Zaten Bugünlerde Kim Yaşıyor Ki?
(Yazı yoğun spoiler içerir)
1980 yılından SSCB’nin çöktüğü 1991’e kadar olan aralıkta başta Sovyet ve Amerikan vatandaşları olmak üzere bütün dünya diken üzerindeydi. On yıllardır devam etmekte olan Soğuk Savaş, gelişen teknolojiyle iyice çirkin ve tehlikeli bir hal almaya başlamıştı. Nükleer gücün kullanımının günden güne kolaylaşmasının etkisiyle milyonlarca insan, hayatlarının politikacıların kanlı ellerinde olduğu gerçeğiyle yaşamaya çalışıyordu. İşte “cyberpunk” (higher tech, lower people) sineması bize bu dönemin armağanı oldu.
Sene 1968. Phillip K. Dick tarafından yazılmış fütürist roman “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?” ilk defa yayınlandı. Kitap, yayınından 14 sene sonra, Ridley Scott ve Michael Deeley’in iş birliği ile sinemada cyberpunk türünün başlangıcı kabul edilen filme, “Blade Runner”a uyarlandı. Bilim-kurgu türünün yanında sektörde de haklı bir çığır açan yapım, dahiyane senaryosu ve başarılı yönetmenliği ile kitlelerin ilgisini çekmeyi başardı ve 2017 yılına kadar hiçbir şey kaybetmeden geldi. İlk filmden 35 yıl sonra, çağdaş sinemanın özgün isimlerinden Denis Villeneuve, yine Ridley Scott’ın yapımcılığında tüm zamanların en iyi devam filmlerinden biri olan “Blade Runner 2049″a imza attı. Gelişen görsel teknolojinin de etkisiyle hikaye, özgünlüğünden ödün vermeden devam etti.
Günümüzde bilim adına fikir sahibi olan her insanın ön gördüğü mevzudan bahsediyordu Blade Runner. Yapay zekanın üretimi, kullanımı, gelişimi ve isyanı. Durmadan ilerleyen teknolojinin büyük endüstriler dışında (Tyrell Corps ve Wallace Corps) hiç kimseye bir fayda sağlamayacağını, sonunda yalnızca Coca-Cola reklamlarının renkli olduğu, boğucu bir Los Angeles’ın içine sıkışıp kalacağımızı söylüyordu. Tabii ki bu durum yalnızca küçük insan için geçerliydi. Dünya’yı terk edecek varlığa sahip olanlar, farklı bir gezegende pekala refah bir yaşama erişebilirdi. Hem de yanında tanrılığa soyunmuş insan tarafından hizmet etmek için üretilen, insanın daha güçlü ve zeki kopyaları “Replika”larla birlikte. Tyrell, replikaların açabileceği sıkıntıları ön görmüş ve onlara kısa bir yaşam süresi (4 sene) “bahşetmişti”. Ne var ki bu da kendisinin daha güçlü ve zeki olduğunu fark eden kopyanın isyanına engel olamadı ve eski modeller birer birer ortadan kaldırılmaya başlandı. Bu işleme “emekliye ayırma”, emekliye ayıranlara ise “blade runner” dendi.
Replikaların son 4 örneğini (modelleri Nexus-6) yakalayıp emekliye ayırma görevi Deckard adında bir memura verildi. Ancak üretilen son replika, Rachel, adamın aklını karıştıracaktı. Bu kopyanın diğerlerinden farkı, beynine yerleştirilmiş sahte anılar sayesinde kendini gerçek bir insan sanmasıydı. Tyrell’ın son oyunu, dünyaya son mirası… İnsan olduğunu sanan, gerçeği öğrendiğinde ise kabullenmemeyi seçen bir kopya. Deckard’ın Rachel’a olan ilgisi sıradan bir aşk değildi. Dakikalar önce sahip olduğu geçmişini, bir diyaloğun ardından kaybetmişti Rachel. Bir replikanın yaşayabildiği hayal kırıklığı, Deckard’ın gözlerinin yaşına bakmadan, nasılsa ruhları yok diye düşünüp kendini teselli ederek katlettiği şeylere bakış açısını tamamen değiştirdi. Karşısındaki varlıkların da duyguları olduğu, bunun ötesinde, çektikleri acının tamamen gerçek olduğunu hatırlattı ona.
Ne var ki herkesin bir rolü vardı, Deckard’ın ise yüklenen görevi tamamlamaktan başka şansı yoktu. Üstelik bir replika olduğunu öğrendikten sonra kaçan Rachel da kendisine hedef olmuştu artık. Ancak kovalamaca esnasında Leon kendisini öldürmek üzereyken Rachel tarafından kurtarılması aklını tümden karıştırdı. İnsanlar işleri biten replikaları yok etmeye çalışırken, bir replika bu işi gerçekleştiren adamın hayatını kurtarmıştı. Deckard’ın artık en azından Rachel’a kıymasına imkan yoktu. Kadın onun için saklanması, korunması gereken ender bir canlı haline gelmişti. Tıpkı eski efsanelerden tek boynuzlu at gibi.
Son 4 Nexus-6’nın lideri Roy, tüm arkadaşlarını katleden ve kendisine de aynısını yapmaya çalışacak Blade Runner’ın canını bağışlamadan hemen önce, kendilerini bu karanlık dünyaya getirme cüretinde bulunmuş Tyrell’ı ziyaret etti. Kendisine daha uzun bir yaşam sağlanmasının mümkün olmadığını öğrendi. “Hiçbir canlı kendi yaratıcısını öldüremez.” Roy ise hayatını uzatmaktan aciz yaratıcısını gözünü kırpmadan katletti. Geri dönüp Deckard ile alay ettikten sonra, yağmurun altında, gözyaşları içinde adamın hayatını bağışlayıp son nefesini verdi. Roy, Deckard’ı katletmiş olsaydı eğer, kısa bir süre sonra kendisi de ölecek ve yaşanan bu olaylar hiç kimseye bir şey katmayacağı gibi, yalnızca görevini yapan bir memurun ölümüne de sebep olacaktı. Ancak son replika, her şeye rağmen intikam hırsına yenik düşmeyip adamı sağ bıraktı. Böylece filmin üzerinde durduğu ana mesele “More human than human” (insandan daha insan) sözü açıklığa kavuşmuş oldu. “Sonunda yaşadığımız tüm o anlar zamanın içinde kaybolacak, tıpkı yağmurda kaybolan göz yaşları gibi.” Aynı zamanda Roy bu yaptığıyla, kendi neslinin son örneğini, Rachel’ı, da bilmeden korumuş oldu. Deckard ile Rachel’ın sahip olduğu çocuk gerçekten Tyrell’ın marifeti miydi? Yoksa kendini insan sanan kadına GERÇEK tanrı tarafından bahşedilmiş bir mucize mi?
Replikayı insandan ayıran bir diğer özellik gözlerinde belirgin şekilde görülen ışıktır. Bu ışığın replikalardaki “yaşama isteği”ni sembolize ettiği düşünülebilir. İnsanların aksine… Zaten o günlerde kim yaşıyordur ki?
Tyrell’dan 30 sene sonra, onun bıraktığı kalıntıları kullanarak yeni bir kurum yükselişe geçti. Zaman geçmiş, teknoloji ilerlemiş, ancak cyberpunk’ın da öngördüğü gibi her şey daha da kötüye gitmeye başlamıştı. Wallace adındaki yeni tanrıtanımaz, tamamen duygusuz ve itaatkar replikalar üretmenin yolunu bulmuş ve yöntemini sisteme kabul ettirmeyi başarmıştı. Yeni replikalar insanlığın tamamen kölesi haline gelmiş, sorgulama ve reddetme yetisinden yoksun varlıklardı. Geriye hala birkaç eski nesil kopya kalmıştı, onları emekliye ayıranların ismi de hala Blade Runner’dı. Wallace’ın asıl amacı insanlığa köle yetiştirmek değildi aslında. Ürettiği yaratıkların üreyebilmesini ve sonunda insanlıkla beraber, hatta belki insanlar bile olmadan soyunu devam ettirebilmesini istiyordu. Evrene bırakılacak dev bir mirasın peşindeydi.
Son nesil replikalar tamamen itaatkar gibi gözükse de, 2049 yılına kalmış bir Nexus-8 örneğini emekliye ayırmakla görevlendirilen “K”, bu teoriyi yok edecekti. Ölmüş bir ağacın altında gömülü olan kemik kalıntılarının hamile bir replikaya ait olduğunu öğrenmesi ve araştırmasının devamında ulaştığı, doğan çocuğun kendisi olabilme ihtimali; bir geçmişe, bir anneye, bir ruha sahip olabilme ihtimali, kopyanın dünyasını alt üst edecekti. “Siz yeni modellerin hiçbir şeyden haberi yok. Çünkü hiç bir mucizeye tanık olmadınız.” Joe, eski replika neslinin taşıyıcısı olmadığını öğrendiğinde, yine de dava uğruna elinden geleni ardına koymadı. Deckard’ı Wallace’ın elinden kurtardı ve kızına götürdü. Böylece gökten narince inen kar tanelerinin altında, insandan daha insan olarak can veren ikinci replika oldu.
Geleceğe dair öngörülerinin yanı sıra filmler çok kaliteli karakter analizleri de sunuyor. Bir insan olmadığını öğrenen Rachel, kendisini özel zanneden, hatta bundan rahatsızmış gibi gözüken Joe’nun yaşadığı hayal kırıklığı, bir camekanın arkasına hapsolmuş rüya tasarımcısı replika, kızını görmeyi tamamen aklından çıkarmak zorunda kalmış Deckard, kendisine benzeyen herkesi kaybettikten sonra yağmur altında ağlayarak can veren Roy; karakterler için seçilen oyuncuların başarılı performanslarının da büyük etkisiyle hepimizin iç dünyasında yer etmeyi başarıyor.
Blade Runner filmlerine asıl değerini katan şey ise kafamızda bıraktığı soru işaretleri. İlk filmde Rachel, Deckard’a insanı replikadan ayıran göz testini kendisi üzerinde deneyip denemediğini sorar. Ancak yanıt alamaz. Deckard insan mıdır peki? Yoksa yok ettiği replikaların eski örneklerinden midir? Zihnindeki tek boynuzlu atın karşısına amiri tarafından yapılmış bir origami olarak çıkması Deckard’ın da replika olduğuna güçlü bir işarettir. Üstüne 2049 da öğrendiğimize göre Tyrell, her şeyi Rachel ve Deckard’ı birbirine aşık edecek şekilde düzenlemiştir. Adamın zihnine eklenmiş tek boynuzlu at sembolik bir değer taşır, eski kitaplarda defalarca Hz. İsa’yı temsil ettiğini öğrendim. Belki de her şey iki replikanın sahip olacağı çocuk vasıtasıyla planlanan bir devrimin parçasıydı, kim bilir? Ayrıca replika ile insan arasındaki farkı anlatan şeyin göz olması da çok değerli bir detay bence. Bir diğer soru da yalnızca bir yazılımdan ibaret olması öngörülen Joi. Filmde sanal kadının K’ya duygusal destek verdiğini ve silinmeden hemen önce kendisine “seni seviyorum” dediğini görürüz. Joi ile K arasındaki bu ilişki ne kadar samimidir? Joi tüm bu desteği prosedürü gereği mi verir yoksa K’nın başından geçenler onu da mı etkilemiştir? Şehrin her yerinde çıkan Joi reklamlarındaki “Görmek istediğiniz her şey, duymak istediğiniz her şey.” ifadesini unutmamak gerek. Wallace’ın gözlerinin kör olması da güzel bir mesaj. İlk filmde Wallace ile aynı makamda bulunan Tyrell, ölmeden önce ürettiği bir replika tarafından kör edilmişti hatırlarsanız.
2049’da K’yı bünyesine alan gizli replika örgütü hala inanacak bir şeyleri olan insanları temsil eder. Onlar bir replikadan doğan çocuğa, yani bildikleri kadarıyla imkansız olan bir olaya, bir mucizeye inanırlar. Doğurma yeteneği olmayan bir kopyanın çocuk sahibi olması tanrının varlığına işaret eder. Tıpkı bakire Meryem’in çocuk sahibi olması gibi. Halbuki doğan çocuk Tyrell’ın marifeti ise bu aslında bir mucize değildir ve ortada inanılacak bir şey kalmaz. Peki bunun bir önemi var mıdır? Andrei Tarkovsky’nin de başyapıtı Stalker’da bahsettiği gibi, önemli olan insanın inanacak bir şeye sahip olmasıdır; gerçeğe veya mantığa değil.
Evrenin sahibi kimdir? İnsan kopyalarından üstün müdür? Ruh sonradan kazanılabilir mi? Temelde bir ölüm makinesinden ibaret olan Blade Runnerların replikalardan farkı nedir? Tüm Blade Runnerlar da birer replika mıdır? Kendimizden daha zeki bir varlık üretmemiz mümkün müdür? Nasıl olur… Günümüzden 52 sene önce temelleri atılmış Blade Runner efsanesi, hepimizi kendimize bu tarz sorular sormaya davet ediyor. Her iki film de çok başarılı sinematografileri, mükemmele yakın yönetmenlikleri, oyunculukları ve atmosferleriyle yetkin birer cyberpunk ve film-noir/neo-noir örneğidir.
Geleceğe umutla bakmak zor.
Kaliteli bir yazı olmuş.
teşekkür ederim :))