Selamlar sevgili okurlarımız…
Biraz geriye gitmeye, çokça gülümsemeye var mısınız? Lafı uzatmayayım o halde, buyurun aşağıya.
Şikayet etmek, şikayetlerimle sizlerin tatlı canını sıkmak istemem. Günümüz dünyasının ve genel olarak ülke gündemimizin eleştirilecek olumlu veya olumsuz çokça yönü olsa bile. İyi bir şey duymaya hasret kaldık. İyi bir şeyi görmeye, hissetmeye büyük bir özlem duyuyoruz. Beni şahsi Instagram hesabımdan takip edenleriniz bilir, CD ile film izleyen bir neslin o pek bildik filmlerden önceki çıkan korsan ihbar hattı uyarısını hikayemde paylaşmıştım, altında “Çocukluğumda henüz DVD-VCD oynatıcılar varken ve bizler CD’lerden film izlerken film başlamadan önce hep bu uyarı çıkardı,” notuyla. EAOMAG ailesi olarak aynı günlerde yaptığımız tartışma da çocukluğumuzdaki sahip olduğumuz özgürlüklerin içten içe özlendiğini gösteriyordu. Hatta sevgili Tuğçe, Instagram’daki hikayem için “yaşımız belli oldu galiba,” dedi. O an aklıma dank etti işte. Her şeyin, gerçekten her şeyin bu kadar mümkün, çok değil elli yıl kadar geriye gidilince fantastik evrenlere ait olup bugünün normali, doğalı olan bunca gelişmenin yaşandığı müthiş bir devirde yaşı yetişkinliğin başındaki basamaklarda olan bizler yani genç kitlenin bile çok derinlerinde bir özlem vardı. Çocukluğumuza dair değerleri, anılarımızı özlüyor; hatırlayınca kimimiz iç geçiriyor, kimimiz buruk bir tebessüm ile gülümsüyorduk.
Sizin de öyle değil mi?
Düşünün bir. Çocukluğunuzda bugünkü dijital çağın çocuklarının sahip olduğu inanılmaz gelişmiş grafiklere, çizimlere sahip bilgisayar oyunlarınız var mıydı? Bütün günü evinizde -burada metropollerde yaşayan, bazı imkanlar dahilinde çıkamayan sevgili okurlarımı tenzih ediyorum- geçiriyor muydunuz? Ekran karşısında mıydınız sürekli? Hiçbiri yoktu. Yoktu da, şimdinin çocukları mutsuzken biz olmayanlarımıza rağmen çok mutlu çocuklardık.
Netflix tarzı bin bir tane farklı dijital platformdan, internet sitesinden sinemayı eve taşıma imkanımız yerine CD alır izlerdik. Ayda yılda bir orijinal CD alınınca onlar özenle saklanır, koleksiyon yapılırdı. “Kanal D Çocuk” vardı misal, normalde bizi hiçbir kuvvet cumartesi-pazar sabahlarının tatlı uyku zamanlarında kaldıramazken o, bizleri kaldıracak güçteydi.
Bugünün Xbox’ları yerine el atarilerimiz vardı. Tetris’in hastasıydık! Bir de sanal bebek diye bir şey vardı, Burger King veya McDonald’s gibi fast food zincirlerinin çocuk menüsünde verildikleri olurdu. Pilleri bitene kadar oynar dururduk.
Sokağa rahatça çıkardık. Şehirleşmenin, kalabalıklaşmanın insanları yalnızlığa ittiğini bilmeden…
Mahalle maçlarımız vardı. Kızlı erkekli oynardık. Meşe maçları yaptığımızı hatırlıyorum. Ya da sütlerden, meyveli yoğurtlardan çıkan tasolar biriktirilir, onlarla da karşılıklı oynanırdı.
Ağaçlara tırmanırdık.
Gruplar halinde ip atlamalarımız, akşamlara kadar oynayabildiğimiz güzel zamanlardı.
Bakkallardan çikolata alınırdı gecenin bir saati krize girilince. Sokaktan geçen teyzeler, ablalar saçımızı okşarlardı. Otosansür yoktu. Sapık mıdır nedir diye düşünmezdik.
Tam bu arada aklıma bir soru takılıveriyor işte.
Bilmiyor muyduk, yok muydu acaba? Veya vardı da duyulmaz, görülmez miydi? O halde kötülük yayılan bir şey mi? Yayıldıysa da kim, neden yaydı? İşte bunlara bir yanıtım yok ne yazık ki.
Şimdiki çocuklara sahiden çok üzülüyorum. Bizim az da olsa yeşili gördüğümüz, sokaklarda oynayabilme özgürlüğümüzün olduğu çocukluk daha şanssız değil onların imkanları düşünülünce. Onlar kendi dünyalarında daha yalnız sadece. Bizlerse yalnız değildik. Paylaşacak rengarenk dünyalarımız vardı piksellerle boyanmamış.
Başını okşamak istediğimiz çocukların aileleri tarafından şüpheyle yaklaşılır mıyız acaba düşüncesinin olduğu bir ortamdalar. İster istemez etkileniyorlar bu durumdan. Başı okşanmamış bir çocuk toplumsal açıdan kabul gördüğünü nasıl anlar ki? Sevgiyi, paylaşmayı öğrenemiyorlar ne yazık ki. Pedofili vakaları bu kadar çokken ebeveynlere kızmak zaten söz konusu değil, onlar da haklılar.
Sokakta top sürmenin, mahalle maçları yapmanın tadını bilmeyen bir çocukluk yaşıyorlar, adına çocukluk denebilirse. Seksin sattığı, kötülüklerin çoğaldığı, insanların birbirlerinden kaçtığı kısacası çocukluğun masumiyetini, en taze baharlarını hırpaladığı bir ortamda yalnız çocuklar olarak çocukluklarını tüketmeleri içler acısı değil de ne?
Şimdinin çocukları bile bizim çocukluğumuzu özlüyorlar bana kalırsa. Bilinçli olarak değil içgüdüsel olarak. Z kuşağı malum X ve Y kuşağından daha akıllı, daha zeki. Bilimsel olarak da ispatlandı. Muhakkak bu zekayla o özlemi hissediyorlardır.
Çocukluk özlemi bu burnumuzun direğini sızlatan özlem. Ne var? Bulutsuzluk Özlemi var da Çocukluk Özlemi olamaz mı canım?
Sizin de çocukluğunuza dair özlediğiniz şeyler var mı? Varsa yazın lütfen.
Yaşımız belli olsun, biz o yaşları masumca, güzelce, çocukça tükettik…
Öyle değil mi?
Çok güzel anlatmışsın geçmiş zaman çoçukluğunu. Maalesef yeni nesil bunları yaşayamıyor ve bunları bilmiyor. Çok yazık.
Teşekkür ediyorum 🙂