Edebiyat dünyasına 2018 yılında çıkarttığı “Deruni” adlı kitabıyla giriş yapan genç yazar Fulya Ölmez, aşk ve psikoloji içerikli bu güzel romanla dikkatleri kısa sürede üzerine çekmeyi başardı. Aynı zamanda çeşitli dergilerde yazdığı derin anlamlı yazılarıyla da okurlarıyla buluşan yazarla yaptığımız röportaja gelin birlikte bakalım!
Fulya Ölmez kimdir? Bize biraz kendinden bahseder misin?
Zonguldak’ta doğdum, üniversite zamanına kadar ailemle orada yaşadım. İlk il dışı tecrübem Kütahya ile oldu. Dumlupınar Üniversitesi Tıbbi ve Aromatik Bitkiler bölümünü okudum. Ardından Başkent Üniversitesi’nde Anestezi bölümünü okumak için Ankara’ya taşındım. Okul bittikten sonra Ankara’da bir hastanede görevime başladım. Görevime devam ederken İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ni, ardından da Sağlık Yönetimi’ni bitirdim. 8 yıllık Ankara hayatım, 3 yıl önce yine bitmeyen eğitim hayatımdan dolayı (Fulya burada kendine gülümsüyor ) İstanbul’a taşınmam ile son buldu.
Eğitim hayatım yoğun olsa da her zaman sosyal bir insan oldum. Çocukluğumdan beri birçok kursa gidip birçok sanat dalıyla ilgilendim. Hobilerine tutkuyla bağlı olanlardanım sanırım. Mesela evimde puzzle asılı olmayan tek köşe kalmamasına rağmen hala günlerce başımı kaldırmadan puzzle yapabilirim. Tangoya aşığım, satranca da aynı şekilde. Bunların dışında boş birkaç saat bulduysam bir de hava güzelse direkt kendimi sahile atarım. Doğaya ve hayvanlara müthiş bağlı biriyim. Boş zamanlarımı çadır sırtımda dağ bayır gezip yeni yerler keşfederek değerlendiriyorum ve bu bende arınma hissi yaratıyor. Dünya o kadar büyük ve keşfedilecek o kadar çok şey var ki… Ayrıca bizim ülkemizin her noktası gerçekten cennet. Bu bize bahşedilmiş büyük bir armağan. Bunlara kör olmayı seçmek büyük nankörlük. Çok yazan oluyor “Kampta ateş, yeme-içme vs. bu kadar zorluğa değmez otel tercih etsene” diye. Saygı duyuyor, gülüp geçiyorum. Bilmeyene, benim gördüğümü görmeyene, ne anlatabilirim ki? Farklı pencereden baktığımız aşikar en nihayetinde.
Alışveriş anlayışım da biraz farklı sanırım. AVM’lerden çok sahaf ve antikacı gezen biriyim ben. Gramafon, plaklar, daktilo, ilk basım kitaplar gibi bana göre değeri paha biçilemez fakat bazılarına göre “hurda” denen eşyalarla dolu evim. Asla eski dedirtmem onlara. Bilinmeyen gizemlerle dolu, yaşanmışlık kokan tüm bu eşyaları “eski” ile özdeşleştirmek büyük ayıp.
Yazı yazmaya nasıl başladın?
İlk kitabım geçen sene çıktı fakat yazı yazmak çocukluğumdan beri süren bir serüven. Kitaplar kendimi bildim bileli hayatımın olmazsa olmazları. Bu hususun böyle olmasında ailem gerçekten başrol oyuncuları. Yazma serüveninde ilkokul 3. sınıfta masallarla başladım. Birkaç tanesini seçip fanzin basım yapmıştık hatta. Devamında öyküler, kompozisyon yarışmaları…
Şuan birkaç edebiyat dergisinde anlatılar yazıyor ve bir gazetede köşe yazarlığına başlamaya hazırlanıyorum.
Deruni’nin konusunu işlerken kendi hayatından esinlendin mi?
Kitapta geçen mekanlar, kişiler ve olaylar tamamen kurgu. Fakat şöyle birşey var, bazı duyguları yaşayıp tecrübe etmezsen ne kadar okuyup araştırsan ya da dinlesen de yazdığında yavan kalır. Hep bir eksiktir. Hani bir yemek yersin çok güzeldir fakat bir baharatı eksiktir de “o da olsa tam olurdu” dersin ya öyle bir şey.
Kitabında flashback’ler yapmışsın, zaman kayması olmaması için nasıl bir yol izledin? Birçok yazar kitap ve senaryo yazarken mantık hatası yapmaktan çok korkar zaman kaymasından dolayı. Çoğu zaman dili de karmaşıklaştırdığını düşünürler. Bu konuda düşüncen ne? Aşkın zamansızlığına vurgu yapmak için mi flashback tercih ettin?
Kesinlikle öyle. Kitapta anlatmak istediğim iki kavram var. Aşk zamana direnir mi? Zaman aşkı yok eder mi? Ben kitabımda gerçek aşkın, geçen zaman ile birlikte farklı boyutlara evrildiğinden fakat asla yok olmadığından bahsettim.
İlk kitabın öykü ve deneme niteliğinde olması biraz daha kontrollü ve garanti olur bir yazar için. İlk kitabımın roman olması üstelik flashback yapma düşüncem ilk etapta beni ürkütmedi desem yalan olur. Fakat sandığım kadar olmadığını süreç ilerledikçe farkettim. Çeşitli notlar alarak (özellikle tarih, mevsim, mekanlar, olaylar vs.) iyi bir liste çıkararak işin içinden rahatça çıkılabiliyor.
Ekstra kitapta 38 yaşında bir kadının düşünce yapısı ile 19 yaşında ki düşüncesi tabi ki farklı olacaktı. Çevremde o yaş guruplarıyla sıkı bir iletişim, biraz kendi tecrübelerim derken yaş bağıntısını da halletmiş oldum.
Günümüz koşullarında yeni yazar olmak hakkında ne düşünüyorsun?
Çok hevesle başladığım bir yol bu. Edebiyat yapmak, sanat yapmak bunlar çok güzel şeyler. Ama her şey düşündüğüm kadar kolay olmadı tabi. Ben bir sağlıkçıyım. Edebiyat alanında bana yol gösteren bir çevrem olmadı. İşini çok iyi yapan yayınevleri var tabi onları tenzih ederek söylüyorum. Ama çoğunlukla daha çok sinema sektörüne benzemeye başlamış, popülarite beklentisi olan yayınevleri bulunmakta. Belli bir kitlen var mı, buna çok dikkat ediyorlar. Instagram takipçi sayın bile önemli onlar için.
Kitabında ağdalı bir dil mi tercih ediyorsun yoksa yalınlık ve akıcılık mı daha önemli senin için? Yani herkes beni anlasın diyenlerden mi yoksa herkes okusun ama kendi algısıyla yorumlasın diyenlerden misin?
Ağdalı dil kullanmadım, oldukça yalın bir dil kullanmaya gayret gösterdim. Kullandığım dilin yalın olmasının sebebi “herkes beni anlasın” gibi bir düşünce değildi. Kitabın sonunu zaten öyle bir yerde bıraktım ki okuyan herkes kendi hayal gücüne ve algısına göre yorumlayacak.
Deruni’yi okuyan ve etkilenen biri olarak en merak ettiğim soru: “Yeni bir kitap için çalışmaların var mı?”
Yeni kitap için veri toplamaya başladım. İkinci kitapta aktarmak istediğim çok fazla bilgi var bu yüzden süreç biraz uzun ilerliyor. Bu kitap; psikoloji ve polisiye olacak. Ve tabii ki aşk, o her daim.
Son olarak okuyucularına söylemek istediğin bir mesajın var mı?
Türkiye’de kitap okuma, ihtiyaçlar listesinde 235. sırada geliyor. Dünyada kitap okumada maalesef 86. sıradayız. Kitap okuma oranının 0,1 olduğu bir toplumda okuyanlar olarak biz daha çok kendimizi geliştirip, herkesi okumak için teşvik etmeliyiz. Bilgi lebiderya, bu yüzden ancak okudukça ne kadar az şey bildiğinin farkına varıyor ve daha çok okumak istiyor insan.
Sadece popüler kitapları okumak gibi bir furya da var. Mesela: Dostoyevski, Tolstoy, Shakespeare, Chekhov, Kafka, Oğuz Atay, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal ve daha sayabileceğim onlarca mükemmel kalemden bi’ haber olan büyük bir popülasyon var. Bu geçerken bir insanın gelişme sürecine köstek olan en büyük ayıplardan biri.
Okumak, boş vakit değerlendirilen bir hobi değildir. Okumak, yemek içmek gibi önemli bir ihtiyaçtır. Önce burada bir farkındalık yaşamak gerekir. Devamında tek bir türe bağlı kalmadan geniş yelpazede olmalı, okumalı ve araştırmalıyız. Hepsinin lezzeti çok farklı ve bunu sadece o lezzetleri tatmaya başladığımızda anlayabiliyoruz.