Gece
Gündüz

Ölüm

19 June 2019
3 dk'lık okuma

— Her şeyin sonu ölüm müdür?

 

Bir çoğumuz belki hala şu an hatırlamasa da küçüklükten itibaren bu konu hakkında çok fazla düşünmüşüzdür. Öldükten sonra yok olacak olsak da ne kadar kısa bir süre diye düşünmüşüzdür. (Belki tan olarak bu konu hakkında olmasa da bu ve bunun benzeri konularda düşünmüşüzdür.) Kısa ama birçok şey anlatan hikayeler aslında bize bunları tekrar tekrar düşündürtebilir. Örneğin şairlerin şiirleri…

Peki şair nedir ya da kimdir?

19. yüzyılın en önemli Fransız şairlerinden birisi olan C. Baudelaire (Bodler) şöyle tanımlamıştır şair imgesini;

Kâinat gizli şifre ile yazılmış bir metin ise şair bir şifre çözücüden başka kim olabilir? 

ve şöyle devam etmiştir dizelerine;

“Her şiir gerçeklerin bir okuması, bir tercüme, çözülen bir şifredir…Gerçek müziğin farklı zihinlerde benzer duygular  uyandırması şaşırtıcı değil; sesler şekilleri ve renkleri çağrıştırmasaydı  şaşırtıcı olurdu. Biçimler ve renkler melodileri ilham eder. Seslerle renkler karşılıklı benzetmelerle hisleri ve fikirleri dönüştürür. Varlıklar sanatçıların zihninde benzetme yapacak ilhamlar uyandırır. Çünkü Tanrı Kâinat’ı bölünemez ve karmaşık bir bütün olarak yaratmıştır. Sanatçıların benzetmeleri rastgele değildir. Her şey birbirine tekabül eder, bir ahenk vardır. Kâinat’tı bir kitap, yazılı bir metin gibi kabul edebiliriz. Bu metnin bir dili vardır. Ama karmaşık ve çok zengin bir dildir bu. Her varlık hem farklı şeyler anlatır hem de hepsi aynı şeyi söyler…” ( Octavio Paz ‘ın Modern Şiir Üzerine Denemeler)


 

 

Yaşam ve ölüm gündüz ve gece gibi birbirini takip ediyor. Yine aynı şekilde küçük kelimelerin oluşturduğu ama büyük anlamları olan cümleleriyle çok şey anlatan kişilerden biri ve Alman lirik şiirlerinin en büyük temsilcilerinden biri olan R.M. Rilke şöyle söylemiştir;

– İnsan, bir meyvenin çekirdeklerini taşıması gibi ölümü kendi içinde taşımaktadır.

Hepimizin bu güzel ama bir o kadar da garip yeryüzünde serüveni bir gün son  bulacak. Ölüm hepimizin ortak noktası olan nihayi sonuçta  her şeyi eşitleyen bir gerçektir. Peki bu çok korkulası absürt anormal bir şey midir?

Hepimizin teker teker birer ölümlü olması bizleri ve bu dünya üzerindeki her şeyi anlamsız mı kılar? -Kısa ve anlamlı bir cevap verecek olursam bence, hayır. Hayatın bunca kisvesi altında sadece sonundaki küçücük bir ölümün baş göstermesi anlamsızdır ve bundan daha kötü olan bir şey varsa o da ölümsüz olma ihtimalidir.

Fransız bir psikanalist ve psikiyatr olan Lacan  “yaşamın anlamı ölümdür” der.

Çünkü korkunç derecede ama mükemmel bir hayatımız olsa dahi, her şey gibi bununda bir noktada bitmesi gerekir. Aksi taktirde sonsuza kadar süren bir şekilde yaşasaydık çektiğimiz bütün acılar ve bu hayattan aldığımız keyfin de bir anlamı kalmazdı. Düşüncelerimiz de bir gün, bir şekilde ölmek zorunda kalabilir. Ancak asıl amaç onları hayatta tutmayı ve gelişmelerini sağlamaktan geçer. Örneğin ilk insan doğmuş, büyümüş, beslenmiş, üremiş, yaşamış, gelişmiş ve ölmüştür ancak şu an yeni insan onun olduğu konumdan kısmen kat be kat ilerdedir. Demek istediğim o ki; oluşan doğan fikirlerin stabil, koşu bandında koşan insanlar misali olduğu yerde koşmaması, kalmaması gerekir. Gelişmeli, özünden kopmadan ve asıl amaçtan sapmadan değişmelidir.

Heidegger’e göre ölüm bilinci bir tek insanlarda vardır. Örneğin hayvanlar bir gün öleceklerini bilmiyor, ölümden ya da tehlikelerden içgüdüsel olarak kaçıyorlarmış. Heidegger insanların bir gün öleceklerinin bilincinde olmalarını ve bunu bilerek yaşamasını kötü olarak değil de özgürleştirici bir bilgi olarak yorumluyor.

Velhasıl insan doğar ve ölür. Bazıları ise doğar, YAŞAR ve ölür. Olması gerektiği gibi yaşayalım. Aynı zamanda iyi, akıllı ve kendini bilen insanlar olalım. Ölüm bir gün gelip kapımızı çaldığında bizlerin o kapıyı açabilecek yüzü olsun. Tanrı insanı yaratmıştır. Fakat yüzünü ya da yüzsüzlüğünü tamamlamayı kendisine bırakmıştır.

Cesaret edip okuyarak, doğru düşünmeye kendimizi endeksleyerek, doğru fikirler bulalım ki korkularımızın ve korkuların doğurduğu cahilliğimizin esareti altında kaybolup yanlış yollara sapmayalım.

 

 

Uras Yurdagül

İnsanlar nasıl nefes almak, yemek yemek zorundaysa ben de yazmak zorundayım. İlk gençliğimde nelere ilgi duyduğumu görebilmek ve sevdiğim şeyi yapmak hoşuma gittiği için yazıyorum.

2 Comments

  1. Diğer yazılarınızı da okudum gerçekten bu konu hakkında yazmaya devam etmelisiniz çok kaliteli yazılar tebrikler (:

Yorum Yap

Your email address will not be published.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR