Her şey sanat galerisi iflas eden kadının kendini değersiz hissettiği o yılbaşı balosu akşamında başlar.
Gökkuşağının Bittiği Yer
(Okumadan önce filmi dikkatlice izlemenizi tavsiye ederim.)
Yakışıklı bir doktor olan eşinin kollarında gördüğü iki kız, içindeki kıskanç tarafı uyarır. İşin ironik kısmı ise bunu kendinden yaşça büyük, yabancı, aklını üst katta birlikte olmak için çelmeye çalışan adamla dans ederken yaşamasıdır. Kocasının içinde bulunduğu durum kadın için bir nevi uyarıcı olur ve dans ettiği adamı tüm caydırma çabalarına rağmen terk eder. Ancak o akşamdan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Sonra sıradan bir gün geçirirler. Doktor işine gider, hastalarıyla ilgilenir; kadın ise evde gün boyu çocuğuyla ilgilenmiştir. Akşam herkes mutlu gibidir. Bazı yılbaşı hediyelerinin paketlemeleri gerçekleştirilir, küçük çocuk yatırılır; anne baba ise biraz yaramazlık yapmak için odalarına geçer. Önlerindeki birkaç günü sarsacak olaylar silsilesi böylece başlar. Biraz uyuşturucu kullandıktan sonra saldırganlaşan kadın, kocasından balo akşamındaki kadınlar ile alakalı hesap sorar. Adam ise soruya soruyla karşılık verip kadından dans ettiği herifin kim olduğunu açıklamasını ister. Histerik gülme krizleri, sinirli bir tartışma derken kadın çıkarır ağzından baklayı: “Siz erkekler, bir bilseniz…” Kadın işini kaybettikten sonra kendini erkeği tarafından kullanılan bir objeden ibaret görmektedir. “Beni neden hiç kıskanmadın?” sorusunun cevabı açıktır aslında: “Eşim olduğun için ve sana güvenim sonsuz olduğu için olabilir mi?” Kadın bu ifadeye “kendine çok güveniyorsun” cevabını verir. Halbuki adamın güvendiği kendisi değil eşidir.
Adamın karı-koca arasındaki sadakat anlayışı, kadına bir köpek ile sahibi arasındaki ilişkiyi anımsatmaktadır. Bir gece önce dans ettiği adamın sorusu aklında yer etmiştir belki de: “Sizin gibi güzel bir kadın neden evlenir ki?” Bu güzellikle neden kendini gün boyu eve hapsetmek zorundadır? Neden kendisini çıplak görme hakkına bir tek kocası sahiptir? (Bu sorgulamayı yapan Alice değil de Kubrick’miş gibi kadını defalarca çırılçıplak görürüz.) Hem de kendisini kıskanmamasına rağmen! Tüm varlığı ve benliği ile kocasına mı aittir bu kadın? Bir eşyadan farksız mıdır onun için?
Değerini kabul ettirmekte kararlı olan Alice, başlar anlatmaya. Bir sene önce gittikleri tatil beldesinde gördüğü deniz subayı hakkında kurmuş olduğu fanteziler… Hem kızını, hem eşini elinin tersiyle itmeye ne kadar yakın olduğunu anlatır. Tüm geleceğinden bir günlüğüne nefret ettiği anlardan bahseder. Bu şekilde kocasına, kendisine o kadar da güvenmemesi gerektiğini öğütler aslında. Anlattıkları hem adamı hem de kadını etkileyecektir. Doktor, sonraki günlerde eşinin yüzüne bakmakta bile zorlanacak; kadın ise pişmanlığının etkisiyle korkunç rüyalar görecektir.
Adamın yaşadığı kararsızlık, arayış, boşluk hissiyatı… iki defa bir hayat kadınının kapısından dönmesi yoluyla, kendisine ilan-ı aşk eden nişanlı kadını arama girişimiyle, en önemlisi; pek tekin olmayan cinsel tarikat toplantısına meraktan katılıp orada yaşamaya çalıştığı isimsiz ilişkiyle kusursuz bir şekilde verilir. Kimliğini istemeden ele veren adam, hayatının tehlikede olduğu saatler yaşayacak; etrafında olup bitenlere anlam veremeyecektir. Usta Stanley Kubrick bizlere onun sakin telaş halini öyle kusursuz verir ki, tüm film bizler için de 2 buçuk saatlik bir kabusa dönüşür.
Evlilik kurumuna yaptığı gerçekçi, haklı eleştirilerin yanı sıra Stanley Kubrick; kızını yaşlı adamlara pazarlayan Rus kostümcü, yılbaşı balosunda beraber olduğu hayat kadınına “evlat” diye seslenen Victor, kimsenin kimliğinin bilinmediği o ahlaksız topluluk yoluyla toplumun iğrenç cinsel eğilimlerine unutulmaz, rahatsız edici yergilerde bulunur. Eyes Wide Shut, pek çok insan için katlanılamazdır. Özellikle her yapımda görmeye alışmadığımız bol bol açık seçik sahne dolayısıyla. Ama bizleri asıl rahatsız eden bu sahnelerdeki çıplaklık unsuru mudur? Yoksa bu gösterilenlerin bir yerlerde yaşandığına dair içimizde bulunan tüyler ürpertici hissiyat mı?
Usta Kubrick, filmi baştan sona bu unsurları kullanarak örmüş. Yalnız sinemada cinselliği kullanmanın farklı yolları, yine bu yolların belirlediği farklı amaçları vardır. Cinsellik; tutku, romantizm, komedi veya şiddet unsuru olarak kullanılabilir. Ancak Kubrick eserinde bu işi öyle bir yapıyor ki; izleyici ekran başında utanıyor, gözünü kapatmak istiyor. Alice ile deniz subayının sevişme anı o kadar rahatsız edici yansıtılıyor ki, izleyici bunun bir zina, ihanet olduğunu bilmese de yanlış olduğu kanısına varabilir. Yine malikanede ulu orta yapılan eylemlerde hayvanilik ön planda. İzleyenin duygularını bu kadar kontrol altına alabilmek de ancak Kubrick gibi bir yönetmenin elinden gelirdi. Aynaların yapımdaki yeri de yadsınamaz. Alice’i film boyunca ayna karşısında çok fazla görüyoruz. Ayna bu filmde bir kurtuluş, özgürlük kapısı. Gerçek değil, yalnızca yansıması. Alice’in kafa bulmak için kullandığı esrar bir aynalı dolabın arkasında gizli. Ayna açılıyor, ilaç alınıyor, gerçeklerden kopuluyor.
Filmin en önemli, en usta işi, en kırıcı anı; eve geldiğinde yastığın üzerindeki maskeyi gören William’ın; bir açıklama bekleyen eşinin karşısında çaresizce “Her şeyi anlatacağım” diyerek ağladığı sahnedir.
Hikaye boyunca karşılaştığımız fazla tesadüfi olaylar, filmin son sahnesindeki konuşma ile birleştiği zaman ortaya bambaşka bir teori çıkıyor. Kızları ile Noel alışverişine çıkan karı-koca; yaşanan her şeyin kötü bir rüya olduğu hakkında konuşuyor. En sonunda ise “-Neyse ki şu anda uyanığız. -Uzun bir süre de uyanık kalmak istiyorum.” sözleri ile hepsinin geride kaldığı konusunda anlaşıyorlar. William malikaneden döndüğünde Alice’in ağlayarak anlattığı rüyayı hatırlayın. Her şey orada yaşananlara ne kadar benziyordu değil mi? Kostümcünün kızı William’ın gittiği toplantıyı nereden biliyordu? Adamın aldığı gazetede kocaman bir manşet vardı.. “Hayatta olduğu içi şanslı.” buna ne demeli? İşte tüm bu tesadüfler bize “Acaba yaşanan her şey, esrar kafasının etkisinde olan bir adamın kabusu muydu?” sorusunu sorduruyor. Ne yazık ki bu sorunun cevabını bilen tek kişi artık dünyada değil.
Gökkuşağının bittiği yer. Hayallerin, zihin oyunlarının sona erdiği; gerçeklerin yüzümüze vurulduğu nokta. “Hayat devam ediyor, hep de edecek. Ta ki bitene kadar.”
Not: Fidelio, sadakat demektir.
Görseller: