Hallyu; Güzel Türkçemizde Kore Dalgası anlamına gelen bu terim Kore’nin dizi, film ve müzik endüstrisinin dünyaya hızlı açılışını adeta bir dalga gibi dünyayı kaplamasını temsil ediyor. 1990’lı yılların sonları ile yavaştan kendini gösteren ve milenyum ile birlikte tüm dünyaya yavaş yavaş sızan bu akım sanıyorum ki uluslararası dizi-sinema sektöründe Bruce Lee, Jackie Chan ikilisinden sonra dünyayı kasıp kavuran bir diğer Asya akımı. 2002 yılındaki efsanevi dünya kupası sonrasında ise Güney Kore artık savaş ile değil teknoloji, spor ve sanat ile anılmaya başlandı. Bizim için Kore ile olan bağımız ise diğer ülkelere göre daha derin ve Kore’nin kardeş olarak adlandırdığı tek ülke de Türkiye… Hal böyle olunca Koreliler Türkleri, Türkler de Korelileri çok sever. Bu nedenle de ülkemizde K-pop, K-drama, K-film gibi görsel yapıtlar oldukça sevilir ve takip edilir.
Hallyu ile Kore sadece uluslararası izleyici ve dinleyici yakalamakla kalmadı, bu yapımlarda yaratılan Kore Ütopyası’nın içerisine girmek ve belki de kendi gerçekliklerinin hüzünlü yanını bu ütopyada dindirmek isteyen bir kitle de ortaya çıkmış oldu. Özellikle 2010 yılı ve sonrası Kore dizi sektörünün altın yılları oldu ve bu dönemde K-pop o zamana kadar hiç olmadığı kadar popüler olmaya başladı. Hele de Big Bang gibi grupların Amerikan sahnelerine giriş yapması ile de bu popülerlik bir çığ gibi büyüdü.
Kore’nin etkilediği insanlar Kore’ye geldikçe Korelilerin de diğer toplumlara olan ilgisi ve düşüncesi de yavaş yavaş değişti. Her ne kadar teknolojik atılımlarıyla Samsung, Hyundai, LG gibi dev firmalarla dünyaya çoktan adını duyursa da Kore toplumu kendilerinden başka toplumlara açık değillerdi. Yıllar süren Japon işgali, daha sonra ülkenin ortaya çıkan fikir ayrılığı ile ikiye bölünmesi derken bu olaylar Güney Kore toplumunda bir sosyal travma oluşturdu. Gece gündüz çalışan makinalar haline gelen bu toplum, küreselleşme ile endüstrisinde ve sanayisinde modernleşse de geleneksel yapısından ödün vermeye pek niyetli değildi. Çocukların anne babalardan ayrı eve çıkmaları çok büyük bir tabu idi çünkü Kore de Türkiye’de olduğu gibi derin ve iç içe geçmiş aile bağlarından beslenen bir toplumdu. Örneğin; özellikle 2010 öncesinde hem toplumda hem de dizilerde Kore-yabancı evlilikleri büyük bir toplumsal tabu iken, artan turist etkileşimi de hem toplumda hem de dizi sektöründe uluslararası çiftlerin sayısının artmasına neden oldu. Bunun asıl nedeni Kore’nin melez (!) Koreliler istememesi ve ırkın bozulacağından korkmaları iken değişen dünya koşulları bu toplumsal kuralı da esnetmeyi başarabildi. Günümüzde de hatırı sayılır ölçüde Kore-yabancı evlilikler var.
2000’li yıllar öncesinde tipik olarak zengin oğlan fakir kız teması, güçsüz, erkek egemen dünyada ezilen ve çaresiz resmedilen, suratına zengin ve kibirli anne tarafında bir tokat ve para dolusu zarf atılıp ağlayarak sevdiği adamları terk eden acı dolu kadınların yerini güçlü, kendi ayakları üzerinde durabilen ve tuttuğunu koparan kadınlar aldı. 2020 yapımı “Mine” isimli Kore dizisi de güçlü kadınların yarattığı dünyayı görmemizi sağladı. Yalnız anneliğin toplumda büyük bir tabu olduğu dönemleri değiştirmek üzere “When the Camellia Blooms” adlı dizide yalnız bir annenin hayata ve çocuğuna tutunduğu aynı zamanda da toplumsal önyargıları nasıl tekme tokat alaşağı ettiği işlendi. Bu kadın hem iş kurdu, hem çocuğunu büyüttü hem de aşık olup evlendi.
Kore dizileri yavaş yavaş tutucu olduğu konuları bırakarak toplumun seçimlerine ve bireysel seçimlere daha saygı duyduğu bir formata dönüştü. Özellikle “Abnormal Summit (Türkiye’de de Elin Oğlu)” isimli TV programında farklı ülkelerden gelip Kore’de yaşayan ve Korece konuşan insanların kültürlerini tanıttığı program ile de Kore dil, din, ırk, cinsiyet gibi kavramlar ile bireysel seçimlere olan saygısını bu gibi yapımlar üzerinden göstermeye başladı. Ulusal kanallarda daha farklı uluslardan insanlar yarışma ve eğlence programlarına çıkmasıyla da ekranlardaki çeşitlilik arttı. Sonra dünyada NETFLIX isimli bir platform ortaya çıktı ve eğlence sektöründe devrim yarattı. Hala devlet televizyonlarında tabu olan sahneler ve kıyafet kodları olsa da NETFLIX öncesi bu tabular toplumsal etkileşimler ile yavaş yavaş yıkılmaya başlanmıştı bile. Günümüzde BTS’in bayrağı taşıdığı bu popülerlik dizi sektöründe de NETFLIX yapımları neticesinde Kore dizilerini Hallyu’nun da ötesine taşıdı.
Peki NETFLIX ile birlikte ne mi oldu? Burada bu başarıyı sadece NETFLIX’e vermek de biraz haksızlık olabilir. Çünkü Kore toplumundaki yoz yaşamlar, gerçekler, cinayetler, siyasi çalkantılar webtoonlar aracılığıyla bir süredir işleniyordu ama NETFLIX bu webtoonları dijital dünyaya taşıdı ve Kore dizi-film endüstrisine yeni bir soluk getirdi.
Bu yazımda sizinle NETFLIX’de yer alan ve webtoon uyarlaması Kore dizilerini paylaşacağım. Spoiler vermedim ki (yani umarım) siz okuyucularımız bu yazıyı okuduktan sonra merak edin.
Kingdom: Benim en favori dizim açık ara Kingdom. Belki on defa izledim desem yalan olmaz ve her defasında da farklı bir ayrıntı ile karşılaştım. İki sezon ardından “Kingdom: Ashin of the North” isimli film ile hikayeyi oldukça geniş açıdan yeniden inceliyor ve bizi üçüncü sezona hazırlıyor. Kingdom Kore’nin Joseon isimli hanedanlık döneminde geçen bir hikaye. Sarayda Kralın öldüğüne dair çıkan söylentilerin ardından veliaht prens gerçeklerin ne olduğunu öğrenmek için koruması ile yola çıkıyor. Yaşam çiçeği adı verilen bir bitkinin ölüleri dirilttiği bilgisi üzerine başlayan hikayenin aslında politik güçler kavgası altında halkın nasıl ezildiğini gösteren başka bir yanı da var.
Joseon döneminde kralın halkın nasıl yaşadığını bilmediği üzerine halkın yönetime olan eleştirisi ve tabi ki bu düzeni düzenin içinden acı bir şekilde geçerek değiştirmeye çalışan bir yandan ortaya çıkan salgın hastalığı çözmek için çabalayan bir veliaht prens hikayenin merkezi. Ikinci baş rolümüz ise Bae Doona, Sense8’den çoğu insanın bildiği Koreli oyuncu. Başrolümüz ise Joo Ji Hoon… Bu ismi özellikle belirtmek isterim çünkü yıllar önce genç bir oyuncu iken bir takım nedenlerden ötürü hapse atılmış ve de televizyon dünyasından yasaklanmıştı. O yüzden Kingdom ile yıllar sonra oyunculuğa devam etmesi ve yapımın başarılı olması uzun süredir Kore yapımlarının fanı olan insanlar için de Joo ji Hoon için de bir milat oldu. Kingdom sonrasında da Hyena, Jirisan gibi TV yapımlarında oldukça güzel işler çıkardı ve onu özleyen hayranlarının hasretini bir nevi giderdi.
Strangers from hell: Kore’nin en karanlık yüzlerinden bir tanesi alım gücü çok düşük insanların yaşadığı minicik karanlık daireler. Daire diyorum ama o kadar küçük, karanlık ve derme çatma yapılar ki bir insan burada nasıl yaşar diye sorgulatıyor. Parasite isimli Oscar’lı filmde de benzer bir ev yapısı ve içinde yaşanan hayatları görmüştük. Bu gibi evlerin bir diğer versiyonu da “gosiwon’ adı verilen 10-15 metrekarelik pansiyon odaları. Bazı gosiwonlar çok lüks iken bazılarının kapısının önünden bile geçmek istemezsiniz. İşte hikaye böyle bir yerde geçiyor. Fakir köylü oğlumuz bir tanıdığı vasıtasıyla iş buluyor ve büyükşehire yerleşiyor. Kazandığı para ile annesine bakmalı, kız arkadaşıyla vakit geçirmeli ve sosyal aktivitelerde bulunmalı dürtüleriyle zaten geceden geceye kalacağım diye düşünüp biraz da para biriktirmek için Eden Gosiwon’a yerleşiyor. Aslında ilk başta orada olmak istemiyor ama şartları düşününce oradan başka bir seçenek de pek kalmıyor. Köyden yeni gelmiş parasız birisinin çaresizliği burada çok güzel bir şekilde resmediliyor. Kaldığı yerin tiksindiriciliginin yanında gosiwon sahibi kadının oldukça arkadaş canlısı olması kahramanımız için biraz huzur etkisi yaratsa da elektronik kelepçe ile dolaşan ve sürekli yetişkin filmleri izleyen bir yan komşu, zihinsel engelli bir adam, kılık kıyafeti ile orada neden yaşadığını anlamadığımız bir diş doktoru ve bir mafya üyesinin arasında kalan kahramanımız zamanla ciddi psikolojik bunalımlar yaşıyor. Sürekli izlendiğini, odasına birilerinin girdiğini fark ettikçe de bu gerilim büyüyor. Seri kedi katili hikayesi ile konuya dahil olan polisler ile birlikte bir seri katil/ yamyam hikayesi arasına sıkışan kahramanımız sosyal adaletsizliğin ve toplumsal aşağılanmalara öfke nöbetleri ile cevap veriyor. Gaslighting ve psikolojik şiddetin detaylı bir şekilde işlendiği bu yapıt oldukça başarılı. Ayrıca fantezi seri katil hikayesini ve gosiwonda yaşayan insanları da çıkardığımızda bu hayatlar Kore’de oldukça fazla… Bu kadar gerçek olması da bu yapımı bir başka yere taşıyor. Aslında isim çevirisinde bir hata var… İngilizce’den çevirdiğimizde “Cehennemden Gelen Yabancılar” olsa da Korece’den çevirdiğimizde “Yabancılar Cehennemdir” hikayeye daha çok uyuyor.
Hellbound: Kendilerine bir “melek” vasıtasıyla ölecekleri söylenen insanlar… Bir anda ortaya çıkan zebaniler… Yeni yeni oluşmaya başlayan bir din… Hellbound insanların cehennem korkusunu ele alarak ortaya çıkartılmış bir yapıt. 6 bölümlük dizi iki setten oluşuyor diyebiliriz. İlkinde bu yaratıkların tanrının inananları günahlardan korumak için gönderdiği ve günahkâr olan insanların nasıl cezalandırılacağını anlatan ve hikayede peygamberleştirilen bir karakter var. Bir de bu ölümleri araştıran polis ve avukat… Polis güçlerine göre bu ölümler cinayet iken, “Yeni Gerçek” isimli bu dinde bu ölümler tanrının uyarısı… İkinci bolümde ise cehenneme gideceği bildirilen yeni doğmuş bebeklerini zebanilerden kurtarmaya çalışan bir ailenin hikayesi işlenmiş. İnsanların korkuları yaratıcı ile alakalı olarak başlasa da günah işlediği düşünülen ya da bu yeni dine inanmayan insanları “Tanrı adına” cezalandıran radikal biz mezhebin de ortaya çıkmasıyla insanlar artık Ok Başı adı verilen bu mezhepten korktukları için günahlardan kaçınıyorlar. Bu kurgu ile insanların korkularını kullanarak kendi çıkarlarını güden bir mezhep oluşumu ile yozlaşmış bir toplumun korkular etrafında nasıl kontrolden çıktığı ya da kontrol edilebileceği işlenmiş. Zamanla Yeni Gerçek ve Ok Başı toplumun her kesimini ele geçiriyor ve ortaya sadece korkular ile evlerine kapanmış insanlar çıkıyor. Aksiyonu bol bir dizi olsa da altında yatan felsefi mesajlar o kadar fazla ki insan durup kendisini değerlendirmek zorunda kalıyor. Son bolümde yaşanan bir olay ile dizinin ikinci sezonu olacağının da sinyalleri verilmiş oldu. Hala o yaratıklar neden geliyor, neden böyle mesajlar alınıyor? Günah ile bağdaştırılıp cehenneme gideceği söylenen yetişkin insanlara zorla olası günahları canlı yayında anlattırılırken neden yeni doğmuş bir bebek de cehenneme gideceği mesajını alıyor? Bu sorular henüz cevaplanmadı ve sanıyorum ikinci sezonda bu cevapları alacağız.
Sweet Home: Bir gün dünyayı bir takım yaratıklar basıyor ve bir apartmanda kapalı kalmış insanların bu yaratıklardan kurtulma serüvenini izliyoruz. Kahramanımız yaratıklara karşı insanları korurken kendisi de yavaş yavaş bir yaratığa dönüşüyor. Ama hikayenin en can alıcı kısmı tabi ki bu yaratıkların nasıl ve neden ortaya çıktığı. İzlediğimizde insanların arzu, hırs ve şehvetlerini görüyor ve insan psikolojisinin de derinlerine doğru yola çıkıyoruz. İkinci sezonu da gelecek olan bu yapımı heyecanla bekliyorum.
Siz bunlardan hangilerini izlediniz ya da izlemek istersiniz? Yorumlarda buluşalım.