90’lardan 2000’li yıllara uzanan festivaller, ödül törenleri, başarılarına başarı katan onlarca yerli ve yabancı film…
1- Bir Zamanlar Anadolu’da
“Ben bir zamanlar Anadolu’dayken…”
Nuri Bilge Ceylan’ın 2011 yılında Cannes’da Jüri Büyük Ödülü’ne layık görülen filmi, Türkiye’nin politik ve toplumsal ikliminin çıkmazlarını, taşrada işlenen sıradan bir cinayet üstünden bir ülke otopsisi yaparak anlatmayı tercih ediyor.
Nuri Bilge Ceylan’ın başarılı filmi Bir Zamanlar Anadolu’da, cinayet soruşturması ekseninde bir Anadolu panoraması, suç ve vicdan üzerine sade, derin bir tablo sunuyor izleyiciye. Temelde bir polisiye filmi olsa da türünün formüllerini ters yüz edip bir suç öyküsünü daha geniş bir kulvara taşıyor.
Film karşımıza tek bir cinayet getirmiş gibi görünse de aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını kuvvetli bir beyin fırtınası sonrası anlayabiliyorsunuz. Filmde, Maktul’un eşi, eşinin ölmesine sebep olmuştur… Bunu, onu en yakın arkadaşıyla aldatarak yapmıştır. Savcı da eşini, yani bahsehettiği o güzel kadını aldatarak onun ölümüne sebep olmuştur. Zanlı rolündeki Kenan, en yakın arkadaşını, söz konusu aldatma meselesi yüzünden öldürmüştür. Bu ölümler sadece fiziksel olarak önümüze serilen ölümler, bunların yanında başka türlü ölümler de gözümüze çarpıyor.
Filmde birçok detay ve hata denilebilecek şeyler de fark ediliyor. Bir sahnenin tamamen araba ışığıyla çekilmiş olması, Ahmet Mümtaz Taylan‘ın uzun uzun diyalogları, birçok sahne uzak çekim olduğu için yaka mikrofonu kullanımı seçilmiş ve bu da sahnelerde ses hışırtısına sebep olmuş, fakat tüm bunlara rağmen Nuri Bilge Ceylan bize nerelerden nerelere geldik aydınlanmasını yaşatıyor ve savcı sahnelerinde metafiziksel varoluşun içine çekiliyoruz.
Sonuç olarak, devirler dönüyor o çıkmazların arasında taşrada yaşam devam ediyor. Yaşanan yaşanıyor, örtülen örtünüyor.
2-Kış Uykusu
Cannes’dan asla eli boş dönmeyen Nuri Bilge Ceylan 2014 yılında başarılı filmi Kış Uykusu’yla sonunda büyük ödül Altın Palmiye’ye uzandı. Bu ödül hiç kuşkusuz hem Nuri Bilge Ceylan hem de Türkiye sineması için bir dönüm noktası oldu.
Filmden kısaca bahsetmek gerekirse, uzun yıllar İstanbul’da tiyatroculuk yapan Aydın karakteri Kapadokya’da babadan kalma otelin işletmesini üstlenmiştir. Burada kocasından boşanmış kardeşi Necla ve genç karısı Nihal ile izole bir hayat sürmektedir. Aydın ve Necla ne kadar kavga dolu bir hayatın içinde olsalar da hiçbir zaman birbirlerini terk edecek cesarete sahip olamamışlardır. Sıkıntılı ve sıkıcı bir hayat sürdüren bu üçlüye solukluk, kapalı hava ve sık sık yağan yağmur eşlik ediyor bu etkenler hem onlarla hem de filmin ana yapısıyla örtüşüyor.
Filmde sessizlik devreye girdiği an bizimle olan tek müzik ise Schubert‘ın 20 numaralı sonatı oluyor. Film, bizi birçok karakterle iç içe yaşatıyor.
Aydın, Necla ve Nihal… Sevgisizlik, bencillik, kapitalistlik ve daha birçoğu…
3- Kader
“…Birden durup dururken içim cız etti. Bi’ baktım gene aynı karın ağrısı. Öyle özlemişim ki seni…”
Yönetmenliğini Zeki Demirkubuz’un yaptığı filmlerden Kader filminin konusu ve kalbi bir platonik aşktan geçiyor.
Filmin ana karakterlerinden Bekir (Ufuk Bayraktar) Uğur’a (Vildan Atasever) âşık olur. Ancak Uğur, mahallenin belalısı Zagor Orhan’a (Ozan Bilen) aşıktır. Zagor hapishaneden hapishaneye sürülür. Uğur, Orhan’ın peşinden; Bekir de Uğur’un ardından, ülkenin dört bir yanındaki pavyonlara, ucuz otel odalarına savrulur durur. Arka planda, bir kenar mahalle yaşantısı kesiti içinde görünür olan ekonomik kırılmalar ve cinsiyetçi ilişkilerin yarattığı travmalar ve mutsuzluklar izlenir.
Kader, imkansız bir aşk üçgenini ve onun uğruna ziyan edilen hayatları anlatır. Aşkın hastalık olarak tarif edildiği bu filmin hikâyesi, Masumiyet’te izlediğimiz Bekir karakterinin yaklaşık 10 dakika boyunca süren monoloğuna dayanır.
Aslında Masumiyet’i izleyen herkes Bekir ve Uğur’un sonunu biliyor. Kader daha çok Masumiyet filminin uzun metrajlı hâli olarak karşımıza çıkıyor.
Aşk, yaşam kaygısı, çıkılamayan sonsuz sokaklar ve tutku bizi içine doğru çekiyor. İlk bakışta sadece aşk filmi olarak görülebilecek Kader, izleyiciye saf bir romantik öykü sunmayarak tutkuyu evcilleştirmemekle birlikte, cinsiyetçilik olgusu, yoksunluk hissi ve aşk denilen duygunun psikolojik arka planı üzerine düşündürtmekte; iradi olanlar ile zorunluklar üzerine çok farklı perspektiflerden, çok farklı yanıtlar üretilebilecek sorular sordurmaktadır.
“… İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. Yol belli, eğ başını usul usul yürü şimdi.”
4- Duvara Karşı
Fatih Akın’ın Duvara Karşı (Gegen Die Wand) filmi 2004 yapımıdır. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı kazanan Akın’ın dünya sinema kulislerinde adı da bu filmden sonra daha sık anılmaya başlıyor. Kendisinin çok iyi bildiği göçmenlik ve aidiyet kavramlarını işlediği filmler ile harikalar yaratan Fatih Akın, Cannes Film Festivali’ne de bu filmle göz kırpıyor.
Film, Cahit ve Sibel üzerinden anlatılıyor. Fatih Akın Cahit’i bir alkolik olarak karşımıza çıkarıyor. Sibel ise hayattan, ailesinden bıkmış intihara bile kalkışmış bir kadın olarak bizimle oluyor. Cahit ve Sibel’in hayatları, Cahit’in bir trafik kazası geçirmesi ve hiçbir yara almayıp bir kliniğe yatırılmasıyla kesişiyor. “Sibel nerede?” sorusuna cevap ise, Sibel’in de aile baskısından kurtulmak için giriştiği intihar sebebiyle kliniğe yatmasıyla hayatlarının birleşmesine neden olur. “Neden olmak” buraya çok yakışır çünkü, hayattan hiçbir memnuniyet duymayan iki insanın birbirlerinin hayatlarını daha fazla nasıl mahvettiğini hep birlikte izliyoruz.
Stammheim filminin kazandığı Altın Ayı Ödülü’nün ardından Duvara Karşı, 17 yıl sonra Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı kazanan ilk Alman yapımı film oldu. Ayrıca film yüklü derecede aile baskısı, alkolün kötüye kullanımı, kontrolsüz cinsellik, farklı kültür içinde çocuk yetiştirme konularını barındırıyor.
Koşulların, takıntıların ve tutkuların getirdiği sorunları, aşk ve aidiyet problemlerinin üst düzeyde yaşandığı ve daha fazlasının bulunabileceği bir film olarak karşımıza çıkıyor.
5-Güneşe Yolculuk
Yeşim Ustaoğlu’nun bol ödüllü Güneşe Yolculuk filminde bir dostluk ve dayanışma öyküsü anlatılıyor.
Film, Türkiye’nin iki ucundan gelen Mehmet ve Berzan‘ı anlatıyor. Bu iki genç İstanbul’un alt tabaka yaşamının içinde ayakta kalmaya çalışırken tanışırlar. Filme Doğu-Batı sentezi desek hiç yanlış olmaz. İnsanların anlayışsızlıklarını, kavgayı, dövüşü, ayrımcılığı ve daha birçok şeyi bir arada görüyoruz.
Güneşe Yolculuk, belki beklenilen belki de hiç beklenmeyen bir sonla bitiyor fakat farklılıklar göz ardı edilip dostluğun kazandığını bize çok içten duygularla izletiyor.