“Onu trajedi yapan da bu zaten. Doğru kişiyi sevdiğinizde, bu bir komedidir.” (The Love of the Nightingale)
Her şeyin ortasından başlayan bir hikaye. Kadın olmak. Hatta kadın olduğun için sessiz bırakılmak. Sessiz kaldığımız ve özellikle sessiz bırakıldığımız modern dünyada sorular sormak. Bilirsiniz, soru sormak kimi zaman tehlikelidir. Fakat susturulma korkusuna rağmen, insanın doğasında var olan da bir sorumluluktur öyle değil mi?
Bülbülün Aşkı (The Love of the Nightingale), savaşın, gücün ve cinsiyetler arasındaki farklılıkların zemininde geçen, sessizlik ve soruların ana temalarını gösteren bir oyun. Yazar Timberlake Wertenbaker, Sophocles’in kayıp trajedisi Tereus‘u, Philomele’nin açısından anlatarak feminist ve daha modern bir anlatımla yeniden işlemiş. Bunun dışında yine Heracles’in karısı hakkındaki Dianiera ve Cindirella‘nın modern versiyonu The Ash Girl adında efsane/peri masalı bazlı iki farklı oyunu bulunuyor. Her neyse, biraz kadınlar, biraz ilişkiler ve biraz da sessizlik kıyılarında dolanarak Wertenbaker’ın iki kız kardeşin çelişkili arzularını ve direniş biçimlerini açığa çıkardığı Bülbülün Aşkı oyunundan bahsedelim biraz.
Antik Yunan’da geçen oyun, Atina’daki savaşı dramatize eden iki askerin kavgasıyla açılır. İki asker kavga edip birbirlerine küfrederken, Erkek Korosu araya girerek kralın sarayında olup biten hakkında bilgi verir. Kral’ın iki kızının tanıtıldığı sonraki sahnede Procne ve Philomele, ablası Procne’nin ebeveynlerinin isteği üzerine evleneceği için birbirlerinden ayrılmaktan duydukları üzüntüyü dile getirirler. Devamında Procne’nin zoraki evliliğinin aslında babası ve Trakya kralı Tereus arasındaki bir anlaşmanın sonucu olduğu ortaya çıkar. Atina, Tereus’un yardımıyla savaşı kazandığından, Kral Pandion, Trakya kralına minnettarlığını ifade etmek için ona bir ödüllendirmeye karar verir. Tereus, kralın kızlarından birine “sahip” olmak istediğini belirttiğinde, Kral Pandion ödül olarak kızı Procne’yi vermeyi kabul eder. Bu sırada oyunla ilgili şöyle bir detay da bence epey enteresandır. Wertenbaker, oyun içinde oyun temasını işleyerek, üvey oğluna aşık olan Pheadra’nın trajedisini de işler. Hatta ironik mesaj öyle güzel verilmiştir ki barbar karakterimiz Tereus, oyunu izlerken bunun ne kadar da yanlış bir şey olduğundan dem vurur.
Her neyse yıllar içinde Procne, yeni ülkesi Trakya’da Tereus’un oğlu Itys’i doğurur. Ancak kız kardeşini çok özlediği için hiçbir şey onu mutlu etmemektedir. Beş yıllık bir ayrılığından ardından, Procne özlemini artık bastıramaz hale gelir ve sonunda Tereus, Philomele’yi Trakya’ya getirmek için Atina’ya doğru yola çıkar. Uzun bir yolculuğun ardından Atina’ya varan Tereus, Kral Pandion’un rızasını alarak askerleri, Philomele’yi ve ebeveynlerinin yokluğunda Philomele’ye göz kulak olacak olan yaşlı kadın Niobe eşliğinde Trakya’ya doğru yola çıkarlar. Olaylar da zaten bu noktadan sonra karışmaya ve çirkinleşmeye başlar. Baldızına aşık olan Tereus, denize açıldıklarında Philomele’ye daha yakın olabilmek için Trakya’ya varışlarını sürekli erteler. Philomele’ye sahip olmaya epey kararlı olan Tereus, ona sürekli olarak aşkla yaklaşır, fakat tek isteği bir an önce kız kardeşine kavuşmak olan Philomele, onu yalnızca kardeşi gibi sevdiğini söyleyerek reddeder. Elbette Tereus gibi bir karakter işleri daha da çirkinleştirmekten kendini alamaz ve Philomele’nin kız kardeşine olan sevgisinin ilişkilerini engellediğine inanır. Dolayısıyla Procne’nin bir dağın tepesinde gelmelerini beklerken aniden nehre düşerek öldüğü ve cesedinin bulunamadığına dair bir hikaye uydurur. Gün geçtikçe arzuları büyüyen Tereus, Philomele’nin bir anda Kaptan’la flört ettiğini (ki bu epey göreceli bi kavram zira Philomele yalnızca biraz fazla meraklıdır) görünce öfke ve kıskançlıktan deliye dönerek kendini kaybeder ve Kaptan’ı da öldürür. Böylece Tereus, sevgilisiyle arasında bir diğer engel olduğuna inandığı ikinci kişiyi de ortadan kaldırarak, aşkını Philomele’ye ilan etmeye karar verir. Reddetmeye devam eden ama aynı zamanda ondan korktuğunu da belli eden Philomele’nin çaresiz durumundan yararlanan Tereus, ona tecavüz eder.
Bir diğer yandan endişeler içerisinde kız kardeşi ve Tereus’u bekleyen Procne, bir anda Tereus’u elleri kanlar içerisinde görür. Tereus ise “vahşi bir hayvan” ile mücadele ettiğini söyler. Tereus’un Philomele hakkındaki sessizliği, tam da onun beklediği gibi Procne’nin kız kardeşinin öldüğüne inanmasını sağlar. Sonraki sahnede vücudundaki “şiddet ve korku kokusu”ndan kurtulmak isteyen Philomele’yi görürüz. Niobe ona, Tereus’u kızdırmamasını tavsiye eder. Zira Tereus, Philomele ile hala ilgileniyor olabilir (!) Tereus girer. Beklentisinin aksine Philomele, Tereus’u görünce çileden çıkar ve hem erkekliğini alaya alarak onu küçük düşürür hem de onunla ilgili tüm gerçeği Trakya halkına açıklamakla tehdit eder. Ve ne yazık ki kaçınılmaz olan olur. Philomele’nin cüretkar sözleri ve asi tavrı kendi trajik sorununu getirir; Tereus, Philomele’nin dilini keser. Hatta Philomele’yi kanlar içinde göre Niobe, ona acıyarak trajik durumu hakkında şöyle bir cümle kurar;
“Ölülerin sessizliği vahşi bir koroya dönüşebilir. Ancak, hayatta olan ama konuşamayan kişi, gerçekten de tüm gücünü kaybetmiştir.”
Fakat Philomele’nin sadece kadınların katıldığı Bacchean ziyafetindeki zekice davranışı bu sözlerin tam tersini kanıtlar. Niobe ve Philomele, hizmetçilerin eşliğinde, Philomele tarafından yapılmış üç büyük bebekle ziyafete katılırlar. Sahnede istediği fırsatı yakalayan Philomele, hikayesini anlatır. Procne, Tereus hakkındaki tüm gerçeği öğrendikten sonra, iki kız kardeş işbirliği yapar ve Tereus’dan intikam almaya karar verirler. Elbette olaylar iyiden iyiye karışır ve tüm bu olayları gizlice seyreden Itys, kılıcını Philomele’nin elinde görür görmez geri kalmak için içeri koşar. Ancak Philomele geri vermeyi reddeder. Procne Itys’i tutarken, Philomele kılıcı çocuğun boynuna indirir. Tam bu sırada her şeyden habersiz olan Tereus saraya girer. Philomele’nin kana bulanmış elleriyle karşılaştığında şok içerisinde Procne’ye açıklamalar yapmaya çalışır fakat bu Procne’nin kendisine olan öfkesini bastırmaz. Procne aniden Itys’in kanla kaplı cesedini gösterir ve şöyle der:
“Eğer derenin üzerine eğilip yansımanı arıyor olsaydın Tereus, işte böyle gözükürdü.”
İki kız kardeşin öfkesinden korkan Tereus, ani bir kararla ikisini de Itys’in kılıcıyla öldürmeye çalışır ve peşlerinden gider fakat onları yakalayamaz. Efsane devam ederken, Philomele bir bülbüle, Procne bir kırlangıca ve Tereus bir ibibiğe dönüşür. Oyunun son sahnesinde Itys, kuşlarla birlikte belirir; ancak onunla yalnızca bülbül olan Philomele konuşur. Itys’e Tereus’un şiddetle dilini kesme eyleminin neden yanlış olduğunu anlayıp anlamadığını sorar, fakat Itys cevap veremez ve böylece oyun sona erer.
Hikayeden de anlaşılabileceği gibi Wertenbaker, Bülbülün Aşkı’nda ataerkil otoriteye boyun eğmeyi reddeden kadınların ihlallerini gözler önüne seriyor ve kadınların erkekler tarafından zorla susturulması ana teması etrafında bir kadına tecavüz edilmesi ve ensest ilişki gibi konuları feminist bir bakış açısıyla tartışıyor. Korkularını ve arzularını çekinmeden dile getiren Philomele, kalıplara uymayan bir karakter aslında. Sanırım oyunla ilgili olan asıl üzücü kısım, kalıplara uymanın ya da uymamanın Philomele’nin diğer pek çok kadınla aynı kaderi paylaşmasını engelleyemiyor oluşu. Yine de bu durumu kabul etmemesi ve son ana kadar vazgeçmemesi pek çok şey anlatıyor. Belki de yalnızca kendimize doğru ve yanlış arasındaki farkın ne olduğunu, bunu nasıl bildiğimizi ve geçmişlerimizden nasıl öğrenebileceğimizi sorduğumuzda, kaçınılmaz olarak üstünlük elde edenlere karşı zafer kazanabiliriz. Zira Tereus gibiler, sadece kendilerinin bir tanrı olduğuna inanmakla kalmazlar, aynı zamanda konuşmamızı engelleme haklarının olduğuna da inanırlar.
Ne diyordu Hamlet’in o ünlü dizelerinde; “Olmak ya da olmamak. İşte bütün mesele bu.” Tek bir farkla. Burada asıl bilgi varoluşçuluk değil, soruların gücü ve onları susturmak isteyenler…