Gece
Gündüz

İntihar

1 September 2019
3 dk'lık okuma

Dünya üzerinde her 40 saniyede bir kişi intihar etmektedir. 



Toplumsal yaşamda veya belki hayvanlar aleminde belki de sadece canlıların yaşantıları boyunca hayatta kalabilmeleri ve yaşamlarını bir şekilde sürdürebilmeleri için basit bir hırsızlıktan tutun da birisinin hayatını elinden almaya varan birçok gerekli belki de gereksiz şeyleri yapabilmekte ve kendisini – belki sevdiklerini- hayatta tutabilmek ve daha az kötü olan bir hayat yaşatabilmek amaçlı bu tarz eylemlerde bulunabilmektedir.


Ancak benim görüşümce intihar eden kişi; kendisine sunulabilecek olan herhangi bir “fırsatı” yok saymakta ve belki de ona sunulan ya da sunulacak herhangi bir yaşama yollarını bırakarak, kendi yaşamını gasp etmek durumunda kalır. İşte intiharı da diğer tüm eylemlerden farklı kılan şey de budur.


Bir türlü lüks içerisinde kendini bulmak amaçlı intihara kalkışır insan. Aslında bilinç dışında geliştirdiği bazı şeylerin farkına varır bu sayede. Ancak farkına vardığı zaman çok geç olur.   

Nobel edebiyat ödüllü, varoluşçu yazar Albert CAMUS 20.yüzyılın en büyük yapıtlarından sayılan kitabı “Sisifos Söyleni”isimli deneme kitabına “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: İntihar. “ diyerek başlamıştır.  


 


Ülkemizdeki intihar oranlarına bakınca dünyaya kıyasla daha az intihar edilmektedir. Her ne kadar tuhaf olsa da intihar ve edebiyat-felsefe arasında da çok ciddi bir ilişki var. 

Kaldı ki Camus

YAŞAMIN YAŞAMAYA DEĞİP DEĞMEDİĞİ KONUSUNDA BİR YARGIYA VARMAK, FELSEFENİN TEMEL SORUSUNA YANIT VERMEK DEMEKTİR. 

demiştir.

İntihar eden yazarlara bir göz atarsak;

Hemingway

Nilgün Marmara

Jack London

Virginia Woolf

Tezer Özlü

Jack London

Tezer Özlü

Cesare Pavese

Sylvia Plath

V. Mayakovski

Stefen Zweig

Metin Kaçan

ve daha birçok isime ulaşmak mümkün.

Benim fikrimce edebiyatın sisli puslu, karartılar arasında kalan boğuk bir havası var.

Ancak en sonunda kendi kendime yalnız kalıp düşündüğümde bunca yetenekli insanların intihar edebilmiş olmalarına şaşırıyorum.



Camus’un kitabına dönecek olursam;

Sisifos tanrılar tarafında cezalandırılarak büyük bir kayayı yüksek bir tepeye çıkarmakla görevlendirilir. Her ne kadar mecburiyetten de olsa “pekala” der ve yola koyulur Sisifos. Lakin kayayı yüksek tepeye ulaştırmaya ramak kala her seferinde elinden kaçırır onu. Ve her defasında her şeye tekrardan başlamak zorunda kalır.


 

 


Ama olsun der -bu sefer zorlama olmadan-. Cezasını bilinçli olarak kabullenir. Tekrar ve tekrar yere düşceğini, yuvarlanacağını bilerek baştan başlar. Her seferinde ve tüm gücüyle yukarı itmeye devam eder. Camus, absürt yani bir bakıma saçma kavramını kitabın işte tam da bu kısımda açıklar. 

Boşuna olduğu halde direnmeye devam eden insan.

Hayatın (anlam bozukluğuna biraz da olsa yer vericem) az veya çok da osla yegane amacı kötü şeylerle de karşılaşsak yenilgi daim olarak tekrar etse de yaşamaya devam etmek ve bunu sürdürebilmektir anlamını çıkartıyorum bir bakıma. 

Yine bence ve Camus’ün de kitaplarında yer verdiği üzere ölümü seçmek yerine onu anlamayı algılamayı ve geliştirmeyi daha önemli görür, gösterir ve anlatır. Sonu zaten belli olan bir yaşamda neler yaşayabileceğimize sırt çevirmenin bir lüks ve belki de bir korkaklık olduğunu savunur. Ve

bazen yaşamak için ölmeye kıyasla daha çok cesaret gerektiğini

söyler.

GÖLGESİZ GÜNEŞ YOKTUR

Der Camus ve ekler…

Tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insanın yüreğini doldurmaya yeter.

 

Çünkü sadece şu koca hayatta

Yaşamaya devam etmek bile

başlıbaşına bir başkaldırıdır aslında.

 

Uras Yurdagül

İnsanlar nasıl nefes almak, yemek yemek zorundaysa ben de yazmak zorundayım. İlk gençliğimde nelere ilgi duyduğumu görebilmek ve sevdiğim şeyi yapmak hoşuma gittiği için yazıyorum.

1 Comment

Yorum Yap

Your email address will not be published.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR