Gece
Gündüz

(A)Sosyal Medya

13 October 2020
3 dk'lık okuma

Yazdıklarımın okuyucusunun belirli (kısıtlı) bir kitlesi olduğunun farkındayım. Gerek yazdıklarımdan gerekse ilgi çekiciliği düşük olan konulardan kaynaklı olsa gerek. Veya belki de bu işi de diğerleri gibi genel anlamda çok beceremiyordumdur. Ama ne yapayım yazmadan duramıyorum. Ve bence bir yazar, yazmadan durabiliyorsa; yazmamalıdır.

Hadi gelin şimdi bugün, her gün görüp de unuttuğumuz düşlerimize bir yolculuğa çıkalım. Yazıyı okuduktan sonra veya yazıyı okurken kafanda tahayyül etmeye çalış anlatmaya çalıştıklarımı.  Her gün yanından öylece geçip gittiğin bir şeyi düşün ya da bir şekilde sürekli gözünün önünde olan ama asla umursamadığın bir şeyi; bu yazıyı okudukça aklına geleceğini düşün. “Bütün dünyayı unut” “telefonunu bırak ve artık keşişler gibi yaşamaya başla” gibi gereksiz bir cümle kurmayacağım. Ama neden elimizde fırsatlarımız varken hala bunları görmezden gelelim ki?

Böylesine bir çağda yalnız kalabilmeyi bilmek sadece karantinadayken Instagram’a çok sıkıldım storysi atmak mıdır? Mümkün müdür? Ya da bu sadece romantik bir tutku olarak mı kalacaktır? 

Gelişen teknoloji, bizi daha sosyal insanlar haline mi getirdi yoksa daha da mı yalnızlaştırdı? Araştırmalara göre insanlar günde 150 kez telefona bakıyormuş. 

GÜNDE 150 KEZ! 

Artık her yerde, başları önde zombi gibi gezen insanlar görmeye başladım.

Geçtiğimiz günlerde şu fotoğrafa rastladım:

Bu fotoğraf Hollanda’daki en büyük tarih ve sanat müzesinde çekilmiş. Bu insanların arkasındaki Rembrandt’ın bir tablosu. Ve Rembrandt sanat tarihinin en önemli ressamlarından biri. Van Gogh gibi o da Hollandalı. Karanlık çizimlere verdiği tutkusundan kaynaklı olsa gerek “ışığın ve gölgelerin ressamı” olarak anılıyor. Fotoğraftaki tablosunun adı ise “The Night Watch” yani “Gece Devriyesi”. 1642’de tamamlanmış bir tablo bu. Yani yaklaşık 400 yıllık barok stilinde bir yağlı boya. 

Şimdi bir de bu şekilde bir kare var. “Peki, burada ne oluyor?” derseniz, ölüm döşeğindeki bir kadına son isteğini soruyorlar. O da diyor ki: “Rembrandt tablolarına bakmak”. Ve akabinde onu sedyeyle bu müzeye getiriyorlar.

Dikkat ettiyseniz tabloya sırtını dönmemiş. Elinde bir telefonla fotoğrafını falan da çekmiyor tablonun. Ona bakıyor. 

Peki… Sizce hangi karedeki insanlar yalnız? 

Telefon, televizyon ya da internet bağımlılığımız fena derecede artış göstermekte. Hele ki şu son birkaç aydır. Televizyonlarımız ve telefonlarımız inceldi ama biz onun karşısında oturmaktan obeziteyle aşık atıyoruz. Teknolojik aletlerimiz akıllı(!) ama biz gitgide akılsızlaşıyoruz… 

Hız ve görsel üstüne kurulu bir çağdayız. Kaldı ki kimse bir cümleden fazlasını okumak dahi istemiyor artık. Ne demişti Gülten Akın? “Kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya.” Derine inmiyoruz. Yüzleşmiyoruz. Sürekli konuşuyoruz ama dinlemiyoruz. Sormuyoruz. 

Artık okumak yerine “post atıyor”, “retweetliyor”, “check-in” yapıyoruz. Tüketiyoruz. Kendi kendimizi tüketiyoruz, doğal kaynakları tüketiyoruz. Bir şekilde bütüne bakıldığında birbirimizi tüketiyoruz ve tükettiklerimizin yerine daha iyi daha yeni bir şey koymuyoruz. 

Bir kültür çölünün tam ortasındayız. Yanıbaşımızdaki güzelliklere nankörce sırtımızı dönüp kalabalıkların içinde kaybolup gidiyoruz. 

Artık biraz sakinleşmenin, oturup düşünmenin vakti gelmedi mi? 

Acaba sosyal hayatı ya da sosyal gelişmeyi yanlış mı anladık?

En başında da dediğim gibi ben demiyorum ki telefonlarımızı atalım üstüne de keşişler gibi hep tek başımıza yaşayalım. Ben, bir denge kurmalıyız demek istiyorum. Tabii ki telefonu da interneti de kullanacağız, ne kadar güzel bir teknoloji ama bunu boş işler için değil verimli şeyler için; kendimizi geliştirmek için kullanmalıyız. Ya da tabii ki sosyalleşeceğiz. Dışarı çıkacağız, eğleneceğiz, gülüp ağlayacağız ama bunu zaman zaman kendi başımıza da yapmalıyız.

Yine de her şeye kıyas amaçlı küçük bir şiir bırakmak istiyorum yazımın sonuna…

Bir kadınsan, kaç kurtar kendini bu dünyadan.

Zalim dolu her taraf alırlar canını kaçmazsan.

Korkma yaşarsın sen de çok konuşmaz susarsan.

Kolunda bir zalim, aklımda binbir halin

Önünde aşkla bakan, içinde nefret dolan

Halatlar boynuma dolan. 

Kadın gülmez adam susmaz

Adam utanmaz kadın unutmaz

İkisi de birbirine zalimlikten utanmaz

Halden desen

İkisi de birbirini bir türlü anlamaz

Yok mu lan hiç birinizde vicdan. 

Aldanma, korkma, inadına yaşa

Uras Yurdagül

İnsanlar nasıl nefes almak, yemek yemek zorundaysa ben de yazmak zorundayım. İlk gençliğimde nelere ilgi duyduğumu görebilmek ve sevdiğim şeyi yapmak hoşuma gittiği için yazıyorum.

Yorum Yap

Your email address will not be published.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR