Gece
Gündüz

Osmanlı’da Yeni Sanat: Art Nouveau

24 September 2019
3 dk'lık okuma

 

Bu yazımda sizlere, tasarımında doğal unsurların güzellik ve ihtişamı ile göz dolduran zarefetin vücüt bulmuş hali  art nouveau akımından ve Osmanlı’ya etkisinden bahsedeceğim.

Art Nouveau Nedir? Kısaca İnceleyelim

Art Nouveau akımının ismi 1896 yılında Paris’te açılmış olan, bir dekoratif mobilya ve aksesuar mağazasından gelmektedir. Devlet salonuna kabul edilmeyen sanatçıların da bu akıma yönelmesiyle akım güçlenmiş ve anti-akademik bir nitelik kazanmıştır. Art Nouveau makineleşmeye ve standart üretimin kalıplarının oluşturduğu simetrik ve keskin hatlara karşı geliştirilmiş, kıvrımların ve bitkisel motiflerin sıklıkla kullanıldığı bir sanat akımıdır. Kökeni Londra merkezli olan Arts & Crafts hareketine dayandırılmaktatır. Özellikle Avrupa ve Amerika’yı etkisi altına almıştır.

19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında etkili olan bu akım birçok Avrupa ülkesinde bölgesel olarak değişik adlarla anılmış ve adlara uygun olarak da uygulamaların niteliklerinde değişiklikler görülmüştür. Modern Style, Yellow Book Style, Fin de Siècle Style, Jugendstil, Secession Stil bölgesel olarak kullanılan adlara örnektir. Akım ilk başlarda mimarlıktaki gelişmelerde daha belirgindir. Abartılı kullanılan barok stili benzeri dekoratif bezeme ve süslemeler sebebiyle Floral Style (Doğal Stil), Style Coup De Fouet (Kamçı Vuruşu Stili) ve Style Anguille (Yılanbalığı Stili) olarak da anılmıştır. Türkiye’de ise Yeni Sanat ya da 1900 Sanatı olarak yer almıştır.

Art Nouveau’nun Osmanlı’ya Yansıması Nasıl Olmuştur?

İstanbul’un fethinden bu yana Avrupa kökenli insanların yaşadığı Galata Yarımadası ve özellikle Beyoğlu, Haziran 1870’ de gerçekleşen yangın, geniş aile kavramının yerini çekirdek aile kavramına bırakması ile doğan konut ihtiyacı ve Osmanlı’da belediyecilik çalışmalarının başlaması, Tanzimat Fermanı ile batılılaşma çalışmaları, Avrupa devletlerinin elçiliklerinin burada açılması gibi nedenlerle değişimin hızlı ve etkili görüldüğü bir yer olmuştur. Değişimler ile değerlenen semtin eski sakinleri yerlerini İstanbul’un varlıklı ve üst düzey insanlarına bırakır.

Bölgenin statüsü birden bire değişir; sınıfsal bir el değişimiyle bir Avrupa kentine dönüşmeye başlar. Anıtsal yapıların yapımı neredeyse yüzyıl sonuna kadar tamamlanır. Tiyatrolar, Levantenlere yahut yabancılara ait okullar, kiliseler, apartmanlar, restoran ve kafeler, şarküteriler, oteller, modaevleri, kitapçılar, yayınevleri, seyahat acenteleri ve daha birçok kentsel zenginlik bu dönemde yerini alır. Yüzyıl sonunda bu zenginleşen ortama Avrupa’dan bir yenilik rüzgârı, Art Nouveau akımı gelir ve uygun tarihi koşulların ürünü olarak İstanbul’da özgün bir gelişme gösterir.

Ütüsüz Pantolonla Girilmezdi

O dönemde Art Nouveau tarzında inşa edilen yapılarda oturmak, modernliğin ve kişinin sosyal statüsünün en önemli göstergesiydi. Büyük mağazaları, tramvayları, şık giyimli insanları ve Avrupai yaşam tarzıyla öne çıkan Galata ve Pera, yani günümüzün Beyoğlu semti, bu yeni tarz mimarinin de beşiği oldu.

Art Nouveau’nun mimaride kendini başlıca ifade etme araçlarından biri de bina cepheleridir. Cephe genel olarak geleneksel türk mimarisinde olduğu gibi balkon ya da cumba gibi dışa taşan bir hacimle vurgulanır. Bu çıkıntı iki ya da üç kat boyunca devam edip, bir balkon şeklinde sona erer. Taş evlerin son katı çok zengin süslü bir kornişle vurgulanır. Cumba sadece cepheyi oluşturan bir elemanı değil aynı zamanda o apartmanda daha fazla alana sahip olmak için de kullanılır. Art Nouveau binalarının özelliğini oluşturan en belirgin ögeler cephedeki boş ve dolu hacimleri vurgulayıp açığa çıkartan bitkisel motiflerdir. Bu bitkisel süslemeler ise Osmanlı Sanatı ile tam bir uyum içindedir. En sık karşılaşılan motif, gül motifidir. Gül, Flora Han’da olduğu gibi tomurcuk şeklinde veya tüm haşmetiyle açmış olarak ya da Botter Evi’nin girişindeki dikenli, dolambaçlı sarılmış dallarıyla göz doldurur.

Art Nouveau, ahşabı da son derece narin bir dantel zarafetinde, ince bir dokuya dönüştürür. “Süslemeye yönelik” ahşap, Boğaziçi kıyılarında ve Büyükada’daki ahşap evlerde genel olarak bir süs şeridi olan friz olarak kullanılır. Ahşap işçiliğinin en güzel örneklerini Hıdiv Kasrı’nda görmek mümkün. Kapılar, merdiven korkulukları, giriş parmaklıkları ya da balkonlarında ise dövme demirden işler süsler. Vitray ise bugün hala Botter Evi ve Markiz Pastanesi’nde görebileceğimiz gibi en güzel çiçeklerini sunar bize.

 

Yorum Yap

Your email address will not be published.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR