Mutsuz huzursuz bir yazar olarak biliniyor Franz Kafka. Benim görüşümce mutsuz sonlarla bitesi alışageldik hikayeleriyle, babasına duyduğu nefretle karışık sevgiyi dile getirdiği ama hiçbir zaman (istemediğinden dolayı) göndermediği mektuplarıyla hatırlanıyor. Gelin, kalemi eline aldığı andan itibaren hüznünü kağıda dökeceğini bize yansıtan Franz Kafka kimdir bir bakalım…
Sonsuzluk olsam bile, kendimin içinde çok darım. -Franz Kafka
Modern dünya edebiyatının içe dönüklüğü, beğendiğini tümüyle ele geçirmiş hüzün duygusunu kaleme en iyi şekilde alan yazarlardan biri -belki de en iyisi- şüphesiz ki Franz Kafka. En çok da babası ile yaşadığı problemler ve her yazar gibi kendi kusurlarını kabullenip çevresiyle yaşadığı problemleri ve içinde biriktirmiş olduğu bitmek bilmez bir hüzünü ve sitemi taşıyan Kafka, yaşadığı farklılık ve eziklik duygusunun yanı sıra sessiz kabullenişini de eserlerinde ustalıkla yansıtmasıyla bilinir. Hayatı gerçek anlamda çoğunlukla acıyla geçmiştir. Anlaşılamama duygusunu (aynı onu okurken hissedeceğiniz gibi) iliklerine kadar hissetmiştir ve bunu dizelerine şöyle yansıtmıştır:
“Palto giymeye üşenirken bu koca dünyayı sırtımda nasıl taşırım ben? İçinde bulunduğum durumu kimseye anlatamam ben, sen de anlamazsın. Başkasına nasıl anlatırım?”
Yalnızlığına ise şöyle dem vurur Kafka:
“Odamda günlerdir yalnızım ziyanı yok. Zaten yıllardır dünyada da yalnızdım.”
Dönüşüm: https://i.dr.com.tr/cache/600×600-0/originals/0000000272244-1.jpg
Şato: https://i.dr.com.tr/cache/600×600-0/originals/0000000615557-1.jpg
Aforizmalar: https://i.dr.com.tr/cache/600×600-0/originals/0000000390001-1.jpg
Dava: https://i.dr.com.tr/cache/600×600-0/originals/0000000638877-1.jpg
Milena’ya mektuplar: https://i.dr.com.tr/cache/600×600-0/originals/0000000575488-1.jpg
Babaya mektup: https://i.dr.com.tr/cache/600×600-0/originals/0000000305907-1.jpg
Edebiyat dünyasında önemli ve iyi yerini kazananan Kafka kendine özgü tarzıyla fark yaratan bir kişiliktir. 3 Temmuz 1883’te orta sınıf bir Yahudi ailesinin ilk çocuğu olarak Prag’da dünyaya geldi. Böylece yalnız ve mutsuz hayatına ilk adımını atmış bulundu. Avusturya İmparatorluğu’na bağlı Bohemya krallığında şans eseri de olsa yaşamak zorunda kaldı. Ana dil olarak yine belki mecburiyetten de olsa ilk etapta Almanca konuşan Kafka, ailesi ile Çekçe de konuşabiliyordu. Fakat Yahudi olduğu için Almanlar tarafından “nedensizce” pek sevilmiyordu ve almanca konuştuğu için de yine “nedensizce” çekler tarafından da anlaşılmıyordu. Ailenin altı çocuğundan ilki olarak doğmuştu Kafka bu yalnız dünyaya. Zor bir çocukluk geçirmiş, hatta ilerde kaleme alacağı acıların belki neredeyse tümü ile küçük yaşlarda tanışmıştı.Babası çek prolateryasından (alt sosyal sınıf) gelip zenginleşmiş bir tüccar olan Herman Kafka. Onun, kendi üstündeki diktatörlüğünü ve onun otoritesinin hatta heybetli vücut yapısının Kafka üzerindeki etkisi bilindiği gibi devasa ve korkutucu bir boyutta. Annesi Alman Yahudisi olup zengin bir aileden gelen Julia Kafkadır. Babasının yanı sıra annesinden de şefkat görmemiş, çünkü babasının otoritesine boyun eğmiş sessiz ve içe kapanık bir kadınmış. Kafka’nın iki erkek kardeşi daha varmış ama bebekken vefat etmiş. Nazi zulmü altında toplama kamplarında hayatlarını kaybetmişler. Kötü bir çocukluk dönemi geçiren Kafka, babasıyla hiçbir zaman anlaşamamıştır.
Öyle ki babasının hissettirdiklerini yıllar boyunca kendi eserlerine yansıtmıştır.
Babasının otoritesinin yol açtığı hiçlik duygusunu dönüşmüş hissettirmiş.
Gregor samsa bir sabah huzursuz düşlerinden uyandığımda kendini yatağında korkunç bir böceğe dönüşmüş olarak bulmuştur. Sadece hiçlik duygusunu değil iç dünyasında hissettiği değersizliği ve ezikliği de fazlasıyla bu karaktere eklemiş. Eserlerinde babası ile olan ilişkilerini hem acı hem de nefret dolu sözlerle dile getirmiş.
“ Mesele, çocuklarına vereceğin herhangi bir ders değil, örnek bir yaşamdı.” -Babaya Mektup
Siteminde açıkça belli olduğu gibi ilk olarak babasından gördüğü diktatörlükten nefret ettiğini vurguladı ve bunun üstüne otoriteyi hiçbir zaman sevmemiş ve otorite karşısında zaten zayıf olan bedeninin iyice küçülmeye başladığını yansıtmıştır. Babası sadece güçlü ve otoriter yapısıyla değil, heybetli duruşuyla da Kafka’ya hep bir eziklik hissettirmiştir zaten. Bu konuda da acı bir deneyimi vardır.
Bir gün babasıyla yüzmeye gider. Soyunma kabinleri girdiklerinde Franz Kafka babasının devasa vücut yapısını görünce öyle bir ürker ki kendi cılız bedeninden öylesine utanır ki adımlarını evinden dışarıya atamaz. Liseden mezun olduktan sonra hukuk okumaya başlamıştır. Ancak bu yıllarda aynı zamanda alman edebiyatı ve sanatı tarihi dersleri ile de ilgilenmiştir. Ayrıca 1904 yılında “Bir savaş betimlemesi” eserini kaleme almıştır. Eğitim hayatını sürdürürken onun için bir diğer önemli gelişme ise daha sonradan çok yakın arkadaşlık kuracağı bazı insanların olasıdır. Kafka 18 Haziran 1906’da hukuk eğitimini tamamlamış ve Albert Weber’ in yanında stajyer olarak çalışmaya başlamıştır. Zamanla yakın arkadaşı olan Max Brod aracılığıyla Rovlid isimli basımevi ile anlaşan Kafka’nın ilk kitabı 1912 yılında basılan “Gözlem” olmuştur. Arkadaşları arasında neşeli birisi olmaya çaba harcayan ve onu tanımlayan yalnız sıfatının aksine, genç bir sosyal çevreye sahip olan yazar iç dünyasında, kitaplarından da kolayca anlayabileceğimiz üzere hep yalnız başına olmuştur.
Hayatı boyunca birkaç kez nişanlanmış olmasına nazaran hiçbir zaman evlenmemiş, aşklarını da aynı acıları gibi düşünerek ve kaleme alarak yaşamayı tercih etmiştir Kafka.
1912’de evli bir kadın olan Milena’yla 1920 yılında tanışmış. Hayatı ve yazıları Milena’yla tanıştıktan sonra eskiye nazaran başka bir boyuta evrilmeye başlamıştır.
– Milena, sen şimdi yüreğime aklıma bütün varlığımı büyüleyen o sesinle çağırıyorsun beni yanına. Ama aslında beni tanımıyorsun bile. Birkaç mektup, başkalarının birkaç güzel sözü aldatıyor olabilir hala seni. Belki de bütün bu söylenenlere aldanmayıp foyamı ortaya çıkarmak için çağırıyorsun beni. Başını döndüren şeyler beni görünce kaybolacak biliyorum. Bundan korkuyorum.
“Batık bir gemiymiş aşk limanında, kader bu deyip de avutma beni. Ayrılık kapımızı çaldı sonunda senden son dileğim unutma beni.” diye seslenir sevgiliye A. İLHAN.
Bir hikaye düşünün ki hayatın renklerinden, birlikteliğin yaşam telaşının ve gündelik hayatın sıradanlıklarından mesafelere rağmen aşk tohumlarının yeşerdiği bir hikaye.
Aşkın; filmlerin ve onca yazılan (yalan)senaryonun aksine, kavuşamamak olduğunu kanıtlarcasına yaşanan gerçek aşk hikayesine dem vurur. Hala güncelliğini koruyan okuyarak sevdiğimiz, okumayı bırakmayacağımız ve asla ona duyulan sevginin eksilmeyeceği ancak bunca şeye rağmen hala çoğumuzun kendisinin yaşamına dair hiçbir bilgi sahibi olmadığı en özgün yazarlardan birisidir Kafka.
Kendi çağının “özgürlükçü” ortamına ve daha yaşanılır bir dünya için mücadele veren ve ileride Kafka’nın biricik aşkı olacak Çek asıllı yazar-çevirmen: Milena. Milena ve Franz Kafka 1919 sonbaharında tanışırlar. Praglı aristokrat bir ailenin kızı olan Milena, Kafka ile tanıştıklarında yaşamının en çalkantılı döneminden geçmekteydi.
Çok genç yaşta Yahudi bir Almana aşık olması ve babasının bütün bu yaşanalara şiddetle karşı çıkmasına rağmen bu tutkusundan vazgeçmemesi belki de kaderin, Naziler tarafından götürüldüğü toplama kampında ağır işkenceler yüzünden ölen Milena’ya yaşatacaklarının birer provasıydı.
Kötü olduğu bu dönemlerde Milena ve Kafka, Kafka’nın orijinali almanca olan öykülerinin Çekçe’ye çevirilmesinde yapılan görüşmelerde tanışmışlardı.
Masum ve dostça başlayan mektuplaşmaları gitgide birbirine duydukları aşk ve özlemle artar. Ancak ne yazık ki aralarında hep mesafeler vardır. Milena ile yaklaşık 2 yıl süren bu mektuplaşmalar tutkularının kanıtları haline gelir.
- Seni kaybetmekten o kadar çok korkuyorum ki Milena. Bazen düşünüyorum da eğer gerçekten insanlar mutluluktan ölebilselerdi benim çoktan ölmüş olmam gerekecekti. Ama ben aksine mutluluk sayesinde tekrar hayata döndüm…”
Birbirlerine duydukları aşklarını ve asla bitmez sevgilerini, her zaman yüreklerinin en derinlerinde zihinsel bir yolculuk halinde yaşarlar. Hiç kavuşamazlar. Öyle ki Kafka öylesine sever ki Milena’yı bir dönem geçirdiği ve bir kere geldi mi geçmek bilmeyen öksürük krizlerinin sebebi olarak görür bu aşkı. Bir süre sonra da ayrılırlar. Her ne kadar inkar etseler de hayatı paylaşmaktır yazdıkları yazılarıyla ve hissettikleriyle onların yaşadıkları. Mektuplarla filizlenmiş şey; işte bu aşktır.
Kafka sevgili dostu Max’a vasiyetinde eserlerini hepsinin yakılmasını ve yayımlanmamasını istediğini dile getirmiştir. Ancak en yakın dostu vasiyetini yerine getirmemiş ve bugün hala okuyabildiğimiz Kafka kitaplarının yayınlanmasına aracı olmuştur.
Yine aynı şekilde en yakın dostunda istediği gibi Milena’dan da onunla aralarında geçen konuşmalarının onlarca mektuplarını yakmasını istemiştir Kafka. Çok sevmişti bence Kafka onu. Ve yine Kafka’nın dileğini yerine getirmeyen birisi sayesinde bu mektuplar aynı diğer kitaplarında da olduğu gibi günümüze kadar ulaşmıştır ve hala okunmaktadır.
Asla kavuşamayan ve bir zamanlar birbirlerini tutkulu bir şekilde arzuladıkları aşkı bugüne kadar ulaştırmayı başarmıştır. Yok edilmesini istediği tüm eserlerinde hayatının en büyük aşkına yazdığı mektuplardaki bu satırların etkisi vardır belki de.
Şöyle söyler Kafka:
- Mektup yazmak hayaletlerin önünde soyunmak demektir ki onlar da aç kurtlar gibi bunu bekler zaten. “
1917 yılında başlayan ve ardı arkası kesilmek bilmeyen kanlı öksürükler bu dönemlerin ölümcül hastalığı Verem’e yakalanmasına sebep olmuştur Kafka’nın. Çektiği ruhsal acılara bir de fiziksel acılar eklenen Kafka’nın sağlığı gitgide bozulmuştur. 1923-1924’te Berlin’de bedenen bulunan kendi halindeki bu yalnız adam, hastalığı yüzünden yemek yiyemeyecek duruma gelmiştir. Çünkü kanser gırtlağına kadar ilerlemiş ve onu gitgide hasta etmeye devam etmiştir. Bu durum onun konuşma yetisini dahi elinden almıştır. 41 yaşında da arkasında bıraktığı onca kitap ve anının yakılacağını düşündüğü bir ruh haliyle hayata veda etmiştir Kafka…
Emeğine sağlık
Başarılı gayet iyi okumanızı tavsiye ederim