Gece
Gündüz

Yalnızların Yalnızı Aziz Nesin

15 February 2019
5 dk'lık okuma

Giresun’un Şebinkarahisar ilçesine bağlı Ocaktaşı köyünden gelerek İstanbul’ a yerleşip bahçıvanlık yaparak geçimini sağlayan Abdülaziz Bey’ in 20 Aralık 1915’ te, Heybeliada’ da Mehmet Nusret Nesin adında bir oğlu olmuştur.  Çocukluğu pek hareketli olmamış ve güzel denebilecek bir çocukluk geçirmemiştir.

”Çocukluğumu hiç yaşamadım. Çember çevirmedim, zıpzıp, bilye alamadım elime. Uçurtma uçuramadım. Hiç, hiçbir şey… Çocuk olmuş tek günüm yok yaşamımda…”

Mehmet Nusret Nesin, 1924’te İstanbul Süleymaniye’deki adı daha sonra İstanbul 7. İlkokulu olarak değiştirilecek olan Kanuni Sultan Süleyman İptidai Mektebi’nin 3. sınıfına girmiştir. Yıllar geçtikçe hayat onun ve o dönemde yaşayanlar için güzel bir hale gelmiştir. Cumhuriyet dönemi başlamıştır ve devam etmektedir.

ASIL ADININ SIRRI:

Aslında asıl adını kullanmamasının yegane sebebini söylemiştir bir röportajında:

”Yıl, 1942… Üsteğmenim. ‘Aziz Nesin’ takma adıyla dergilere öyküler gönderiyorum. O sıra ne sağcıyım, ne solcu… Dünyadan haberim yok. O zamanlar, gazetelerde yazan askerlere üstleri iyi gözle bakmadıklarından, yazılarımı kendi adımla değil babamın adıyla, Aziz Nesin diye yazdım. Bu ilk takma adım gerçek adımı örttü, Nusret Nesin unutuldu…”

Bu güzel mahlas onun gerçek adını her ne kadar örtmüş olsa da hala ona yakışmaktadır. Ve günümüze dek Aziz Nesin olarak gelmiştir.

Ancak hepimizin bildiği bu NESİN soyadının sırrı nedir acaba?

 ”1934 yılında soyadı kanunu çıktı. Herkes kendisine soyadını kendisi seçtiği için, insanların bütün gizli aşağılık duyguları ortaya çıktı. Dünyanın en cimrileri ‘Eli açık’, dünyanın en korkakları ‘Yürekli’, dünyanın en tembelleri ‘Çalışkan’ gibi soyadları aldılar. Her türlü yağmada hep sona kaldığım için, güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Bana, ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime ‘Nesin’ soyadını aldım. Herkes ‘Nesin’ diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.”

İki yıl Darüşşafaka Lisesi’nde okuduktan sonra, 1935’te Kuleli Askeri Lisesi’ni, 1937’de Ankara’da Harp Okulu’nu bitirip teğmen olmuştur Nesin.

1948 yılında yayımlanan “Aziznâme” adlı taşlama kitabını yayımladığında olabileceğine ihtimal olan ancak bir o kadar da imkanı olmaması gereken, girişinde yer alan dörtlük Aziz Nesin’in başına dert olmuştur. Bu mısralar:

Zannetme ki dâim bîşekcesine
Siz her anırdıkça huu çeker millet
Alkış beklerken siz eşşekcesine
Verir hakkınızı yuu çeker millet  

“Polis beni bulamadı. Çünkü…” diye başlamıştır cümlesine bir yazısında…

“Zamanın basın savcısı Hicabi Dinç, bu taşlama dörtlüğüyle hükümeti aşağıladığımı iddia ederek aleyhime dâva açmıştı. Bu ve benzeri suçlardan sanık olanların yargılanmaları tutuklu görülürdü. Tutuklanmam için emir alan polis de beni arıyordu. Büyük geçim sıkıntısı çektiğim o günlerde, cezaevine girmeden önce, tutuklu kalacağım sürece iki çocuğumun geçimini sağlayacak parayı bulmaya çalışıyordum; ondan sonra da polise gidip teslim olacaktım. İstanbul siyasî polisi büyük bir çabayla beni altı ay aradı. (Aziznâme’den ötürü açılan dâvadan, dört ay cezaevinde tutuklu kaldıktan sonra, İstanbul ikinci Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla beraat etmiştim.) Polis beni bulamadı. Çünkü o kaçak gezdiğim günlerimi, İstanbul’un genel kitaplıklarında, mizah konusunda çalışarak geçiriyordum ki, kitaplıklar polisin uğradığı, uğramayı akıl edeceği yerler değildi.

1944 yılında gazeteciliğe gülmece (mizah) yazılarıyla başladım. Çalıştığım ilk gazete, o zaman Sedat Simavî’nin çıkardığı Karagöz gazetesiydi. Bu gazetede halk için mizah yazıyordum. Sonra, Zekeriya Sertel’in çıkardığı Tan gazetesinde fıkra yazan oldum. Tan’daki fıkralarımda da gülmecenin (mizahın) ağırlığı belli oluyordu. Mizah yazarı olmak için özel bir çaba göstermemiştim; kendiliğinden mizah yazarı olarak tanınmıştım.Daha sonra, Sabahattin Ali’yle birlikte Markopaşa adlı haftalık mizah gazetesini ve bu diziden, başka adlarla yayınlanan gazeteleri çıkardım. Gazeteciliğe başladığım 1944 yılından, Aziznâme adlı taşlama kitabım yüzünden polisçe arandığım 1948 yılına dek, mizah yazdığım, mizah yazarı olarak tanındığım halde, mizahın ne olduğunu, nasıl olduğunu, nasıl olması gerektiğini, tarihini, kuramlarını, oluşumunu bilmiyordum, bu konular üstünde hiç düşünmemiştim. Siyasî polisin beni aradığı, kaçak olarak kitaplıklarda geçirdiğim o altı ay içinde, ilk olarak, yaptığım işin niteliği ve gülmecenin tarihi üzerinde çalışma fırsatını elde ettim. Genel kitaplıklarda bol bol okuduğum yazma letaif külliyat’ larımdan, eski mizah gazete ve dergilerinden çok yararlandım.” demiştir.

1973’de yayınlanmış “Cumhuriyet Döneminde Türk Mizahı” adında Aziz Nesin’in Akbaba Yayınları tarafından basılmış bir çalışmasından…

Neredeyse 500 sayfalık bir kitaptır.

Kitabı bir cümleyle özetleyecek olursak mizahı sanat ve mizah menşeli yazıları yazanların birer sanatçı olarak ele alınması gerektiğini bizlere Cumhuriyet öncesi dönemi de kapsayacak şekilde anlatıyor.

Yazının başlığı; “Bu Kitabın Nasıl Yazıldığına Değin Açıklama”

Bu tipik bir Aziz Nesin hikayesidir.  1993 yılında Pir Sultan Abdal etkinliklerine katılmak amaçlı Sivas’a gitmiştir Nesin. 37 aydının yaşamını yitirdiği bu katliamdan kurtulmayı başarmıştır. Ve ne yazık ki  5 Temmuz 1995’te Çeşme’deki imza günü sonrasında saat 01.05’te hayata gözlerini yummuştur.

Henüz yasaklanmamışken bütün kitaplar okunmalıdır. Böyle bir yazarı kendi dilimizde okuyabildiğimiz için çok şanslı olmalıyız. Değerini bilmeli ve ona sahip çıkmalıyız…

 

Uras Yurdagül

İnsanlar nasıl nefes almak, yemek yemek zorundaysa ben de yazmak zorundayım. İlk gençliğimde nelere ilgi duyduğumu görebilmek ve sevdiğim şeyi yapmak hoşuma gittiği için yazıyorum.

1 Comment

Yorum Yap

Your email address will not be published.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR