Benim hayatta en çok sorguladığım kavram olan özgürlük kavramı hakkında bahsedeceğim biraz….
Özgürlük deyince aklıma ilk önce varoluşçular geliyor her daim. J.P Sartre, Camus, Simone de Beauvoir, Kierkegaard, Nietsche, Kafka, Oğuz Atay ya da Yusuf atılgan gibi isimler işte tam da bu yüzden en sevdiğim yazarlardan sanırsam.
Peki ya bu varoluşçuluk nedir?
Kısaca sıkmadan özetleyecek olursak edebiyat ve felsefenin iç içe geçtiği bir akımdır. Asıl amaç birey ve bireyin anlam arayışını bulmaktır. Yaşam, acılar, duygular, amaçlar ve daha niceleri her konu hakkında, her şey için ve her zaman bir anlam arar durular bu varoluşçular.
Sonuçta insan dediğimiz şey diğer tüm canlılar gibi ölümlü bir varlıktır. Öyleyse nasıl bu hayatın üstesinden gelebilir? Kendini nasıl gerçekleştirebilir de dünya üzerinde kendine varlık açısından bir anlam katabilir…?
İşte bu sorulara ve bu gibi sorulara cevap ararlar varoluşçular. İşte bu da sebeptir özgürlük kavramı üstünde fazlasıyla durmalarına…
” İnsan özgürlüğe mahkumdur.” -Sartre
derken sizce iyi bir şey mi söylemiştir yoksa kötü bir şey mi söylemiştir Sartre? (üstüne düşünmeniz yeterli cevap vermek zorunda değilsiniz.)
Sartre ‘a göre insan mahkumdur çünkü kendi kendini yaratmamıştır. Dünya’ya fırlatılmış, doğmuş ve ölecektir. Fakat başka bir açıdan da özgürdür çünkü iradesi vardır kendi kendisine özgü seçimler yapabilir ya da yapmayabilir. Ancak insan kendisine karşı sorumludur kendisine karşı sorumlu olmasına rağmen insanlığa karşı da sorumludur. Yaptığı küçük ve bireysel bir eylem toplumsal bir sonuca sebep olabilir.
Delilik; en büyük umut -en azından benim için- . Örneğin onunla ben cahilliğimi örttüm, hala da örtüyorum. En basitinden “hayatını kazanmak” terimi sadece doktorluk, mühendislik ya da gibi meslek grupları sayesinde olmak zorunda değildir diye düşünüyorum. Özgür olmalı insan, kendini bulmalı. Sonunda mutlu olabileceği şekilde yaşamalı. Yaşadıklarını bir şekilde hatırlamalı, hatırlatmalı ve yine bir şekilde son gün geldiğinde ve öldüğünde arkasından konuşulacak şeyler “öldü” köklü konuşmalar değil de ” yaşadı” köklü olmalı. Ben çoğu zaman birileri öldüğünde arkasından “öldü” demem mesela. “Yaşadı” derim.
” Özgürüz, özümüzde, kendi kendimize, kendimizleyken , kendimizce, zannımca.”
Bazı sanrılarımız olur, kendimize özgü düşünürüz sadece ya da öyle yaptığımızı zannederiz bence, belki de.
Özgürüz. Özgürüz ama ne açıdan? Bizlere sunulan seçenekler arasında seçim yapmakta. Çoğu zaman düşünürken bile özgür değiliz belki de. Düşündüğümüz zaman üstünde sadece bize sunulan seçeneklerden birisini seçebiliriz belki de… Gülten AKIN’ın bir şiirinde geçen bir cümleyle temellendirmek istiyorum bunların hepsini;
” Kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya”
Bir insanın aklını nasıl karıştırırsınız?
Hiçbir şey yapmayarak mı yoksa sürekli yeni kargaşalar yaratarak mı? Varsayalım ki her şey istediğiniz gibi gitti ve karmaşayı yarattınız kafası karıştı peki sonra yarattığınız yeni kargaşaları nasıl dindireceksiniz? Yangını bir tek su ve kendisi dindirebilir veya o yangına tekrar bir yangınla karşılık verebilirsiniz ki sönsün. Su döktüğünüzde büyümesi ve sönmesi yarı yarıya ihtimaller. Su dökerseniz sönme ihtimali de azalabilir. Daha da artar belki. Ya yangına başka ateşlerle karşılık verirsek? Sönedebilir (sönmesi büyük bir ihtimaldir.) Peki ama ya o yangın daha da büyürse?
Hayatta en büyük risk, risk almaktan geçer aslında (bence).
Eğer büyük riskler alabiliyorsan içinde bizim dünyamıza göre bir toz zerresi dahi olamadığımız şu evrende büyük bir insan olma ideallerini kendine verebilirsin demektir bu.
Ve ideallerin varsa Kemal Paşa’nın yolundan ilerleyebilirsin demektir. Alınan en büyük riskler en büyük savaşların kazanılmasına en büyük tarihlerin yazılmasına sebebiyet vermiştir. Cesaretli olup hayata atılmak ve kendini tanıman gerekir her daim.
Her daim okumak, yazmak, okuduklarından anlam çıkarmak ve okuduklarını hayatına endekslemek doğru olan şey olacaktır. Yakın zamanda bir hocamdan duyduğum bir cümle; “Kitap okuyarak başkalarının düşüncelerinin aklınıza girmesini sağlarsınız. Kendi düşünceleriniz olmaz, olamaz. ” demişti.
Bu da duruma başka bir bakış açısı tabii ki.
(Yazar burada ne demek istemiş… Ben de bilmiyorum.)
Alınan en büyük riskler yine risk almaktan geçer. Ve korkularını yenemezsen risk alamazsın. Korkar ve kaybederesin. Amaç kazanmak , ideallerinden asla vazgeçmemek ve sürekli olarak risk almaktır. Aklını kullanarak hayata bir anlam katmaktır.
Tolstoy Anna Karenina kitabında “Hiç kimse durumdan hoşnut değil ama herkes aklından hoşnut” demişti. Uyutuluyor ve bundan büyük bir zevk alıyoruz. Kendimizi hep daha iyisine odaklamış durumdayız, elimizdekilerle idare edemeyecek durumda ve kendimizden tiksinme noktasına gelmiş durumdayız. Sevmediğimiz bir hayatı seviyor gibi davranıyor, davrandığımız şekliyle prangalarımız yokmuş gibi davranıyoruz koca hapishanemizdeki küçük odamızda. Özgürlük arayarak bulunacak bir şey değildir. Kendi yer altınıza inmeniz gerekir. Kendinizi sorgulamanız, hayata karşı kumar oynamamanız gerekir. Eğer oynarsanız bilin ki bu karşınızdaki kişinin (hayatın) karşısına ne kumarbazlar oturdu ve kaybettiği için gitmek zorunda kaldı. Özgürlük vicdanının rahat olmasıdır (bence)…
Şimdi merak ediyorum özgürlük sizce nedir?