Octavia Spencer’ı severim, bu zamana kadar oynadığı her rolü de layığıyla taşıdığını düşünürüm. Oyunculuk da budur zaten, elindeki senaryoyu en iyi şekilde değerlendirmenin yanında teklifler arasında doğru seçimi yapabilmek. “The Help” ile aldığı Oscar’ı sonuna kadar hak etmişti ve “The Shape of Water” adaylığı da oldukça yerinde bir karardı. Kısacası, profesyonel oyunculuğa 1996 yılında başlayan değerli aktrisin kariyeri fazlasıyla yıldızlı ana sahip. Ne yazık ki, “Ma” onlardan biri değil.
Seyirciye durmadan farklı bir kırılma noktası verip, heyecanı her daim dorukta tutmaya çalışan filmler vardır. Her sahnede ekran başındakine ‘eyvah’ dedirtme yollarını arar bu filmler. Genelde bu tarz yapımların verebileceği maksimum zevk de bundan ibarettir. Acaba ne olacak soruları havada uçuşurken genelde bir buçuk iki saat arası olan filmin belli bir kısmı uçar gider zaten. Bu da iyi bir film izlenildiği illüzyonunu oluşturabilir. Yanılıyorsunuz. Merak unsuru yaratmak zor değil, her sahnede diken üstünde tutmaya çalışmaktansa ortaya çıkarılan gizemin sağlam bir temele oturtulması ve sonucunda tatmin duygusu yaratmasıdır asıl önemli olan. Ma’nın sınıfta kaldığı ilk ve en önemli nokta bu. Hizmet ettiği noktaya yetemeyen birden fazla kırılma noktası var. Ayrıca, Spencer’ın karakteri Sue Ann de dahil tüm karakterlerin oluşum aşamaları baştan savma. Karakterler ve aralarındaki ilişkiler sağlam bir zemine oturmadığı için, seyircinin de bu konuya dikkat etmesi gibi bir durum söz konusu olamıyor. Hal böyle olunca bari bir şeyler kırılsın dökülsün, vahşet görelim diye bekler buluyorsunuz kendinizi.
Ve evet, film patlıyor da. Fakat bu patlama beklediğiniz gibi gerçekleşmiyor. Birbirinden silik karakterleri zaten unutmuş ve artık varoluşunun son zayıf anlarını yaşayan gizem unsurunun ekşimiş tadından bezmiş oluyorsunuz. Böylece tonlarca gereksiz kırılmadan sonra filmin asıl kırılma noktası da yalancı çobana dönüyor.
Buraya kadar film hakkında iyi bir şey söylemediğimin farkındayım, hatta Octavia Spencer da bu durumdan nasibini aldı. Ki bu istemediğim bir durum, açıkçası Ma’nın tek iyi noktası Spencer’ın kadroda olması. Her rolü iyi taşıdığını belirtmiştim. Karakterinin silik olması senaryoya bağlı bir durum. Kendisine verilen rolü layığıyla yerine getirdiğini es geçemem. Buradan da anlaşılıyor ki Ma’nın asıl sorunu senaryonun yazım aşamasından itibaren başlamış.
Sonuç olarak, Ma bana 100 dakika, bir bira ve bir paket çıtır fıstığı boşa harcattı. Octavia Spencer’ın etkileyici rolünü daha kaliteli bir senaryoda görmeyi çok isterdim. Çünkü burada ne kadar parlamaya çalışsa da önünü tıkayan bir dolu unsur var. Kendisinin sonraki filmlerini yine sabırsızlıkla bekleyeceğim fakat umarım içlerinden bir Ma daha çıkmaz.