Her şeye burnunu sokan adamların başına ne gelir biliyor musun?
1970-80 aralığı, Hollywood’un altın çağlarından. Kara film türünün kurallarını baştan yazdıran modern film-noir “Chinatown” ise şüphesiz bu dönemin gözbebeği. Los Angeles’ın sıcak ve kurak iklimini ekrana kusursuz şekilde yansıtarak hikayesine güç veren suç klasiği, Jack Nicholson ve Faye Dunaway’ın ikonik performansları, unutulmaz müziği ve yoğun sigara kullanımıyla dikkat çeker. Filmin afişine de özellikle eklenmiş duman, yapıma otantik ve gizemli bir hava katmanın yanı sıra tüm izleyenlere kara film hissiyatını dibine kadar yaşatır.
Jake Gittes, klasik noir tarzı filmlerde görmeye alıştığımız yetenekli, karizmatik ve iş bitirici dedektif tiplemesinden çok uzaktır. Aksine, evliliklerdeki aldatma vakalarını takip eden özel bir dedektif olduğu için namı pek iyi değildir. Sonuçta yaptığı iş genellikle biten evlilikler, yıkılan yuvalarla sonuçlanır ve bu hayatta kimse ispiyoncuları sevmez. Gittes, Hollis Mulwray’in eşi Evelyn Mulwray tarafından (!) tutulur. Araştırmalarının sonucunda adamı kendinden çok daha genç bir kızla objektife alan Gittes, tuzağa düştüğünün farkında değildir. Çünkü ne işveren kadın Hollis’in eşidir ne de ortada bir aldatma vakası vardır. Oyuna gelmeyi gururuna yediremeyen dedektif, namının iyice batmasına tahammül edemez. Olayın peşini bırakmaz. Belediyenin su dağıtım departmanında baş mühendis olan Hollis’in sözde intiharı gerçekleşince işin basit bir evlilik probleminden çok daha öte olduğunu anlar. İntihar mahalline daha sonra tekrar giden dedektif burnunda bir kesikle döner. Ayrıca bu işi irdelemeye devam ettiği takdirde tüm burnunu kaybedeceği hakkında bilgilendirilir.
Hollis Mulwray, Noah Cross adlı iş adamının başını çektiği bir grubun, kuraklığın ortasındaki Los Angeles suyunu yasadışı yollardan kendi menfaatleri için kullandığını öğrenmiş ve öldürülmüştür. Ölümünün hemen öncesinde çıkan sahte aldatma hikayesi ve cesedinin su kanalında bulunması, olayın intihar olarak yorumlanmasına sebep olur. Jake Gittes olayların temelinde bunun yattığını anlar, fakat denklemde güçlü bir bilinmeyen vardır: Evelyn Mulwray.
Evelyn kara filmlerde görmeye alıştığımız femme fatale (olayların merkezindeki kötü kadın) tipinden değildir. Gittes ile aralarındaki ilişki hassaslaşana kadar kadının gizemli tavırları izleyene aynı tiple karşılaşacağını düşündürse de Evelyn, hikayede kurban konumundadır. Jake’in olayı soruştururken yaptığı en büyük hata şüphesiz kadının kocasını bizzat öldürdüğü yanılgısına düşmesi olur. Olayların düğümlendiği noktada “Chinatown” bizleri çarpıcı bir gerçekle yüzleştirir. Hollis ile fotoğraflanan kızın aslında kim olduğunu öğrendiğimizde, ana hikayeden farklı bir kişisel trajediye şahit oluruz. Akademi ödüllü senaryonun en büyük başarılarından biri, bu iki farklı vakayı birbirine ustalıkla bağlamasıdır.
Film aynı zamanda kadın üzerinde kurulan erkek otoritesine güçlü referanslar sunar. “-Sahip olamadığınız ne var Bay Cross? Daha ne istiyorsunuz. -Geleceği Bay Gittes, geleceği.” Geleceğe sahip olmanın yolu paradan ve bir kadından geçer. Yıllar önce zorla sahip olduğu kızından sonra Noah, şimdi torununu istemektedir. Son dakikalarda yaşlı adamın genç kızı teselli ettiği sahne, filmin en rahatsız edici bölümlerinden biridir kesinlikle. Çünkü sahnenin arkasında yıkıcı bir gerçek vardır. Hikayenin başlarında mesafeli tavırlarıyla Gittes’ı başından savmaya çalışan Evelyn, gerçekler ortaya çıktıkça ona bağımlı hale gelmeye başlar. Hem mecaz hem de gerçek anlamıyla adamın karşısında çırılçıplak kalır. Yaşadıkları ilişkinin ardından Evelyn’in dedektife olan muhtaçlığı gözlerden kaçmaz. Son noktada Gittes, gerçeği öğrenmek için kadını defalarca tokatlayacak kadar otorite kurmayı başarmıştır. Ayrıca sahte Evelyn Mulwray olması için yine erkekler tarafından tutulan Ida Sessions da acımasızca katledilir.
Yine klasik kara filmlerin aksine “Chinatown”da olaylar çözümlenip tatlıya bağlanmaz. “Polis de ona çalışıyor!” Çin Mahallesi, Gittes’ın zihninde kara bir noktadır. Geçmişte orada yaşamış olduğu talihsiz olaylar aklından çıkmaz. Mahalle, dedektif için bir hezimet sembolüdür. Adını ağzına alırken bile rahatsız olmasına karşın Jake’in dönüp dolaşıp geldiği yer yine orası olur. Hikayenin sonunu çaresizce izlediğimiz mekandır Chinatown. Her şey bittiğinde Jake büyük bir hüsrana uğrar. Bildiği onca şeye rağmen elinden hiçbir şey gelmez. Evelyn’in kaçmasını bile sağlayamamıştır. Jack Nicholson’ın yüzündeki ifade kaybediş anını öyle güzel aktarır ki etkilenmemek elde değildir. “Boşver gitsin Jake. Burası Çin Mahallesi.” Yardımcısının dedektifi teselli ederken kullandığı bu ifade aynı zamanda filmin son repliğidir. Mevzu Chinatown olduğunda kendini boşa üzmek yersizdir çünkü, nasılsa elinden hiçbir şey gelmeyecektir.
Chinatown, izleyiciye düşündürücü ve çok başarılı bir final sunar. Öyle ki usta yönetmen David Lynch (ki kendisinin neredeyse tüm filmlerinde bu kült klasiğin izlerine rastlamak mümkündür) filmin sonunu gelmiş geçmiş en iyi final olarak nitelendirir. Nedir Chinatown’un finalini bu kadar özel yapan? Bunun için filmdeki bazı detayları hatırlamak gerek. Jake ile Evelyn ilişkilerinin ardından yatakta sohbet ederken dedektif, kadına Çin mahallesinde yaşadığı talihsiz bir olaydan bahseder. Bu olay bir başka kadınla ilgilidir, ancak konuşmanın ortasında çalan telefon nedeniyle sonunda kadının ölüp ölmediğini öğrenemeyiz. Bir diğer önemli detay Evelyn’in sol gözündeki doğum lekesi. Jake kendisini banyoda öpmeden hemen önce lekeyi fark eder. Son detay, benim yakaladığım kadarıyla son, Jake gizlice Evelyn’i takip ettikten sonra arabada aralarında geçen diyalog esnasında kadının kafasının direksiyona düşer gibi olması. Kadın son anda kendine gelip başını kornaya vurmadan kaldırır. Filmin son sahnesinde Evelyn’in ensesinden giren kurşun sol gözünü çıkarmış, kafası kornaya düşmüştür. Jake korna sesi ve yolcu koltuğunda oturan kızın dehşetli çığlıkları arasında Evelyn’in yanına gider ve korkunç manzaraya şahit olur. “Mümkün olduğu kadar az.” Jake’e Chinatown’da görev yaptığı yıllarda verilen öğüt. Dedektif yine dayanamamış, olayları irdelemiş ve değer verdiği bir kadının ölümüne sebep olmuştur. Her şey adeta bir döngü gibi tekrar yaşanır. Film, baştan sona biriktirdiği detayları finalde hayretler içinde izleyen seyircinin önüne eksiksiz koymayı başarmıştır.
Ayrıca yönetmen, film-noir geleneğinin olmazsa olmazlarından anlatıcı kullanımını es geçer. Böylece izleyici, olayları Jake Gittes ile beraber anlamaya çalışır. Dedektifle beraber çözüm bulur, yine onunla beraber ters köşeye yatar. Bu özelliğiyle de Chinatown; paranoyak, çarpıcı ve unutulmaz bir başyapıt seviyesine erişmeyi başarır.
Görseller: