Unutulmazlığı sağlayan neydi?
İnsanlığın, insan olmanın en ilkel isteği bu öyle değil mi? Her şeyi bu yüzden yapmıyor muyuz zaten? Çoğalmamız hatta saldırganlığımız bile bu yüzden. Kalıcı olmak, iz bırakarak gitmek istiyoruz. Giderken de yokluğa karışmamak için dünyada bir şeylere kendimizi kazımamız elzem. Bir ekmek, bir su, bir nefes kadar hayati bir ihtiyaç unutulmamak. Unutulmamak için ne yaptık biz?
BEN YAZARIM…
Güzel sanatlar, görsel sanatlar nedir diye bir düşünün. Aklınıza ne geliyor? Resim, heykel, müzik… Yanılıyor muyum sevgili okurumuz? Daha sıralayabiliriz bunu tabii, liste uzun neticede. İnsanlığın yaratmaya, kalıcı olmaya olan tükenmez bitmez hevesinin rengarenk ürünleri bugün sanat kolları olarak çıkıyor karşımıza.
Fakat ben yazarım…
Doğru elimde bir ressamın fırçalarından taşan renkli boyalar, ellerinden çıkan mükemmel dünyalar yok. Heykeltıraşlar gibi toprağı ıslatıp onları biçimlendiremem, düzlükten şekle doğru onlara yol çizemem. Enstrümanlarım da yok. Güzel bir ses fısıldayamam kulaklara, fısıldatamam çalgılara kıvrım kıvrım notaların büyüsünü.
Ama ben yazarım. Yazı niye icat edildi zaten? Yukarıdaki sorumuzu yanıtlayabilmek için değil mi? Unutulmamak, kalabilmek, daima var olabilmek, söz gibi uçup gitmemek sözün kısası silinmemek için. Unutulmamak için yazıyı icat ettik. Mağara duvarlarına kazıdık, sesimiz, yazılarımız yoktu resmettik henüz bilmediğimiz harf sistemiyle kendimizi. Binlerce kez şekil değiştirdik ama amacımızdan hiç vazgeçmedik. Mağara duvarlarından taşlara taşıdık izlerimizi, hiyerogliflerde resimselleştik, hayvan derilerinde, değerli madenlerde ölürken canlılığımızın ölümsüzlüğünü bıraktık, ipekten, bambudan, papirüslerden, eninde sonunda kağıttan, defterden medet umduk. Kuzeyden güneye bambaşka yöntemlerle de olsa kalıcılığı arayıp bulduk. Biz vakti gelince göçtük ama fikirlerimiz, gördüklerimiz, hatıralarımız fışkırdı geride kalan yazılarımızdan, kazımalarımızdan.
Elimde yalnızca bir kalem ve bir kağıt var benim.
Sesim soluğum harfler, düşüncelerim kelimeler ve dilim, tüm varlığım beni anlatan, geçmişin bilmediğimiz karanlıklarından bugünlere uzanan kalmak isteyişimin çırpınışları… Evet tüm varlığım bunlar. Nefes almak için kaçıp saklandığımda kağıtlara, sarıldığımda kalemime derin sularda boğulmamak için, varlığımı yazıyorum. Varlıklarımızı yazıyorum, kendimden parçalar, bizlerden nefesler, görüşler, aşklar aktarıyorum.
Varlığımın altına imza atma şeklim yazarlığım. Kendime var olduğumu ispatlayışım, gözlerimi kapattığım zaman serildiğim karanlıktan sıyrılışım…
İnsanlık unutulmamak adına ölümsüzlüğe taşındı yazıyla.
Dilden damlayarak kağıtlara, tabletlere kulaklardan ruha akabilmek için edebiyatı doğurdu kendinden.
Ölüm gerçeğinden değil de yok olmak korkusundan el veren var olma çabamız yazılarımız.
Ve biz, söylemek, duyduğumuzu milyonlara iletmek, denizde dalgalar gibi dağılmak ama yok olmamak için yazıp duruyoruz. Ben yazarım, adım yok, kimliğim yok, hiçbir şeyim yok. Ne ismimi bilseniz ne de görüntümü ne bana ne size fayda. Düşüncelerimi bilin, gördüklerimi duyun, duyduklarımı hissedin. Yazarın okuruyla en derin bağı gözün göze dokunmadan gerçekleşen paylaşımı değil mi?
Paylaşarak dokunduğumuz dünya yazının dolayısıyla yazarın sesinden sizlerin gözlerinden var olan bir dünya. Ölümsüzlüğe bayrak açtığımız, kelimelerle çoğaldığımız dünya…
Anlatımızın, anlatılarımızın güzel şeyler söylediği daha çok güzel günlere, selamlar…