Gece
Gündüz

Sabahattin Ali: İçimizdeki Şeytan ve Biz

5 April 2020
yazdı
2 dk'lık okuma

Türk Edebiyatı’nın usta yazarlarından birinin, en bilindik eserlerinden birine mercek tutacağız bugün. Birçok kişinin süslü kahve fincanları ile paylaştığı “Kürk Mantolu Madonna”nın, Kuyucaklı Yusuf’un, Sırça Köşk’ün ve İçimizdeki Şeytan’ın yazarı… Olağanüstü kalemi, sürükleyici kurgusu ve yalın ama etkili diliyle Sabahattin Ali, kütüphanenizde veya hatırlarınızda bulunmazsa pişman olabileceğiniz bir yazar. O halde gelin, onun en sevdiğim romanı olan İçimizdeki Şeytan’a bir bakalım…

 

Sabahattin Ali, birçokları tarafından politik kişiliğiyle tanınsa da; açıkçası bu kişiliğini onu biraz araştırdıktan sonra öğrendim desem yalan olmaz. Zira kendisinin dili, olay hikayeciliği, anlatımındaki sürükleyicilik o denli güçlü ki bu yönünü kitaplarında hissetmiyorsunuz bile. Esasında anlatmak istediklerinin bambaşka olduğunu anlıyorsunuz. Romanlarında okuyucuya sonunda her daim mesajlar veriyor ama hiçbir zaman bunu romantik yazarlar gibi gözümüze sokmuyor. Öyle ki herkesin okuduğundan çıkardığı ders bu bağlamda farklı olabiliyor.

İçimizdeki Şeytan’da ise yazar, Macide ve Ömer isimli iki karakterin aşkını anlatıyor bizlere. Aslında aşk romanları beni oldum olası sıkmıştır. “Tarih öncesi çağlardan bu yana aşkın biçimi değişmedi ki, okuduklarımız değişsin” diye düşünürüm hep. Fakat Sabahattin Ali o denli farklı ele alıyor ki bu aşk hikayesini, aslında biz bir aşk hikayesi değil; günümüz insanının duygusal değişimini görüyoruz. Romanda yer yer kendi hayatlarımızla öyle çok ortak noktaya tanık oluyoruz ki, okurken “Bu roman kaç yılında yazılmış? Her şey bu kadar aynı olabilir mi? Benim hissettiklerimi 1940 yılında bir yazar nasıl yazabilir?” diye hayrete düşüyoruz.

Eserin baş kahramanı Ömer, roman boyunca devamlı kendiyle içsel yüzleşmeler yapıyor. Bu yönüyle Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ına benzetebiliriz. Ancak burada Ömer, Tutunamayanlar’dan farklı olarak; hayali bir kahramanla konuşmuyor, bizzat kendisiyle yapıyor bu öz değerlendirmeleri. Ömer düşündükçe ve konuştukça, biz de aslında kendi iç dünyamıza bir yolculuğa çıkıyoruz. Birçok işi yaparken yaşadığımız o isteksizlik, dışarıdan gelen toplumsal baskılarla kendi benliğimizden uzaklaştığımız tüm o anlar, birer film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiyor. Ve dahi Ömer’i kitabı okurken çok eleştirsek de, günün sonunda buruk bir kırılganlıkla yenilgiyi kabul edip; bizim de ondan çok farklı olmadığımızı itiraf ediyoruz kendimize. O noktada hayatta verdiğimiz birçok kararda, sergilediğimiz birçok duruşta, gösterdiğimiz birçok davranışta yer yer Ömer gibi olduğumuzu; bahanelerimizin arkasına sığındığımızı ve hatalarımızı kendimizde aramadığımızı fark ediyoruz. Ömer tüm bu yanlış kararlarında, içinde bir şeytan olduğuna inanarak onu suçlarken; biz de aynı şekilde bir günah keçisi arıyoruz. İşte o zaman yazarın tam da şu cümlelerle ifade ettiği noktaya geliyor ve büyük bir şokla, derin bir nefes alarak soluksuz okuduğumuz bu kitabı, sakince yere bırakıp bu satırlar üzerine düşüncelere dalıyoruz:

“İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var…

İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey:

Hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var…”

 

 

 

 

*Dergimizdeki bu ve diğer tüm yazıların hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz, çoğaltılamaz ve kaynakça göstermeksizin alıntı yapılamaz.

Eda Ozceyhan

2015 senesinden beri EAO MAG'in kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini sürdürüyorum. Başkent Üniversitesi İşletme ve Anadolu Üniversitesi Sosyal Medya Yönetimi bölümlerinden mezun oldum. Çok küçük yaştan beri yazı yazmak, kitap okumak, şiir ve sunuculuk konularına ilgiliydim. Bunlarla ilgili birçok eğitim alıp, uluslararası yarışmalarda ödüller kazandım. İleri düzeyde İngilizce ve Fransızca, orta düzeyde Yunanca biliyor; boş zamanlarımda seyahat ediyor ve müzikle uğraşıyorum. Uluslararası satış ve pazarlama, dijital pazarlama, PR ve sosyal medya yönetimi konusunda uzmanlaştım.

Yorum Yap

Your email address will not be published.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR