar, Fransız Akademsi’ne kabul edilir. Bu sırada diplomatik bir misyon alan Voltaire, Rus Çariçesi II. Katherina ve Prusya Kralı II. Fréderic ile iletişime geçer.
Markizi’nin ölümü üzerine, Prusya Kralı II. Fréderic’in daveti üzerine Postdam’a gider. Büyük dostu olan Kral Fréderic, Voltaire’in tüm ihtiyaçlarını karşılamakla beraber, onu sarayında güzel bir şekilde ağırlar. Dediğimiz gibi, bu dostlukları, diplomatik misyonuna borçludur değerli yazarımız. Her ne kadar ilk zamanlarda işler yolunda gitse de, işler tersine dönmüştür. Sivri dili ve karşılaştığı bir takım haksız ve tatsız olaylardan dolayı Prusya Kralı ile olan dostluğu bozulur. Hatta, Kral Fréderic, Voltaire’nin tüm evrakının kopyalarını yakıp, üstüne üstlük tutuklatmıştır. Voltaire’i tekrardan Paris’e yollamış, fakat Fransa Kralı da onun Paris’e girişini yasaklayınca, dost kazığı yemiş olan yazarımız Cenevre’ye gitmiştir. Burada daha iyi bir düzen kurmayı umut eden Voltaire, yine sivri dili yüzünden ağzı yanmıştır. Yazdığı ve oynadığı oyunlardan dolayı Protestan Kilisesinin tepkisini üzerine toplayan Voltaire, en sonunda İsviçre – Fransa sınırında bulunan Ferney’e gitmiştir ve Tourney Şatolarını kendi mülküne katmıştır(1758). Bu yıllarda yazarımız, adaletsizliğe karşı duruşunu tam anlamı ile takınmıştır. Kimi masumların davalarının yeniden görülmesini, haksız yere suçlanan insanların yeniden yargılanmasını sağlamıştır. Aynı dönemde bir kilise de yaptırdığı Ferney’e, dut ağacı ve ipek böceği yetiştiriciliğine başlar. Kurduğu tezgahlardan ipek malzemeler, ayrıca İsviçreli bir grup usta ile cep saati imal eder ve bunların ticaretini yapmaya başlar. Kafası ve eli paraya yatkın olan yazarımız, ayrıca bölge insanını kucaklar ve bölgeyi istihdam eder. Ömrünün sonuna kadar, yani 1778’e kadar da burada kalır.
Evet, sivri dilli, aksi, zeki ve entelektüel yazarımızı sizlere tanıttım. Öyle Voltaire diyip geçmeyin benim gibi, yazarın kitaplarını okurken gerçekten de size karakterini, bilgisini ve o ”farklı” havasını yansıtıyor. Voltaire’i anlamak gerçekten farkı anlamak diye yorumluyorum. Zamanında yazdığı eserler ayrıca tüm tarihin de seyrini değiştirmiştir. Gördüğümüz gibi, güçlü bir kaleme sahip olmasından yanı sıra, iyi bir girişimci, yetenekli bir diplomat, üretken bir filozof ayrıca iyi bir tarihçi. Yani, çok yönlü bir insan. Voltaire, Fransız Devrimine ruh veren, Seküler bilincin, insan haklarının, felsefenin ve yakın tarihin toplumsal yapısını en etkili şekilde sunmuş bir yazar. Fransız ve Dünya Edebiyatı’nda devrim yapmış, hızlı ve seyahetler ile dolu olan yaşamı her okura ve her yazara ilham verebilecek türden. Bir göz gezdirin derim, ayrıca Türkler, Müslümanlar, Ötekiler adlı eseri de bir Avrupalının gözünden Türkleri gösteriyor. Felsefe Sözlüğü, L’Ingénu ve Candide’den sonra en çok beğendiğim kitaptır.
Umarım okurken zevk almışsınızdır değerli okurlarım. Ben yazarken de, okurken de muazzam tat aldığımı itiraf edebilirim. En içten, en güzel dileklerim ile…
Güzel bir yazı olmuş
Teşekkür ediyorum <3 Sağlıcakla kalınız…