Gece
Gündüz

Günahın Üç Rengi: Kitap Analizi

28 November 2020
yazdı
3 dk'lık okuma

Günahın Üç Rengi; son zamanlarda adından sıkça söz ettiren, başarılı bir psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu’nun 2008 yılında çıkardığı gerçek hayat hikayelerden oluşan bir kitaptır. Kitapta anlatılan olayların hepsi hastalarının kendisine anlattığı çarpıcı hayat hikayelerine dayanmaktadır.

Tabii ki kişilerin isimleri gizlilik esaslarına göre değiştirilmiş ve bu hikayelerin yayınlanması için her birinin izni alınmıştır. Kitabın esası aslında üç bölümden oluşmaktadır. Bunlar:

  • Fahişeliğin Rengi Kırmızı
  • Eşcinselliğin Rengi Gri
  • Mazoşizmin Rengi Siyah

Bu başlıkları kısa bir özet geçmeden önce kitabın hissiyatına deyinmeden edemeyeceğim. Okuyucuyu içine çeken, oldukça merak uyandıran, kimi zaman hüzünlendiren kimi zaman ise şaşırtan yani her türlü duyguyu içerisinde barındıran bir kitap. Gülseren Budayıcıoğlu’nun anlatım tavrı, olayları tasvir etme şekli ve samimiyeti insanı ucu bucağı olmayan bir denize sürüklüyor. Okudukça okumak istiyor insan. Her bir sayfasında farklı duygular hissederken, birçok şey öğreniyor okuyucu. Özellikle empati yapabilmeyi çok güzel öğretiyor yazar. Bu duyguların okuyucuya bu denli güzel geçebilmesinin en büyük sebebide bu. Gülseren Hanım anlatımlarında o an hissettiği tüm duygulardan da bahsediyor kitapta. Duyduğu olaylar karşısında neler düşündüğünü ve neler hissettiğini o kadar iyi geçiriyor ki okuyucuya, etkilenmemek mümkün olmuyor. Şimdi gelelim Madalyon Kliniği’nin iç yüzüne ve yukarıda bahsettiğim başlıkların kısa bir özetine.

İlk konuda Meliha Hanım ağırlıyor bizi. Görmüş geçirmiş bir kadın. Zor şeyler yaşamış. Anne ve babasını gözleri önünde kaybetmiş. Ardından en büyük dayanağı ablasıda vefat edince kardeşlerine tek başına bakmak zorunda kalmış. Evlendiği eşinden oldukça ağır şiddet görmüş. Oysa ki sevgi korur, incitmez, sarar sarmalar ve can yakmaz. Tam intihar edecekken kızı tutmuş kolundan getirmiş Gülseren Hanım’a Meliha’yı. İşte burada başlıyor o derin hikaye.

İkinci konudaki baş kahraman Şevket Bey. Evli, çocukları olan bir aile babası gibi görünsede işin aslı hiç öyle olmamış. Yıllardır kimseye anlatamadığı bir itirafı var. İçini kimseye açamadığı için hep kendine yüklenmiş, yalnızlaşmış. Bu yüzden gelmiş Doktor Hanım’a. Günün sonunda ise kendini tanıyan bir adam olup çıkmış. Artık içindeki çiçeği daha fazla gizlemeden, hep yeşerterek ayrılmış o klinikten.

Ve geldik son konuya. Burdaki hastanın adı İsmail. Oldukça ilginç bir hikayesi var. Hatta Gülseren Budayıcıoğlu’nunda ilk kez tanıştığı bir hikaye bu. Daha önce hiç böyle bir hastası olmamış. O yüzden İsmail’e karşı dikkatli ve meraklı bir yaklaşımı var. Hastanın anlattığı şeyler o kadar merak uyandırıcı ki, burada daha fazla anlatıp büyüsünü bozmak istemem.

Yazımın başında kitabın üç bölümden oluştuğunu söylemiştim. Aslında en sonunda bir bölüm daha var. Kitabın ilk bölümüyle bağlantılı bir kısım ve belkide en can alıcı bölüm. İnsan okurken önce çok şaşırıyor. Sonra gerçek bir hayat hikayesi olduğu geliyor aklına ve “Bu kadarıda olur mu yahu?” diyor içinden. Oluyormuş. Sonrasında derin bir hüzün kaplıyor yüreği. Tekrar bir sorgulama evresi oluşuyor insanın beyninde. Okuyucu bile bu kadar çok etkileniyorsa bunları bire bir dinleyen Gülseren Hanım kim bilir kelimelere dökemediği nice duygularla baş ediyordur seans sırasında. Okurken bile gerçek olduğuna inanamadığımız bu hayatlar gibi niceleri var. Neyse, bu son bölüm hakkında hiçbir ip ucunda bulunmayacağım. Hissettiğim bu şaşkınlığı,hüznü ve büyüleyici etkiyi sizinde hissetmenizi istiyorum. Kitabın aynı satırlarında buluşsun duygularımız. Keyifli okumalar.”

1 Comment

Yorum Yap

Your email address will not be published.