Gece
Gündüz

Friedrich Nietzsche ve Ahlakın Soykütüğü

1 June 2023
6 dk'lık okuma

Bu makalede Friedrich Nietzsche’nin insan görüşü bağlamında ahlak felsefesi ele alınmaktadır.

Felsefesinin temelinde insanın gerçek hayattaki durumu ve yaşayışı üzerine odaklanan Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü’nde ilk olarak önemli iki kavram üzerinde durur (“iyi” ve “kötü”), bu kavramların kökenine ilişkin değişimin (“iyi” ve “fena”) oluşum sürecini ve insan üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduğunu incelemiştir. “İyi”nin kökenine ilişkin Ahlakın Soykütüğü eserinde Nietzsche şunu demiştir;

“İyi yargısı, kendilerine “iyilik” bahşedilenlerden kaynaklanmış değildir! “İyi olanlar”ın kendilerinden kaynaklanmıştır. Bu daha ziyade; aşağı, adi ruhlu, bayağı ve avam her şey karşısında kendilerini ve eylemlerini ‘iyi’, yani birinci sınıf olarak algılamış ve öyle kabul etmiş olan asil, güçlü, üstün ve yüce gönüllü olanlardan yani. Bu mesafe tutkusundan hareketle değerler yaratma, değerleri isimlendirme hakkını bulmuşlardır.”

Nietzsche bu kavramların etimolojik açıdan ne anlama geldiği üzerine durduğunda hepsinde aynı kavram dönüşümüne uğrağını söylemiştir. Hepsinde sınıfsal anlamdaki ‘soylu’, ‘asil’ kavramı temel kavramdır. Asil ruhlu, soylu , üstün ruhlu ve seçkin ruhlu anlamındaki “iyi” de zorunlulukla bu temel kavramlardan doğmuştur. Bu kavramın karşıtı olarak, Almancadaki “schlecht” (fena) sözcüğünün kendisi “schlicht” (basit) sözcüğü ile özdeştir. Almancadaki  “Gut” (iyi) sözcüğü de, “tanrısal olan”, “tanrı soyundan gelen” adam anlamına gelir.

Bir noktada ‘arı’ ve ‘arı olmayan’ kavramları birer sınıf göstergesi olarak karşı karşıya gelir; ama sonradan sınıfsal içerik taşımayan “iyi” ye ve “fena”ya doğru bir gelişim görülür. “Arı kişi” , başlangıçtan beri yalnızca yıkanan, deri hastalıklarına yol açan yiyeceklerden uzak duran, alt sınıftan pis kadınlarla düşüp kalkmayan, kan görmekten tiksinen insandır.

Buradan yola çıkarak iyinin karşılığı olan “soylu”, “güçlü” kişi ve “kötü”nün karşılığı olarak değerlendirilen “aşağı”, “bayağı” insanın bu güç karşısında kaçınılmaz olarak vereceği tepki ve bu değerleri alt üst edecek isyan, pasif bir isyandan başka bir şey değildir diyebiliriz. Bu konuda güçlü ve soyluya duyulan kin ve nefret üzerine soysuzun değer yargısını Nietzsche şöyle açıklamıştır;

“Yahudiler olmuştur, aristokrat değerler eşitliğini (iyi=asil=iktidar sahibi= güzel= mutlu= tanrıların sevdiği) ürkütücü bir tutarlılıkla tersine çevirmeye cüret edenler ve bu ters çevrilmişliğe dipsiz bir kinin(aciz kinin) dişleriyle asılanlar, yani ‘zavallılardır yalnızca iyi olan’lar, yoksunluk içindekiler, hastalar, çirkinlerdir tek imanlılar, tek cennetlikler, sadece onlar kavuşurlar rahmete,-oysa sizler, siz asiller ve kudretliler, sizler sonsuza dek kötü, zalim, şehvetli, açgözlü, tanrısız olanlarsınız, sonsuza dek de, hayır görmeyenler, lanetlenenler ve kahrolanlar olacaksınız!”

Nietzsche’ye göre ahlakta köle başkaldırısı hıncın yaratıcı hale gelmesiyle başlar: gerçek tepkiden eylem tepkisinden yoksun kurmaca bir öç yoluyla kendilerini zarardan koruyan yaratıkların hıncıdır.

Nietzsche’nin insan tiplerinde ve buna bağlı olarak dile getirdiği köle-efendi ahlakında oynadığı role bakıldığında, ressentiment’in hem insan hem de toplum üzerinde yıkıcı bir etkisi olduğu görülmektedir. Nietzsche’nin felsefesinde önemli bir yeri olan bu kavram, çoğunlukla tam anlamını karşılamayan biçimde “hınç” olarak dilimize çevrilmektedir. Nietzsche’ye göre bu insanlara yöneltilmiş intikamcı bir nefretle yoğrulmuş hınç ve garez duygularının şekillendirdiği hastalıklı ve zehirli bir ruh halidir. Aynı zamanda bu zehirli ruh halini sindirmiş yani Nietzsche’ye göre sürü insanı, kendisinden önce var olan ahlak sistemini sorgulamaksızın kabul eden ve onun kurallarına uygun biçimde yaşayan insan tipidir. Burada Nietzsche’nin sürü insanının güçsüzlüğüne bir vurgu yaptığını düşünebiliriz. Çünkü böyle bir insan kendisini ancak bir sürü içinde, bir kalabalıkta var eder. O varlığını sürdürmek için, başka kimselerin yardımına ihtiyaç duyar. Sürünün elindeki en güçlü silah ise, ahlaktır. Buna göre, sürü insanı elindeki bu güçlü silahı, ahlaki kuralların dışında yaşamını sürdüren kişiler için kullanır, onları kendisine benzetmeye çalışır, bunu başaramayınca da onlara “kötü” der. Kendisi iyi olduğu için, onlar kötüdür.

Ahlakın Soykütüğü’ nün ikinci bölümünde Nietzsche sorumluluğun kökenini incelemiş, insan görenek ahlakı ve toplumsallık ile hesaplanabilir kılındığını ifade etmiştir. İnsanın kendine biçtiği “vaatte bulunabilir bir hayvan yetiştirmek” görevi çetin, acılı kanlı bir sürecin sonunda egemen birey olarak meyvesini vermiştir. Peki bu, hangi koşullarda oluşmuştur?

Nietzsche’ye göre egemen bireyi diğerlerinden ayıran vicdan içgüdüsünün ve adalet anlayışının temelinde borç/suç kavramı yatar. Tüm toplumsallaşmanın temelinde ekonomik bir ilişki olan alacaklı-borçlu ilişkisi vardır.

İlkel sözleşme hukukunda, Nietzsche’nin anlatımıyla, borçlu alacaklı karşısında güven oluşturabilmek ve borcunu ödemeyi kendine de ödev belleyebilmek için alacaklıya kendi kontrolünde olan bir şeyi (örneğin; bedenini, karısını, özgürlüğünü, hatta yaşamını) alacaklıya rehin gösterirdi. Bu şekilde alacaklı, borcun ödenmemesi durumunda borçlu üzerinde acı uygulama hakkı elde etmiş olurdu. Burada ekonomik değerin tatmin duygusuyla değişimi söz konusudur. Aynı zamanda değerin ya da bedelin adil bir şekilde hesaplanabileceği anlayışı oluşmuştur.

Egemen birey, yani eyleminin öznel ilkesini [maksimini] evrenselleştirebilmeye yetkin olan birey de kökünü buradan alır: egemen birey insan eyleminin evrensel değerini hesaplayabilen varlıktır.

Ekonomik bir ilişki olan borçlu-alacaklı ilişkisi nasıl olur da ahlaki bir şekil almıştı, vicdana ve vicdan sahibi egemen bireye dönüşmüştü? Görüyoruz ki bunun temelinde Nietzsche toplumsallığın ve devletin ortaya çıkışını, yani insanın herhangi bir kural tanımadan özgürce yıkıcı ve üretici güçlerini hayata geçirdiği halinden yasalara ve cezalara tabi kılındığı durumu görür. Dışarıya yönelemeyen içgüdüler içe yönelmiştir: insan artık zulmünü kendine yapar. Ruh dediğimiz şey, ahlaki bir özne olarak, insanın yıkıcı ve zalim içgüdülerinin kendine dönmesi ve bu şekilde insanın kendi kendini terbiye etmesiyle ortaya çıkmıştır

Bütün bunlardan anlıyoruz ki, Nietzsche’nin anlatımına göre, insanın pratik usunun kullanımı tamamen tarihsel süreç içinde akan bir güç istencinin hikayesi içerisinde şekillenmiştir.

Nietzsche’ye göre ahlaki bilgiler ya da ilkeler yoktur: değerler insanlık türünün geçirdiği tarihsel süreçler içerisinde (yani; deneyimlere ve ampirik düzlemlere dayalı olarak) evrimleşmiştir ve bundan sonra da aynı biçimde (yani, perspektife dayalı olma karakterini koruyarak) evrimleşmeye devam edeceklerdir. Ahlaki düşünce biçimleri ve sistemleri a priori [1] yöntemle çalışan metafiziğin değil; antropoloji, psikoloji, tarih, fizyoloji gibi ampirik temelli çalışmaların konusu olabilir.

[1] a priori; Bilimsel ve felsefi yazılarda bir teorinin deneysel olarak kanıtlanmadan (ya da çürütülmeden) önce, teoriyi kullanarak elde edilen tahminler için kullanılır.

Yorum Yap

Your email address will not be published.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR