“İnanılır peri masalları, yoğun bir şekilde pratik olmalıdır. Ne kadar kabataslak olsa da bir haritanız olmalı. Öteki türlü sağda solda, başıboş bir halde dolanırsınız. Yüzüklerin Efendisi’nde hiç kimseyi bir günde gidemeyeceği bir yola göndermedim.” J.R.R. Tolkien
Kimseyi bir günde gidemeyeceği bir yere göndermediğine eminim. Fakat yarattığı karakterlerle çocukluğumda bir film seansı boyunca korkudan ağlamama sebep olmuştur sevgili yazarımız. Tanışma şeklim her ne kadar pek tatlı olmasa da uzun yıllardır ilgiyle okuduğum ve bundan yaklaşık 1,5 yıl önce girdiğim mülakatta da müthiş bir keyif ile anlattığım isim hakkında konuşalım istiyorum, John Ronald Reuel Tolkien.
Kendisine olan kişisel hayranlığım bir yana, gerçekten epik fantezi ve mitopoetik türde akranlarının en iyisiydi. (Bana kalırsa hala öyle.) Elbette bu alanda çok iyi yazarlar var. C. S. Lewis mesela. Tolkien’in de yakın arkadaşıydı üstelik. Biraz daha günümüze gelirsek Ursula K. Le Guin veya George R. R. Martin’de bu türde bilinen yazarlara örnek olabilir.
“Hayattayken kült bir kişilik olmak korkarım hiç de hoş bir şey değil.” J.R.R Tolkien
1892 doğumlu İngiliz yazarımız, o dönemler İngiltere sömürgesi altındaki Güney Afrika’nın Bloemfontein şehrinde doğar. Tolkien’in annesi Mabel, iklim koşulları sebebiyle bir süre sonra çocuklarını da alarak önce İngiltere’ye, eşinin ölüm haberinin ardından da küçük bir köy olan Sarehole’a yerleşmeye karar verir. Kim derdi ki bu küçük köy Tolkien’in hayal gücüyle tanışınca Hobbit diyarı Shire haline gelecek?
“Ben aslında boyutlarım hariç bir Hobbit’im. Bahçeleri, ağaçları ve traktörlerle sürülmemiş tarlaları severim. Pipo içer, iyi ve basit (dondurulmamış) yiyecekleri severim ama Fransız yemeklerinden nefret ederim. Şu yavan çağda süslü yelekler giymeyi sever, hatta göze alırım. (Tarladan toplanmış) mantara bayılırım, (beni beğenen eleştirmenlerimin bile bezdirici bulduğu) çok basit bir espri anlayışım vardır. Geç yatar, (mümkün olduğunda) geç kalkarım. Fazla seyahat etmem.” J.R.R. Tolkien
Tolkien, 1968 tarihli bir röportajında çocukluğundan itibaren fantezi dünyası ve lisan yaratmaya karşı özel bir ilgisi olduğunu belirtiyor. Hatta yukarıya bıraktığım alıntıda olduğu gibi içten içe bir Hobbit olduğuna inanıyordu. Annesi Mabel, yazara daha çok küçük yaşlarda Latince, Almanca ve yazarın ısrarla nefret ettiğini vurguladığı Fransızca’yı öğretmişti oğluna. Tolkien bunların yeterli olmayacağını düşünmüş olacak ki, kendi isteğiyle Yunanca, Orta ve Eski İngilizce, modern ve orta çağ Galcesi, Gotça, İspanyolca, İtalyanca ve Fince öğrendi. Ayrıca İsveççe, Danca, Norveççe, Rusça, Hollandaca ve Lombardiyaca (!?) gibi dilleri de iyi derecede biliyordu. Tolkien’in aynı zamanda bir filolog olduğunu da düşünürsek, evrensel dil olma amacıyla oluşturulan Esperanto dilini dahi okuyup yazacak kadar öğrenmiş olmasını da garip karşılamamalıyız. Tüm bu diller yazarımız için normalleşme sürecine girdiğinde ise Elf dilleri (Quenya, Common Eldarin vb.), Entlerin dili olan Entish, Valarin ve Orkların dili gibi yeni diller icat etmeye başladı. Uydurma harflerle günlük tuttuğu da bilinen İngiliz yazar, tam olarak on dört yapay dile imzasını atmıştır. Her birinin ayrı bir alfabesi ve çoğunlukla sahip olduğu bir mitolojisi – yani hikayesi – bulunduğunu da hatırlatmama izin verin. Elbette, tüm bunlar kaçınılmazı beraberinde getirdi ve Orta Dünya’nın kapıları açıldı.
“O günlerin karanlığından bize ulaşan keder ve yıkım hikâyelerinin içinde, gözyaşının arasında neşenin, ölümün gölgesi altında ışığın olduğu birkaç hikâye de vardır. Elf kulaklanndaki bu hikâyelerin hâlâ en güzeli Beren ve Lúthien’in hikâyesidir.” Beren ve Luthien, Silmarillion
Tolkien dahiliğinin yanı sıra şanslıydı da. Henüz genç yaşlardayken masallara konu olacak aşkını, Edith Mary’sini buldu. Fakat Tolkien’in vasisi Papaz Francis Morgan, yazarın eğitimini etkileyeceği endişesiyle iki aşığı birbirinden kati suretle ayırmıştı. Bu olaydan yıllar sonra, Tolkien 21 yaşına girdiği gün, Edith’e tüm o yılların sessizliğini bozacak kadar uzun olan bir aşk mektubu yazdı. Elbette, Edith bu aşk mektubuna yanıtsız kalmadı fakat aynı zamanda nişanlanmıştı da. Yine de tüm bunlar Tolkien’i durdurmaya yeterli olmamış olacak ki yazarımız haberi aldıktan sonra gerçek aşkı olduğuna inandığı Edith’e ilk tanıştıkları yere gelmesini söyler. O günden sonra da yaşamları boyunca bir daha ayrılmazlar. Edith, Tolkien’e sadece bir hayat arkadaşı değil aynı zamanda hikayeleri için de ilham olur. Yüzüklerin Efendisi serisinin bir nevi arka planını anlatan Silmarillion kitabında ilk defa kısa bir bölüm olarak karşımıza çıkan Beren ve Luthien hikayesi de buradan gelir. Masalsı bir güzelliğe sahip olan hikaye, daha sonraki yıllarda Beren ve Luthien olarak ayrı bir kitap halinde yayımlandı. Yanılmıyorsam Türkçeye çevirisi de 2019 yılında yapılmıştı.
Eğitimini tamamlayan Tolkien, I. Dünya Savaşı sebebiyle orduya katılmaya karar verir ve Fransa cephesinde savaşır. Bu savaşta iki yakın dostunu kaybetmesinin ardından İngiltere’ye geri döner. Savaş sırasında ise askerlerin koruyucusu rolündeki bir arkadaşından aldığı iham, Frodo’ya yüzüğü Mordor’a taşıma yolculuğunda eşlik eden Samwise Gamgee karakterine hayat verir.
“Kitaplarımı filme uyarlamak mı? Yazılı bir eseri dramatik biçime sıkıştıramazsınız. Odesa’yı uyarlamak bile daha kolay olurdu. Onda çok daha az olay var. Sadece birkaç tane fırtına.” J.R.R. Tolkien
Açıkçası, Tolkien’in bilinen herhangi bir şöhret düşkünlüğü yoktu. Ölümüne kadar olan zamanda çoğunlukla hafif çatlak İngiliz filoloji profesörü olarak geçirdi hayatını. Oxford’da dahi onu tanımayanların olduğunu vurgulardı çoğu zaman. Hatta kitaplarının bu kadar çok satması ve beğenilmesini garip buluyordu. Bu insanların kesinlikle akıl sağlığında bir problem olabileceğini dahi dile getirdiği olmuştu. Ayrıca Disney’in kitaplarını ekrana yansıtmasına ve eserlerinin başkaları tarafından müzikalleştirilmesine de şiddetle karşı çıkıyordu. Bu konuda kesinlikle Tolkien ile aynı fikirde olmadığımı belirteyim. Çünkü işler onun istediği gibi gitmiş olsaydı Led Zeppelin’in “Ramble On” ve Rush’ın “Rivendell” teklilerini, hatta Howard Shore’un soundtracklerini asla duymayabilirdik. (Bu kısım beni ayrı bir üzerdi. Özellikle Lauren Conklin ile yaptığı “From the Shire to Mordor” adlı enfes çalışmayı düşündüğümde.)
“Tahminimce bana Yahudi olup olmadığımı soruyorsunuz. Üzülerek söylüyorum ki o yetenekli insanların arasında hiçbir atam yok.” J.R.R. Tolkien
Tolkien’in Hobbit eseri 1945 yılına kadar Almanya’da okunması yasak eserler arasında yer alıyordu. Bu durumun temel sebebi ise Tolkien’in Nazileri yüceltme konusundaki isteksizliği olduğu söyleniyor. Daha doğrusu Alman yayıncılar, kitabın Almanca’sını yayımlamayı düşünüyorlardı. Fakat yetkililerden biri Tolkien ile iletişime geçerek Ari ırktan olup olmadığıyla alakalı sorular yöneltti. Bunun ardından, dahi yazarımız yukarıda bıraktığım alaylı söylemlerde bulunduğu için Nazilerin kara listesinde yerini aldı.
“Narnia’nın ve C.S.L eserlerinin tüm o bölümünün benim sempati alanımın dışında kalması çok üzücü, tıpkı benimkilerin onun sempatisi dışında kalması gibi.” J.R.R. Tolkien
Tolkien’in, Narnia Günlükleri’nin yazarı C.S. Lewis ile yakın arkadaş olduğundan bahsetmiştim. İkili, Oxford’da oldukları dönemde “Inklings” olarak bilinen bir yazarlar grubunun da kurucuları arasındaydı. Gerçekten fazlasıyla samimi olan iki dostun bir türlü anlaşamadıkları tek bir nokta vardı. Birbirlerinin işlerini fena halde sıkıcı buluyorlardı.
“Her şey biraz ek gelir için sınav kağıtları okurken başladı. Tam bir ızdıraptı doğrusu. Düşük maaşla çalışan bir profesör olmanın en büyük trajedilerinden biri de bayağı işler yapmak zorunda kalmasıdır. Kendisinden belirli bir konumu koruyup, çocuklarını iyi okullara göndermesi beklenir. Eh, ben de bir gün sınav kitabının içinde boş bir kağıda denk geldim.” J.R.R. Tolkien
Tolkien, Oxford English Dictionary’nin (OED) uzun yıllar boyunca editörlüğünü yaptı. “Dwarf/Dwarves” olayını anımsarsınız belki. (Şahsen baya havalı bir hareket olduğunu düşünüyorum.) Her neyse, Tolkien dilbilimci kimliğini de işin içine katarak sözlüğe pek çok yeni kelime ekledi ve 10 yıl gibi bir süre içinde günümüzde de kullandığımız Oxford sözlüğünü tamamladı. ‘Hobbit’, ‘Mithril’, ‘Orch’ ve ‘Orcish’ gibi kelimeler, Tolkien’in öğrencisi Robert Burchfield tarafından kurulan bir ekiple sözlüğe katıldı. Aynı zamanda Oxford’da profesörlük yapan yazarımız oldukça enteresan bir kişiliğe sahipti. Öğrencileri, yazarın zaman zaman derslere ejderha gibi çeşitli kostümlerle geldiğini ve anlattığı konuları canlandırırken masalsı diyarlarda dolaştığından bahsediyorlardı. Ek iş yaptığı dönemlerde okuduğu sınav kağıtlarından da ilham alan Tolkien, yine o günlerden birinde sınav kâğıdı okumaktan sıkılır ve kendisinin de belirttiği gibi boş bir kağıt bulduğunda biraz karalayarak gelmiş geçmiş en iyi epik fantezi eserinin başlangıcı olan o cümleyi yazar: “Topraktaki bir kovukta bir Hobbit yaşardı.” Kelimenin nereden çıktığıyla ilgili sorulan sorulara ise “O kelimenin nereden çıktığını bilmiyorum. Zihninize gem vuramıyorsunuz.” der.
“İnsanın var oluşunun biricik amacı, varlığın karanlığına bir ışık yakmaktır. Dünyanın öbür kutbuna yapılan bu keşif gezisi pek rağbet görmez; çünkü belirsizlikler ve tehlikelerle doludur.” Carl Gustav Jung
Orta Dünya’nın kurucusu Tolkien’e dair söylemlerim arasında sanıyorum en dahiyanece bulduğum bölüm bu. Zira bu kadar ağır bir mitsel ve epik fanteziye, böylesi bir benzetme tekniği kullanarak metaforları ikilemek ve işin psikanalitik kısmına da şiirsel bir dil ile değinmek (üstelik neredeyse hepsi yapay) her yazarın yapabileceği bir şey değil. Hatta kişisel görüşüm, (elbette pek çok değerli yazar mevcut) fantastik kurgu edebiyatı bağlamında bu işi Tolkien’den daha iyi yapmış biri olmadığı yönünde. (Metinleri orijinal dilinde okuduğunuzda fark epey bir belli oluyor.) Bu konu hakkında da oldukça uzun şeyler yazılabilir fakat konumuza geri dönerek, Bilbo Baggins’in psikolojik yolculuğunun nasıl müthiş bir metafor örneği olduğu hakkında bir kaç cümle söylemek istiyorum izninizle. Bilbo Baggins’in yolculuğu temelde bireyselleşme süreci, olgunluk ve bütünlük arayışını konu alan ve sembolik olarak ayrıntılı olgunlaşma dönemlerini içeren detaylı bir metafor. Hikayenin başında Bilbo’nun kişiliği dengesiz ve bütüncüllükten uzaktır. Henüz kendini tanımaya ve keşfetmeye başlamamış karakterin rahatı ve güvenli mekanı ise Gandalf’ın ziyaretiyle bozulur. Gandalf, bu noktada sayısız hikayenin büyülü yardımcısına benzer. Gandalf’ın üstlendiği bilge ve yaşlı adam figürü Jung’un gölge arketipinin bir yansıması olarak da görülebilir. (İnsanın kendinde kabul etmekte zorlandığı veya farkında bile olmadığı karanlık yönü. Persona (maske), olmayı arzuladığın ve dünyanın sende görmesini istediğin tarafındır. Gölge ise bunun tam zıttı.) Tolkien, bu metaforu çok daha ileriye götürerek Bilbo’nun günlüğünü Frodo’ya devrediyor ve metafor içinde metafor vererek yapılmış en karmaşık benzetmelerden bir tanesine de imzasını atmış oluyor. Tüm bu anlattıklarımı toparlamak gerekirse, günün sonunda şafağa bakmayı unutmayın, unutmayalım…
Ai! laurië lantar lassi súrinen,
Yéni únótime ve radar aldaron!
Ah!Altın gibi dökülüyor yapraklar rüzgarda,
Uzun yıllar ağaçların kanatları gibi sayısız!