2000’li yılların rock sahnesinde adını en çok duyuran gruplardan biridir Stone Sour. Slipknot üyesi iki isim Corey Taylor ve Jim Root tarafından daha farklı bir rota izleme planıyla kurulan grup özgün eserleriyle kendi imzasına kısa sürede sahip oldu. Yükselişi asla kesintiye uğramamış olan Slipknot bir yanda dururken ayrı bir projeyi bu kadar etkili yürütebilmek ise büyük başarı.
Stone Sour için bol heavy metal esintili bir hard rock grubu diyebiliriz. Her albümlerinde farklı bir şey sunmaya çalışan grubun kariyerine albümleri üzerinden bir bakış açısı sunalım.
6-) Audio Secrecy (2010)
Audio Secrecy, Stone Sour için erken bir geri adım olarak kaldı. Oldukça oturaklı bir albüm olan “Come What(Ever) May” den sonra daha karanlık bir albüme imza atan Stone Sour maalesef bu adımında beklediği kadar ileri gidemedi. Hatta Corey Taylor bir röportaj esnasında Audio Secrecy’nin kariyerinin en zayıf noktası olduğunu bile belirtmişti.
Audio Secrecy, her ne kadar iyi olamasa da kötü sıfatını hak etmeyen bir albüm. Aslında, Audio Secrecy yalnızca biraz tutarsız bir albüm. Corey Taylor’ın solo kariyerine yoğunlaşma kararının yeni bir Stone Sour albümü ile bölünmesinin bu tutarsızlıkta payı büyük elbette. Gruptaki dikkat dağınıklığı kayıt sürecinde en büyük engellerden biri olmuş anlaşılan. Fakat, Say You’ll Haunt Me’nin Stone Sour’un en iyi parçalarından biri olduğunu da söylemeden geçemem.
Dinlenmeli:
- Say You’ll Haunt Me
- Mission Statement
- Digital (Did You Tell)
5-) House of Gold & Bones – Part 2 (2013)
House of Gold & Bones ikili albümünün iki parçası birer yıl arayla piyasaya sürüldü. Bana sorarsanız, ikinci kısımdan birkaç parça çıkarılıp kalanlar ilk albüme koyulsaydı ve elimizde iki albüm yerine daha uzun bir tek albüm olsaydı daha verimli olurdu.
HoG&B 2’nin sorunu yukarıda bahsettiğim kalıba uyacak parçaların akılda kalmıyor oluşu. Aynı sorun Audio Secrecy’de de geçerliydi. Üç yıl önce dikkat dağınıklığından kaynaklandığını düşündüğüm bu sorun bu sefer de ikili albümü bir şekilde tamamlama kaygısıyla ortaya çıkmış olabilir.
Bu albümü de kötü bir albüm olarak niteleyemiyor olmamızın en büyük nedeni albümden sivrilen parçaların gerçekten çok iyi olmaları. Sound açısından oldukça olgun ve tecrübenin etkisinin hissedildiği parçalar albümün gerçek kurtarıcıları.
Dinlenmeli:
- Do Me a Favor
- The Conflagration
- The House of Gold & Bones
4-) Stone Sour (2002)
Stone Sour’un grup ismini taşıyan ilk albümü ile Slipknot’ın grup ismini taşıyan ilk albümü (yine Mate. Feed. Kill. Repeat’i ısrarla saymıyorum) üç yıl arayla çıktı. Aynı zamanda Slipknot’ın en başarılı albümlerinden biri olan Iowa da 2001 yılında piyasaya sürülmüştü. Buradan çıkarım yapacak olursak Stone Sour’un en azından Iowa’nın stüdyo süreciyle bir yerde kesiştiğini düşünebiliriz. Albümdeki birkaç parçada kendini hissettiren Slipknot havasının da açıklaması bu olacaktır. Özellikle “Get Inside” ile açılan albüm ilk başlarda Slipknot albümü havası vermiyor değil. Tabi ki bu esinti Slipknot ile büyük benzerlikler taşıdıkları anlamına gelmiyor, yalnızca iki grubu da sıkı takip ediyorsanız kaçırmanız neredeyse imkansız.
Stone Sour sert bir albüm olmasıyla birlikte Bother gibi inanılmaz bir soft parçayı da içinde barındırıyor. Sadece Stone Sour’un değil Corey Taylor’ın da solo sahnelerinde repertuardan asla eksik olmamış bir parçadır Bother. Grup ayrıca Inhale adlı parçalarıyla da Grammy’de En İyi Metal Performansı adaylığı almıştı. Oldukça başarılı bir kariyer başlangıcı değil de ne?
Dinlenmeli:
- Bother
- Get Inside
- The Wicked (Deluxe Versiyon)
- Inhale
3-) Come What(Ever) May (2006)
İlk albümlerinden dört yıl sonra kataloglarına ekledikleri Come What(Ever) May ile Stone Sour oyunu tamamen değiştirdi. Heavy metal esintilerini kaybetmeyen fakat Slipknot esintilerini de ardında bırakan bir albüm CWM. Albüm, içinde birden fazla radyoları sallayan parçaya sahip olmasıyla birlikte gruba 30/30-150 adlı parça ile bir Grammy adaylığı daha kazandırdı. Bir önceki sefer ödülü Metallica’ya kaptıran grup bu sefer de Slayer’a yenildi. İki Grammy adaylığında The Big Four’dan iki isimle karşılaşmaları da en büyük şanssızlıkları olsa gerek.
İlk albümün “demodan fırlamış” (kötü bir yan olarak görmek de istemem, farklı bir hava katıyor) hali bu albümde komple yok olmuş vaziyette. Zaten CWM’nin en dikkat çeken özelliği de son derece oturaklı bir albüm olması. Taylor ve Root’un Slipknot tecrübesi ve gruba yeni dahil olan davulcu Roy Mayorga’nın Soulfly tecrübesi bu oturaklılığın gerçekleşmemesini neredeyse olanaksız kılıyor zaten.
Dinlenmeli:
- Through Glass
- Made of Scars
- 30/30*150
- Reborn
2-) House of Gold & Bones – Part 1 (2012)
HoG&B 1, Stone Sour’un piyasaya ciddi anlamda yumruk salladığı bir albüm. Oldukça yerinde bir yumruk hem de. Audio Secrecy’deki tutarsızlığın kaybolduğu ve grubun gerektiği kadar agresif, gerektiği kadar da duygusal olduğu bir albüm HoG&B 1. Aynı zamanda birbirine bağlanan Gone Sovereign ve Absolute Zero isimli parçalar ile de grubun kariyerinin en iyi albüm açılışına sahip.
Şunu da görüyoruz ki Stone Sour tökezlediği an toparlanmayı bilen bir grup. Audio Secrecy’de yapılan bir tane hata bile burada tekrarlanmamış. Kariyer kurmak kadar yaralandığı yerde kariyeri iyileştirebilmek de son derece önemli. Stone Sour, hatalarından ders çıkaran ve bir kez yakaladığı olumlu noktaları bırakmayan bir grup. Bu sayede HoG&B 1 Stone Sour’un bu zamana kadar doğru yaptığı her şeyin de daha iyisi halinde karşımıza çıkıyor.
Dinlenmeli:
- Gone Sovereign / Absolute Zero
- A Rumor of Skin
- Tired
- RU486
- Influence of a Drowsy God
1-) Hydrograd (2017)
Bir yukarıda söylediğim şeyi haklı çıkaran bir albüm Hydrograd. HoG&B 1’de Audio Secrecy’nin hatalarını telafi eden Stone Sour, bu sefer de HoG&B 2’nin hatalarını Hydrograd’de telafi ediyor. Hem de nasıl ediyor.
Bu zamana kadar yaptıkları tüm işlerle benzerlik taşısa da Hydrograd aslında Stone Sour’un en farklı albümü. Vokaller yer yer Slipknot’ın son albümüne gönderme yapıyor, melodiler ise tarzdan tarza oldukça başarılı bir şekilde sıçrıyor. Jim Root’un Slipknot’a daha çok vakit ayırmak istemesi üzerine tam da bu albüm öncesinde gruptan ayrılması hayranları oldukça korkutmuştu fakat Christian Martucci emin olun ki muazzam bir iş çıkarmış.
Slipknot esintilerini burada tekrar yakalasak da Hydrograd, Stone Sour’un rock kökenlerine en bağlı albümü aslında. Song #3, The Witness Trees, Rose Red Violent Blue gibi parçalar tamamen bu rotaya uyan parçalar. Aynı zamanda heavy metal esintilerini de kaybetmeyen albüm bu ikisini dengeye oturtup yine bir oturaklı albüm sunarak zoru başarmış. Bu sayede Hydrograd yalnızca Stone Sour’un en iyi albümü değil, 2000’li yılların en iyi hard rock albümlerinden biri olarak karşımızda.
Dinlenmeli:
- Fabuless
- Song #3
- Knievel Has Landed
- Taipei Person/ Allah Tea
- Hydrograd
- Somebody Stole My Eyes
- Burn One Turn One (Deluxe Versiyon)
- Subversive (Deluxe Versiyon)