Gece
Gündüz

“It Follows” ve Fikir ile Korkutmak Üzerine

12 June 2020
3 dk'lık okuma

Günümüz korku sinemasına hakim olan “jump scare” anlayışı, işini layığı ile yapsa da bir süre sonra bünyenin alışması sonucu etkisini kaybeden bir yöntem.

Bu yöntemin piyasaya sürülen yapımların büyük bir çoğunluğunda kullanıldığını ve yalnızca korku türünün değil diğer türlerin de belli başlı zamanlarda başvurduğu bir yöntem olduğuna dikkat etmişsinizdir. Komedi filmlerinde bile karşılaşabileceğiniz bir yöntem haline geldi “jump scare”. Burada bahsettiğimiz bu yöntem korkuyu bünyeye aşılamakta yetersiz kalıyor. “Sıçrıyorsan, korkmuşsundur.” anlayışı da biraz yanlış kalıyor böylelikle. Gözünüzün önünden kelebek geçse bile sizi sıçratabilir, fakat bu korktuğunuz anlamına gelmez.

Korkuyu aşılamaktan bahsederken aslında “dehşete düşürmek” tabirini de kullanabiliriz. Bir korku filminin gücünü bu şekilde anlayabiliriz. Aynı zamanda bu fikri destekleyici bir diğer özellik izleyiciye empati kurdurabilmektir. Karakter gelişiminin kuvvetli tutulması ve kurulan atmosferle bu gelişimin desteklenmesi elimizdeki yapımı her daim bir adım yukarıya taşıyacaktır. Eğer filmin başından sonuna kadar içinizdeki rahatsızlık hissini kaybedemiyorsanız, başarılı bir yapım izliyorsunuz demektir.   Bizden önceki nesillerin yıllar öncesinden kalma kuş korkusu işte bu sayede asıl olarak kuşlardan değil, Hitchcock’un dehşet verici atmosferinden kaynaklanıyor.

David Robert Mitchell’in kalemi ve yönetmenliğinin ürünü olan It Follows, yeni bir film değil. 2014 yılından beri bizlerle. Fakat bana göre birkaç başka örnekle birlikte günümüzde “fikir ile korkutma” alanında en başarılı olan filmlerden. Hikayemiz, adeta bir hastalık gibi cinsel yolla kişiden kişiye bulaşan bir lanet ve sebep olduğu korku üzerinden şekilleniyor. Bu lanetli varlık kurbanının karşısına istediği her şekilde çıkabiliyor ve onu “takip ediyor”. Böyle üstün körü bahsedince bile filmin yeteri kadar ürkütücü ve ilginç bir altyapıya sahip olduğu anlaşılıyor. En basit ve en klişe korku unsurlarından biri olan “takip edilme” korkusunun bu kadar yaratıcı ve atmosferik bir şekilde işlenmesi filmin en temel direği oluyor. Aynı zamanda film Mitchell’in ilk uzun metrajlı işi. Mitchell, örnek aldığı yönetmenlerin klasik yapımlarından da ufak göndermeler kullanıyor filminde. Bu ufak göndermeler birer saygı duruşu görevi gördüğü gibi aynı zamanda filmin altyapısını güçlendirir nitelikte detaylar oluyor.

Bazı eleştirmenler ve sinemaseverler tarafından “It Follows”un abartılmış bir film olduğu görüşleri sunuldu. Bu görüşe benzer yaklaşımlar daha önce “The Babadook” için de yapılmıştı. Kendi adıma konuşacak olursam, bu görüşe katılmıyorum. Hatta, bu görüşün piyasanın artık yalnızca “jump scare” üzerine kurulu sisteme alışmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Bu tarz filmlerin keyif vermediğini söylemiyorum. Ama keyif vermekten öteye geçmediğini ve çabuk unutulduğunu savunuyorum. Jump scare kullanıp aynı zamanda atmosferik özelliklerinin kuvvetli olması sonucu başarılı olan filmler de elbette mevcut. Son zamanlarda “The Conjuring”i buna örnek gösterebiliriz. Annabelle ve The Nun gibi türevlerinin orijinal fikri çok desteklemediğini ise üzülerek belirtiyorum.

Geceleri bizi ayakta tutan korkunun fikridir. Gün sonunda köşeden aniden fırlayan herhangi bir şey yerine karanlıkta sizi her zaman gözleyen ve takip eden bir varlığın olduğu fikri sizinle kalır. Bu şekilde düşünülmesi ortaya çıkacak olan eserin kalıcılığını da artıracaktır. Bu nedenle; It Follows, The Babadook ve Hereditary gibi filmlere denk geldiğimde içimde bir umut ışığı beliriyor. Bu umut ışığını besleyecek yapımların da ardı arkası kesilmez diye umuyorum.

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR